“Diyelim İlham Perisi… Bence o bir kedi, çağırsan gelmez, beklemediğin anda kucağında bulursun.”

Röportaj: Aynur Dervişoğlu

Merhaba Merve, hoş geldin. Taze Kitap & Yeni Yazar Söyleşileri’nde konuğumuz olmayı kabul ettiğin için çok teşekkür ederiz. Öncelikle seni tanımak isteyen okurlarımız için biraz kendinden bahseder misin? Merve Kubanç kimdir? Gündelik hayatında neler yapar?

1975 yılı Aralık ayında İstanbul’da doğdum, hep İstanbul’da yaşadım. Güneyde bir sahil kasabasında yaşama hayali dilimden düşmese de sanıyorum İstanbul’da yaşamaya devam edeceğim. İstanbul derken Kadıköy. Büyüdüm, evlendim, çocukları doğurdum, onlar okul aşamasına geldiklerinde Kadıköy’ü bırakıp Ömerli tarafına taşındık. Dokuz yıldır da burada yaşıyoruz. Marmara Üniversitesi Almanca Enformatik mezunuyum. Aldığım eğitim doğrultusunda mezun olduğumdan beri proje yöneticisi olarak bilişim sektöründe çalışıyorum. Uzaktan ama sürekli hareket halinde bir işim var. İnsan ilişkisi yoğun, stresi bol! Tam zamanlı anne olmak da cabası. Yani soruya dönersek Merve Kubanç evinden hem işini hem hayatını yöneten, aile fertlerinin peşinde koşan, vakit bulduğunda doğa yürüyüşüne çıkan, geceleri el ayak çekildiğinde kitap okuyan, kaostan beslenen, ilham perisi geldiğinde bir şeyler karalayan, susmayan beynini meditasyonla sakinleştirmeye çalışan, gülmeyi, güldürmeyi seven, azıcık endişeli ama her şeyin çok güzel olacağına inanan biri diyebiliriz.

İnsanın yayınlanmış bir kitabının olması nasıl bir his? Nasıl başladı bu yolculuğun ve nasıl geçti?

İnanılmaz tatmin edici bir his! Tüm emeklerin ve çalışmaların vücut bulmuş hali. Yirmili yaşlarımdan beri en büyük hayalimi, kitabımı raflarda, severek okuduğum yazarların yanında gördüğümde gerçekleştirmiş oldum. Kitap okumayı seven herkes yazar mı tartışılır ama ben yazdım. Kısa yazdım, uzun yazdım, hayata dair pek çok şeyin arasında yazdım. Pek çok şeyden de beslendim, besleniyorum. Elbette kitabı eline almak inanılmaz bir duygu ama ben üretme sürecini de bir o kadar seviyorum. Pek çok yazarlık kursuna katıldım, değerli yazarlarla çalıştım, bu işe baş koymuş arkadaşlarım, dostlarım oldu. Bu yolculuğu seviyorum ve hayatım boyunca da aynı heyecanla içinde yer almak istiyorum.

Kitabının arka kapağında şöyle yazıyor: “Merve Kubanç’ın kafası karışık on altı karakteri, anlardan evrenin tüm anlamlarına ulaşan, az şeytani, biraz melek ama kesinlikle hepsi zırdeli.” Karakterlerinle ilgili sen neler söylemek istersin?

Hepsinin kafası karışık o kesin. Kısacık bir zaman diliminde içinde bulundukları durumu idare etmeye çalışıyorlar. Çoğu kendini bilen, eksiğiyle fazlasıyla olduğu halini kabullenmiş güçlü birer karakter. Akıllarının ermediği ya da kontrol edemedikleri olayları deliliğe vurup yaşamaya devam ediyorlar. Hepsinde biraz ben, biraz sen, biraz akrabalar, biraz arkadaşlar, annem, babam kimi ararsan var. Şimdi bütün bu karakterler kitabın içinde takılıyorlar ya, hepsini oradan farklı formatlarda çıkarıp başka durumlara sokasım var. Ciddiyim, sürekli kafamda Don öyküsünde annesine mezar taşı seçen ablayı, Karmik Paspas’taki astroloğa yollamak ya da kırmızı pabuçlu kızı, balıkların uçabildiğine inanan çocuğun babaannesi yapmak var. Bakalım hayırlısı.

Öykülerinden birkaç tanesinde çocuk karakterler var. Keyifle okudum. Çok eğlenceli, aynı zamanda öğretici de. Çocuklar için öykü kitabı yazmayı düşündün mü hiç? Var mı böyle bir projen?

Sürekli düşünüyorum. Çocuk değil de gençlik kitabı. On dört yaşındaki kızım harika bir malzeme bunun için. Aynı evin içinde hormonların ele geçirdiği iki varlık olarak bizden çok hikâye çıkabilir. Şaka bir yana kızımın heyecanlarına ortak olmak, endişelerini anlamak, bir gülmek, bir ağlamak, hayatı keşfetmesine tanık olmak kendimle ilgili de birçok duyguyu tetikliyor. Hemen arkasından gelen on iki yaşındaki oğlum da ayrı bir dünya. Demem o ki evet gençlerle ilgili bir öykü kitabı yazmayı çok fazla düşünüyorum, malzemem bol.

“Yıkım” öykünde bina metaforuyla hayatın döngüsünü anlatıyorsun. Acı veren, üzen sona erişler, yeniden başlamanın verdiği heyecan ve umut. Bu öykünün yazım hikayesini merak ettim.

Her son bir başlangıç. “Bir daha asla aynı şeyleri hissedemem” dediğin anda devreye giren umut, insanı tekrar yaşama bağlayan bir duygu. Ölüm gerçeğinin olduğu bu dünyada hepimize Tanrı tarafından bahşedildiğini düşünüyorum. Öyküye gelirsek, bina metaforunu yakalamak iki bin onlu yıllarda Kadıköy’de yaşayan biri olarak oldukça kolay oldu. Oturduğumuz semtte çevremizdeki her bir bina yıkıldı ve yerine yenileri yapıldı. Gerçi yapılanları göremeden taşındık ama yıkımın her aşamasını doyasıya yaşadığım için öykü kolay bir şekilde ortaya çıktı. Denklem de belli, bina yıkımı eşittir yuva yıkımı. Öyküde diyaloglar üzerinden okuru rahatlatmaya çalışsam da yıkıcı bir olay. Ama ana karakterim umudunu kaybedecek bir kadın değil, küllerinden yeniden doğacağına eminim!

“Şişedekiler” öykünde üst kurmaca tekniğinin güzel bir örneğini okudum. Üst kurmaca yazmak nasıl bir deneyim senin için?

Şaşırtıcı sonları, dolaylı anlatımları, satır aralarını çözmeyi seven biri olarak üst kurmaca yazmayı çok seviyorum. Hatta bazı öykülerimde katmanları o kadar çok tutuyorum ki bir bakmışım kendim kaybolmuşum. Şişedekiler’in yanı sıra İsmail Bey’in Hikayesi de bir üst kurmaca. Kitapta yer alan hali iki katmanlı ama orijinalinde dört katmanlıydı, ikiye düşürdüm. Üst kurmaca belirli kurallar dahilinde ipuçlarıyla oynanan bir oyun. Ben de böyle oyunları sevdiğim için yazarken çok keyif alıyorum.

Yazarken önceden planlar mısın, çalakalem mi yazarsın?

Aslında ikisi de. Çoğu zaman geceleri uykuya dalmadan önce yazmayı düşündüğüm şeylerle ilgili hayal kurar sabah kalktığımda yazıya dökerim. Günlük rutinime başlamadan önceki o bir iki saat çok kıymetli. Aklımda bir fikir yoksa bile çalakalem anlık düşüncelerimi ya da gece gördüğüm bir rüyayı yazarım.

Bugünkü bakış açınla ilk yazılarını nasıl değerlendiriyorsun?

Dağınık buluyorum. Öykünün etkisini hafifleten zorlama süslemeler, fazla açıklama ihtiyacı, netlikten uzaklaşmalar var. Yalın bir dil kullanmayı beceriksizlik olarak değerlendirip zorladıkça zorlamışım. Mutlaka bir yerlerden fırlayan didaktik anlatım da cabası. Zamanla akışa bırakmayı, rahatlamayı, kendi dilimi bulmayı becerdiğimi düşünüyorum.

Yazar olmak isteyenlere neler tavsiye edersin? Yazarlık atölyeleri hakkında ne düşünüyorsun?

Şu meşhur mitten başlayalım “İlham Perisi.” Bence o bir kedi, çağırsan gelmez, beklemediğin anda kucağında bulursun. Demem o ki ilham perisinin gelmesini beklemek yerine bol bol yazsınlar. “Eyvah yazdığım şey deli saçması oldu, başkası okusa ne düşünür” demeden, yazmayı alışkanlık haline getirsinler. Hayatla, sanatla iç içe olmak ve tabi ki okumak çok önemli. Yapamadığımız şeylere kolayca bahane ürettiğimiz, telefona yapışık yaşadığımız bu devirde öz disiplin sağlamak kolay değil. Yazar olmak isteyen herkesin günde belli bir zamanı yazmaya ve okumaya ayırıp alışkanlık edinmelerini tavsiye ediyorum. Yazarlık atölyelerine katılmak da çok faydalı bir pratik. Aynı yola baş koymuş insanlarla bir arada olmak, değerli hocaların bilgisinden, deneyiminden faydalanmak çok ama çok kıymetli.

Türk yazarlar içinde bu kişinin eserleri beni yazar olmak için çok motive etti diyebileceğin bir yazar var mı?

Hangi birini saysam! Alper Canıgüz, Murat Gülsoy, Tuna Yukay, Hakan Akdoğan, Sema Kaygusuz, Ayfer Tunç, Mine Söğüt aklıma ilk gelenler. Pek çoğunun atölyelerine katılıp kendilerini tanıma fırsatı bulduğum için inanılmaz şanslı olduğumu düşünüyorum.

 En son, hangi kitapları okudun?

Hayvan Çiftliği! Bilmiyorum kaçıncı kere ama üzerinde çalıştığım bir proje için tekrar okudum. Onun dışında Sema Kaygusuz’un Sandık Lekesi başucumda duruyor. Hemingway’in tüm öykülerinin yer aldığı kitap da her daim yanımda. Ne zaman açıp okusam tekrar tekrar hayran kalıyorum.

Shares:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir