Karşı yamaçta böğürtlenler bembeyaz çiçeklendi, sanırsın kar yağmış. Önüne katılıp uçmalık rüzgâr. Havada asılı kaldı kara bulutlar. Rüzgârla alçalıp yükseliyorlar, dağılmıyorlar. Gün, gece tepelerinden aşağı yükünü bırakıp duruyorlar. Gidecek yerleri mi yok, yükleri mi ağır geliyor? Güneşe geçit vermiyorlar. Arada bir yol bulan güneş yüzünü göstermeye kalkıyor. Bulutlar derhal kesiyor önünü, haddini bildiriyor ona. Yolsuz kalıyor güneş. Kış gitti, eli kolu kaldı yadigâr. Ey kış, çek artık nefesini üstümüzden diyesi geliyor insanın.

Umut Bakkal, Umut’un ekmek teknesinin adı. Babası öldüğü günden beri kasasını kimseye bırakmadı. Okuma yazmayı da alt alta toplamayı da veresiye defterinden kendi kendine söktü. Akranları sandalye bacağında beşik sallayıp çaputtan bebeleri pışpışlarken o toptancıyla pazarlıktaydı.

Zaman nehrinin içinde, sağda solda tutunacak dal bulamayınca yüzmeyi de kendiliğinden öğrendi. Büyüdü, otuzlarını sürüyor şimdi.

Beş kardeşin en büyüğü Umut. Ferah, Çiçek, Hülya ondan sonra gelen kızlar, sonuncuysa oğlan, adı Ümit.

Oğlan liseden sonra okumadı, dükkânda da işe yaramıyor. Askerden önce bir zanaat öğrense bari diye dua edip duruyor Umut. Haytalıkta bir numara şamatacı Ümit. Kasayı haraca bağladı haylaz. Umut hiç kıyamıyor ona. Ne isterse “He,” diyor. Umut’un, Ümit’i yatırıyor saçlarını jöleyle, giyiniyor tiril tiril, arşınlıyor yolları kız peşinde. Sabah uyandığında çocuk, öğlenden akşama kadar o sokak senin bu sokak benim çalım satıyor efe efe. Büyüyecek mi? Erkekler büyür mü? Büyür elbet. Ümit’te büyüyecek. Mayasını iyilikle kardı onun. Bulacak o da iyiliğini.

Kızlar okudu. Hırslı onlar. Umut düştüğü dara düşürmedi onları. Okulla hasbihale girişeceği vakit, Umut’un kardeşleri ikişer yıl arayla geldi dünyaya. Evde bebelerin altını bezledi sırasıyla. Birinin bezi ipteyken öbürünün bezine kollarını sıvadı. Dükkânda da babası kahveye çıktıkça kasayı bekledi. Evle dükkân arası mekik dokudu. Bakkal Umut, abla Umut olmayı sevdi, okullu olmayı beceremedi. Bu da ana babasına ilaç oldu. Babası mekân değiştirince de Umut yükü sırtladı kolayca. Babadan kalanın üstüne de ekledi. Küçüktü dükkân önceleri onunla beraber o da büyüdü.

Farah’la Çiçek’i gelin etti bile. Ferah ebe, Çiçek hemşire çıktı. Kocaları da helal süt emmiş insanlar. Uzak şehirlerde tüttürüyorlar ocaklarını. Mutlular. Hülya da tuhafiyecinin oğlanla buluşuyor. Umut cebine para koyuyor Hülya’nın, boş yollamıyor onu asla. Bir oğlan öderse bir Hülya ödesin istiyor yedikleri içtiklerinin hesabını. Erkek eline bakmasın istiyor. Hülya’nın sırtı da kendininki gibi hep dimdik olsun gayreti. Öğretmen çıktı Hülya. Bugün yarın atanacak. Kim bilir nerede alacak soluğu? Tuhafiyecinin oğlu yakın köylerden birinde, bir iki yıldır abece öğretiyor bebelere. Eli ekmek tutuyor onun da. Dengi Hülya’nın, Hülya da onun. Gözleri parlıyor bakarken birbirlerine, seviyorlar belli. Başlasın göreve hele, evlilik kolay. Hülya öyle diyor. Umut, kıvanıyor Hülya’nın bunu demesine. Kendinin de gözleri parladıydı bir kez, çabuk söndüydü ışığı. Evde beş boğaz onun eline bakıyordu. Sevdalanmak Umat’a göre değildi. Kalbinin çırpıntısına kulağını tıkadı, her sabah ezanla açtığı kepengi, yatsıyla indirdi. Kendini unuttu Umut, evdekileri dertten uzak tuttu. Onun oyuncağı da bu oldu.

Mevsimlerden ilk yaz. Hava ayaz. Kış bitti, nefesi üstlerinde. Hayli zamandır baharı görmediler. Ya yaz ya da kışta akmakta zaman. Bahardan umudu kesti, yaz gelsin artık diye uyanıyor her sabah. Karşı yamaçlar ne vakit mora kesecek? Sarı afet mimoza serin serin, uçuş uçuş salınıyor, soğuk havaya inat. Gözü onun dansıyla oyalanıyor boş zamanında. Filiz kıranla didişiyor dalları. Yaz gelmeden, mahallenin çocukları ip attı dalına yağmur fırsat verdikçe uçuruyorlar birbirlerini altında. İç çekiyor, gelip kendini bilmesine fırsat vermeden giden çocukluğu aklına gelince. Kadere sövesi geliyor. Sonra toparlıyor kendini, tövbe çekiyor. Gücendirmemek lazım yukardakini.

Plastik kartlar çıktı beri veresiye defterini rafa kaldırdı, müşterinin de ayağı kesildi, yapacak işi az Umut’un. Üç aylıkçılar vazgeçmedi veresiyeden bir de kredi borçluları. Çoluk çocuk başının tacı evvel eski, dükkânının şenliği.

Karşı kaldırımda, mimoza sağanağı altında marangoz dükkânı. Yeni açıldı. Konuşkan değil sahibi. Hoş geldin demek için gitmişti esnafla beraber, o kadar komşulukları. Yontuyor, rendeliyor, çatıyor, çakıyor, renklerin en güzelini veriyor gelen keresteye elleriyle. Karınca gibi çalışkan, hiç durmuyor usta. Geniş omuzlu, esmer bir adam. Yarenlik edeceği kimsesi yok müşteriden gayrı. Umut, oturup onu seyre dalıyor açıldı beri. Kapısının çıngırağı çaldıkça gözü ondan ayrılıyor, alışveriş sonrası yine ona kayıyor. Birgün Ümit’i görüyor mimoza altında, marangozla laflarken. El sıkışıyorlar. Ümit yanına varıyor. Dediklerini neşeyle diyor Ümit, yarın marangoza çırak girecek. Kendi ayağıyla gidip iş öğrenmek istediğini söyleyince “Yarın gel başla, çırağa ihtiyacım var dedi usta,” diyor. Sevincine eşlik ediyor Ümit’in. Umut ondan daha çok seviniyor, zanaat öğrenecek Ümit’i.  Bir teşekkür etmeli, komşuluğa da başlamalı diye düşünüyor.

Mayaladığı hamuru fırına veriyor sabahın seherinden de önce. Gece uyumadı ki hiç Umut. Evin içinde ekşi koku yayılıyor mayalılar kabardıkça. İçi pır pır. Annesi sabah ezanıyla uyanıyor. Babası gitti gideli kendini vakfettiği Allahlıyla haşır neşre koyuluyor. Allahlık kadın, Umut’u çocuktan bilmedi hiç, doğurduklarını da ona yükledi. Okuyup üflüyor seccade tepesinde. Anasının da hayatı bu işte. Ona göz ucuyla bakıp Allah’ın bildiği yapmasını diliyor onun için. Marangoz da erkenci, biliyor Umut. Ümit’i uyandırıyor. Nazlanmadan açıyor gözlerini kardeşi. Hevesine seviniyor paşasının. Mor çiçekli elbisesini geçiriyor üstüne. Ensesinden aşağıya inen dalgalı saçları henüz on sekizinde beyaza çalmıştı. İki tokayla tutturuyor bukleleri. Beyaz hırkasını omzuna atıyor. Ümit saçlarını jöle sürmeden taramış. Beraberce çıkıyorlar evden. Dağın ardından uç vermiş güneş sarı sıcak üstlerine düşüyor. İçi ısınıyor Umut’un. Bulutlar çekip gitmişler. Şafak korosu çın çın. Mis gibi bir hava, yaza durmuş sonunda. Elindeki mayalı poğaçaların dumanı ekşi ekşi tütüyor örtünün altından. Karşı yamaçlar da erguvanlarla mora boyanmış.

Kepengi beraber kaldırıyorlar Ümit’le. Çaydanlığı küçük tüpün üstüne oturtuyor, ateşini harlıyor. Ümit elinde süpürge temizliğe girişiyor. Marangoz onlardan hemen sonra açıyor dükkânını. Dökülen mimozaları süpürüyor. Biliyor Umut, bu işin ardından kahvaltı yapacak usat, bir lokma kuru ekmek, birkaç zeytinle. Süpürgeyi kapı arkasına dikip ustasının yanına gidiyor Ümit. Tutuyor işinin ucundan. Çay demini alıyor. Bir iki müşteri ekmek, gazete, sigara alıp yollarına düşüyor. Dükkân pergolası altına masayla üç tabure atıyor Umut. Masaya mavi beyaz pötikareli örtü seriyor. Üç bardakla zeytin, peynir ve mayalıları koyuyor üstüne. Elinde çay, sesleniyor karşı kaldırıma “Haydi, kahvaltıya buyurun.”

Atik Usta sessiz, sakin. Gözlerini kaçırarak konuşuyor. Nasırlı elleri kesik içinde. Kahvaltılarını uzun uzun ediyorlar bir o anlatıyor, bir Atik Usta, bir Ümit. Havadan, sudan konuşuyorlar, hayatlarına dalıyorlar ucundan, çabuk çıkıyorlar. Gelen giden oldukça bölünen laflarına kaldıkları yerden devam ediyorlar. Sanki evvel eski hep beraber ederlermiş gibi kahvaltı. Çekinikler ama yabancı değiller birbirlerine, anlıyorlar bunu. Poğaçalar ağızlarında erirken gözleri parlıyor ikisinin de. Eşiyle çocuğunu trafik kazasında yitirmiş Atik Usta, anlatıyor acısını laf arasında. “Ellerine sağlık,” diyor. “Sen,” diyor yani ona samimi samimi, gözlerinin içine baka baka. “Afiyet olsun usta,” diyor Umut. Gözlerinden içinin ışığı akıyor, utanıyor ortaya serilecek sinesinde duydukları, yanakları al al oluyor. Elbisesinin cebindeki telefonu titriyor, açıyor. Hülya’nın sesi dalgalanıyor orta yerde “Bursa’ya atamam yapıldı,” diyor. Seviniyorlar, çok seviniyorlar, Atik Usta’da ortak oluyor sevinçlerine. Bursa nere ki? Kuş uçumu, işte şura. Ayakları dibine üşüşen birkaç serçe, dökülen kırıntıları bölüşüyor. Onlara çullanan kediye “Pissst,” diyor Ümit, kuşları ürkütmeden.

Kardeşlerinin şansı olan Umut mutlu, umutlu. Yollarını alıyorlar işte. Yastık altında biriktirdiği duyguları Atik Usta’ya baktıkça göğsünün sol yanından ona sesleniyor; umut, umut, umut…

Ferda Albağ

Shares:
2 Yorum
  • Hatice+Yazıcı
    Hatice+Yazıcı
    16 Aralık 2021 at 18:22

    Ferda Albağ’ın sıcacık insan hikayeleri yine içimi ısıttı. Kalemin daim olsun.

    Reply
  • Hakan
    Hakan
    6 Ağustos 2023 at 18:18

    Okurken, hikayenin içerisinde buldum kendimi. Yüreğinize sağlık.

    Reply

Hatice+Yazıcı için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir