roman
Hostesin usulca dürtüp, “İnişe geçiyoruz hanımefendi. Koltuğunuzu dikleştirip, kemerinizi bağlar mısınız lütfen,” demesiyle uyandım. Nerede olduğumu anlamam ve de içime o taş gibi ağır yumrunun geri dönüp oturması bir kaç
İçimde bir orman var, sarmaşıkların ağaçları ölçüsüz sevdiği, İçimde bir orman var, kelebeğin çiçeğe konarken yaprağın kımıldamadığı… Bu sözlerle uyandım. Gözlerimi açtım, tavan düz beyaz. Sırt üstü yatmak huyum değildir.
- Şimdi olay şöyle oldu hakime hanım, anlatayım. Sen de kadınsın, beni anlarsın. “Kocamdır,”dedim ben. “Erimdir,” dedim. “Vardır bir bildiği,” dedim. “Her şeyi bizim için yapıyor, kötülük değil niyeti, ne
Kaç yıl geçtiğini hatırlayamadım, sahi kaç yıl olmuştu? İncesu’daki o apartmanın adı neydi? Kar mı düşürdü aklıma? Zihnim tatilde, o dar apartmanın uzun merdivenlerinde bir sömestr hatırası gibi. Belki de
- Yeter artık, sus! - Ben susarsam sen yaşayamazsın. Eda birden, hiç beklemediğim bir anda, önündeki kül tablasını benim olduğum tarafa fırlattı. Neyse ki elli yıllık cam tabla beni teğet
Dünden beri kıvrana kıvrana doğum sancısı çekiyordu Esma. Etrafında köyün kadınları toplanmış kimi sıcak su taşıyor, kimi karnını ovalıyor, kimi de sessizce dua ediyordu. Suyu bacaklarının arasından süzülünce kuma olarak
Benim öykü kurma sürecim, bir rüyaya benzer. Rüyaların aslında birkaç saniye sürdüğü söylenir. Bu birkaç saniyede sahneleri bir çakımlık görürüz ve bu sahnelerin arasını doldururuz. Ben de böyle sahneler biriktiririm.
Eli kolu dolu girdi mutfağa. Diğeri umursamadan elindeki tabağı kurulamaya devam etti. Biliyor musun Sivas’ta bağcılık başlıyormuş diyerek lafa girdi. Bir yandan aldığı üzümleri yıkıyordu. Musluktan akan suyu izledi öteki. Şarapçılık
Eski zamanların siyah beyaz fotoğraflarından bir kare gibi kalbe hafifçe dokunup, derin bir iç çektiren bu Arnavut kaldırımlı Boğaziçi sokağındaki pembe evin terası, gençliklerinden güç alan çıtkırıldım evlerin arasından sıyrılıp
Daha fazla