Yok yok sandalyeler uçuşmuyor aslında beyinciğimin üstünde! Burası da bir toplantı odası değil zaten. Müdirenin yatak odası, ya da patroniçenin mi demeliyim? Panzehirleri masanın köşelerinde yerlerini almış, içlerindeki zararlı atıkları her geçen gün kusmaya çalışıyorlar. Kadın olmaktan bahsediyorum! Gözlerinde ateşi çağıran burgerler topluluğu! Şimdi bu yazıyı okuyan sevgili kadın okurlar, o zarif akıllarınızdan neler geçtiğini tahmin edebiliyorum.

“Delirdi herhalde!”

“Kendini beğenmiş fake con con…”

“Ağzını bozmayı da beceremiyor, avam kalmış!”

“Sen nereden bileceksin benim ne yaşadığımı? Zorlama kuru sıkı, gereksiz!”

Bir de şu tepkiler yok mu, gülesim geliyor. Dudaklarını ısırarak kendini saklamaya çalışanlar mı dersin, saçlarıyla oynarken ellerinin buruşukluğunu aniden fark edip gözü seğirenler mi, yoksa dünyayı ben yarattım tavrının aslında savunmasız bir bıyık altı tebessümüyle yerle bir olması mı?

Kıpırdamadan durabilir misin, hele de kadınsan? Egoların çatıştığı, çarpıştığı bazen de seviştiği kadın popülasyonu yoğun bir şirketteyim ya da bir tünelde. Işığı ne göresim var ne de katlanasım. Kaçacak delik yok; ofisler açık, mutfak açık, perdeler açık, tuvaletler de halka açık olmak üzere. Ağlayacak yerim yok a dostlar halbuki keder de insan olmanın bir belirtisidir. Öyle değil mi? Ne yalan söyleyeyim her toplantı, sunum ya da kendini sergileme seremonisi benim için eltimin düğününde halay çekiyormuş havasında! Bugünkü de o düğünlerden biriydi, belki hayatıma heyecan katmaya çalışan bu metaforlar beni eğlendiriyor gerçekten. İçimden attığım kahkahaları umarım duyan olmuyordur.

Tuğçe elindeki pembe taşlı dosyayı patroniçeye uzattığında sunumun sadece dosyanın dış kapağından ibaret sanıp, prenses sendromu uçurumun tam kıyısındaydı. Sunum şöyle başlamıştı:

“Nesrin Hanım bugün ayakkabılarınız yıkılıyor gerçekten, renk uyumunuza bayıldım doğrusu, tam cuma şeysi…”

“Öhöm öhöm, başlayabilirsin Tuğçe!”

Yirmi beş yaşında bir kadının bilgisayarı neden Barbie stickerlarıyla süslenir? Gözün takılır olmaz kaçıverirsin hemen, uzun toplantı masanın seninle dertleşmeye ihtiyacı vardır bakışırsınız uzun uzun, sıkılmazsın da göz göze gelmeye cesaretin yoktur yaşanacak şapşallığa! Önündeki kâğıda küp çizerek daha ne kadar katlanabilirsin şu yüksek topuklu panzehrine! Konu pandemi sonrası aldığımız hasarları maskesiz nasıl örteceğimizdi. Bir kadına bu kıtlıkta nasıl pırlanta taktırılır, herhangi bir kadına. Çünkü artık zengin olanları kaybetmiştik. Bu reklam değil, adeta bir başkaldırı olmalıydı!

“Bence daha çok renkli pırlantalar üretmeliyiz, daha ucuz ve yine dayanıklı olandan yani. Hiç olmadığı kadar dikkat çekmeli. Mesela Nesrin Hanımcığım şey olabilir bir de…” 

“Ne kızım ne?”

“Şeey stickerlar yapıştırabiliriz pırlantaların üstüne.”

“Ayy bayılacağım! Biz hiç yeni üretime girmeyelim Tuğçe istersen, senin Barbie stickerlarını koyalım pırlantalara, hop oldu mu sana after pandemi trendy pırlanta!”

“Aa hoş olur vallahi Nesrin Hanımcığım, nasıl düşünemedim onu beeen.”

“Tamam kızım otur tamam tansiyonumu yükseltme daha fazla. O sakızı da çıkart ağzından ne söylediğin anlaşılmıyor.”

Bu dahiyane fikirle odayı küçük alaycı gülüşmeler sarmıştı. Tuğçe hiç utanmadı. Aksine kafasını ve poposunu aynı açıda daha da dikleştirerek, minik bir varoş göz kırpma tepkisiyle daracık eteğini aşağı çekiştirerek, sakızını da masanın alt tarafına yapıştırıp yerini buldu. Kendini çok sevmeye çalışan Tuğçe aslında hiç sevmiyordu ama hiç de renk vermemesi onun hayatta kalmasına yetiyordu. Tuğçe’nin bu yüzsüzlüğüne bayılıyordum.

En azından bu küçük dokunuşlar kusurlarını örtüyor, Nesrin Hanım’dan sempatik red cevabı alabiliyordu.

“Ben gelebilir miyim Nesrin Hanımcığım, çok kısa benimki hiç zamanınızı almam.”

Bir pelüşün eksik senin zaten boynunda. Fosforlu yeşil mini eteğin altına kim kavuniçi külotlu çorap yakıştırır ya da pembe tül eldivenler saat 13:00 ‘da yapılan toplantıda neden Esra’nın ellerini tercih etmişlerdir? Bu renk cümbüşünde üzgünüm ama sadece 2022 Madonna’sı olursun canım Esra. Kıçı da çamaşır makinası gibi bir o yana bir bu yana Esra’nın; pek bir oynak ama içindeki fırtınalar göz bebeklerinden taşıyor! Kokoşların da kalbi vardır diyerek gözlerime bakıyor ve;

“Benceee bir ay belli ürünleri ücretsiz verelim; yani kârı çok az, çapsız olanları. Böylelikle müşteriyi de en azından mağazalarımızın kapısından sokmuş oluruz. Dosyada hangi ürünler olabileceği ve kâr oranlarını da görebilirsiniz.” Dosyasını uzatırken küçücük yüzünü saran siyah çerçeveli gözlüklerini tek bir baş parmak hamlesiyle elmacık kemiklerinin üstüne ittirdi Esra. Ben de buradayım dedi sıradan iş kadını edasıyla.

“Hmm fena değil, düşünelim bakalım,” diyerek kendisine 3 beden büyük ceketini düzeltti Nesrin Hanım.

Bu kadın türü çalışkanlıkta gösteririm ama vermem cinsinden. Çalışır, çalışır ama kendine de çalışsa, geceler gündüzlere karışsa yine de number one olamaz! Dudaklarını içe kıvırarak, şuh yüz ifadesini sakin bir sandalye gıcırtısına karıştırıp oturdu. Nesrin Hanımın cevabıyla içindeki neşe odanın parfümünden de ağır kokuyordu.

-Evet Sinem, senin herhangi bir fikrin veya çözümün var mı?

Nesrin Hanım Sinem’ e hem kaygılı hem saygılı bir iç çekişle yöneldi.

-Ben en son gelmek istiyorum!

Çok gizemli, bayılır bu havalara. Burnundaki estetiği göstersem mi göstermesem mi telaşında günlerce yüzünü göstermedi aynı böyle. Şimdilerde yüzünü hep yükseklerde tutuyor. Neden bilmem! Küçük mütevazi, sessiz, kibar, sesi titrek kalbi titrek Sinem! Büfeye biblo diye koysan nefes almadan durur. Yine de bazen sarılasım geliyor bu kıza, içinde bilmediğim bir hüzün var, kederi yüzüne vurmuş. Pas geçtik şimdilik…

‘Evet Yeliz, var mı sende bir şeyler?’

‘Keşke olsa Nesrincim dükkân senin. Dün gece fazlaca adalet ararken sızmışım koltukta. Şu memleket meseleleri, sevgilimin acıtasyon taklitleri, kızımın dünyayı ben yarattım halleri beni koltuğuma esir etti şekerim. Ben gençlere bırakıyorum bu sefer meydanı! Kopsunlar gitsinler…’

‘Ay hiç güleceğim yoktu, alemsin! Peki!’

Şu ciddi patroniçenin hakkından bir tek sevgili mutsuz Yeliz geliyordu, helâl diyordum rahatlığına, ama hayat sarhoşluğu da kafamı kurcalamıyor değildi. Ağzı laf yapan kadınların sonu neden hep bir çocukla yalnız koltuk köşesinde son bulur? Veya başlangıçları budur da rol mu satarlar bize? Anlamsız, karmaşık, çözüm bulmaya değmez…Üzgünüm güzelim, sarı saçlarından sen suçlusun!

Sinem sırasının gelmesini o gün özenle giydiği yüksek ökçelerini yere pat pat vurarak bekliyordu. Hıncın kime kızım diyesim geldikçe, çatık kaşlarını alnına yapıştırıyor parmaklarını çekiştirerek masajlar yapıyordu. Şu günlerde başı dik bu kadının yüzünün güldüğünü görmek zordu. Bu yüzden de kabul göremiyordu. Kabul görmek için dev ekrana bir fotoğraf yansıttı önce.  Kadın parmağında dev tek taş pırlanta yüzük! Yalnız zemin biraz garipti. Tek taş taşıyan el bir kadın memesinin üstündeydi. Sinem o kadar büyük zevkle fotoğrafı gösteriyordu ki “Biraz daha küçültelim isterseniz görüntüyü” derken neredeyse zevk çığlıkları saracaktı yatak odasını, pardon toplantı odasını. Tam klavyeye dokunmaya iki saniye kala, Nesrin Hanım içindeki hiddeti etrafa savurdu, sadece kendisi varmışçasına öylesine sesini yükseltti ki, hiçbirimiz bu gerginliğin manasını çözemedik:

‘Kapaaaattt şu ekranı, bu ne saçmalık. Nerde olduğunu unutuyorsun Sinem Hanım. Bu ne gereksiz bir andır böyle!’

Ucube Sinem bir anda hanım olmuştu,

‘Tam tersine uzun zamandır beklediğim, arkadaşlarımın da şahit olması gerekendir. Ve bence yılın reklam filmi olmaya adaydır.’

Kuzu kuzu küçülen ekranda Nesrin ve Sinem’in çatışmasını mı yoksa sevişmesini mi görüyorduk? İşte bu sorunun cevabını bilmek bir panzehirin can yakıcılığına davet çıkarıyordu…

PELİN OKTAY

Shares:
5 Yorum
  • Sevim Meyveci
    Sevim Meyveci
    6 Şubat 2021 at 11:32

    Çok beğendim. Yeni öykülerini heyecanla bekliyorum. Günümüz insanını ne güzel karaterize etmişsin😘😘💕🌿🌿

    Reply
  • nihan engin
    nihan engin
    6 Şubat 2021 at 13:51

    Yine kalemini konuşturmuşsun Pelinim… O güzel yüreğine, yaratıcılığına, cesaretine, orijinalliğine sağlık…. Harikasınnnn🤩🤩🙏🙏👌👌🌪🌪🌪🧡🧡

    Reply
    • Pelin Oktay - Aphelion
      Pelin Oktay - Aphelion
      17 Şubat 2021 at 20:37

      Çok teşekkürler ,sevgiler😊

      Reply
  • İbrahim Göl
    İbrahim Göl
    7 Şubat 2021 at 09:55

    Hareketli ve sürükleyici bir öykü. Dili çok akıcı. Eline yüreğine sağlık…

    Reply
    • Pelin Oktay - Aphelion
      Pelin Oktay - Aphelion
      17 Şubat 2021 at 20:36

      Çok teşekkürler. Sevgiler😊

      Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir