Kırışık geçmişimin üzerine kadife bir örtü serdim. Kum dolu saat tam 15:05. Çıktı evden. Çıkarken çenemden acele öptü. Kendi kokusu yoktu üstünde. Ucuz bir erkek kokusu, yeni doğmuş bebek masumiyetindeydi gömleği. Bebe mavisi.
“Kaç beden vereyim, small mu medium mu? Small olur size. Ne renk olsun?”
Zorlama small bir kadınım ben. Yaşıtlarım kadar olgun değil kalbim. Buz gibiyim erkeklere veya herkese. Soluğum kesiliyor. Acı çekerek yemek yiyorum. Hesaplı yaşıyorum. Oysa bakmadan görenler ilk bakışta severler beni. Sevilmek bile istemem aslında. Çok kişi sevsin istemem. Omuzlarımı açarım sadece. Bileklerim çizik içinde. Kedi tırmaladı geçen yaz. Geçen yaz çok yalnızdım onunla. Tatilde. Bir küçük sandalyede paradan bahsediyordu. Yalnızlaştım. Tanıyamadım. Balayında naralar atmıştı. Sokakta çok yalnızdım. Başka bir ülkede. Yine bebe mavisiydi gömleği.
“Siyah daha iyi olur. Bir de şu dantelliler çok mu iç gösterir?”
“Fantezi bir şeyler istiyorsanız, onlar öyle. Daha sadeleri de var ama.”
“Yok istemem.”
Arabası çok hızlı gitti. Çok gaza bastı. Kulaklarımı tıkadım. Yanımdan geçti. Durakta otobüs beklerken görmedi beni. El salladım. Ötekineymiş telaşı. Kırmızı bir paltom vardı. Schindler’in Listesindeki o sahneden fırlamışım, ekran siyah beyaz. Ölmek için çok renkliydim o zamanlar. Ruhum henüz ölmemiş daha. Otobüse bindim duraktan. Eve vardım. Ocakta yemek ısıttım. Dünden kalan fasulye. Soğuk da yenir ama ısıttım. Cızır cızır kaynadı. Soğanlar yandı içinde. Domatesler kül oldu. Dalgınlık. Unutmuşum ocakta. Havlu sabahlığımı giyindim. Çeyizden kışlık olanlar. İpekleri giyemedim henüz. Ablası da sormuştu geçen gün “O soğukta jartiyerlerini nasıl giyiyorsun” diye. Hepsini görmüşlerdi. Evlenmeden önce gelenekmiş. Danteller, satenler, jartiyerler, transparanlar,ipekler. Ev soğuk. Üşüyorum. Isınan sadece yemek.
“Hanımefendi, hanımefendi bu ipek pijamaları da deneyecek misiniz?”
“Hayır pijama olmasın”
Sunumuma çalıştım. Kitabımı bitirdim. Geç oldu. Hava karardı. Kapıyı çalmadan girdi eve, pasif bir anahtar tıkırtısıyla. Sonra banyo kapısı kapandı. Aynaya baktı bence. Dudakları pembeleşmiş mi diye. Duşa girdi. Beni görmeden arındı günahlarından. Saate baktım 20:05. Ters ters süzdü. İçim üşüdü. Soğuk geldi yanıma. Parfüm kokusunu bırakmış suyun altına. Aktı gitti banyo deliğinden. Yanıma oturdu, sormadı bir şey. Tatlı almış. Yemekten sonra yeriz diye. Ağzımız tatlansın diye. Yedim ben yemeğimi. Tek başıma. Üvey beraberlikten mustarip olmaya alışkınım. O da yedi, ayaküstü. Ağzı tıkış tepiş. Lokmalarıyla koltuğa uzandı. Cenin pozisyonunda. Ben de diğer koltukta, kumanda elimde. Gözlerim kapandı istemsiz.
“Şu jartiyer de çok havalı, bunu da koyuyorum kabine. Denemelisiniz.”
“Nesini deneyeceğim, yok ki! Kasaya alalım onu”
Televizyondaki manken kıza baktı. Çok güzelmiş. Kadınlığı ona sormalıymışım. Annem hiç öğretememiş. Sesi ukala, kırıcı, itici. “Geçen gece kıçını döndün, uyudun.” dedim. Ondan önceki gece de, ondan önceki de. Yorgunmuş. Gecelik giymiyormuşum. “Üşüyorum, napayım!” dedim. “Kadın ol!” dedi. İncindim. Konuşacak kimse yok. Komşular insandan değil. Küçücük mutfakta, hep misafir, hep misafir geçti zaman. İlk misafir eski platonik sevgilisiydi. Bardağımı kırdı. Eline battı. Kan aktı oluk oluk. Sevindim. Kocası emdi kanını.
“Kırmızı babydoll istiyorum bir de.”
Saat 22:05. Ayrı koltuklarda. Aynı filmi izlerken, farklı sahnelere dokunurken. Tatlı servisini yapmak istedi. Mutfakta çatalları aradı bir zaman. Çekmece kırık, ahşap sesi geldi. Telefondan da mesaj sesi.
“Sizin telefonunuz çalıyor galiba. Bir de bu sabahlıkları öneririm. Çok asil duruyor.”
“Onu değil. Saten olanı lütfen. Bir saniye. Alooo!”
Hiç bakmadım telefonuna. Ellemedim bile. Dirseğimin yanında duruyor. Elim gitti, geldi. Şeytan fısıldadı. Şifresi ne acaba? Denedim. 2204. İlk çıkma tarihimiz. Doğru. Hoşuma gitti. Eski telefonun ekranında soğuk harfler. Okuyamıyorum. Gözlerim yanıyor. Doğru değildir diyorum. Yalan söylemez diyorum. Boğazlarım yanıyor. Grip mi oluyorum? Yanıyor tenim. Güneşte çok kalmış gibi. Sonra soğuk geliyor ayaklarıma. Soğuk oda. Soğuk olanlar. Saat tam 23:05.
“Neyin bildin ki değerini benimkini bileceksin. Arama beni. Onu ara. Ona git. Rahatsız etme. Yalnız kal. Gelme!”
“Kabinde ürünleriniz. Buyrun. Aaa! İyi misiniz? Bana tutunun.”
“Bir bardak su alabilir miyim?”
“Oturun, oturun. Su getirsene çabuk. Devrildi kadın”
Canım diyordu mesajda. Sevmezdi tatlı dili. Ya da benimkini sevmedi. İnci taneleri savruluyor. Kolyeyi koparıyorum.Telefonunu kırıyor. Daha fazlasını görmeyeyim diye. Onu sevmeye devam ederim sanıyor. Annesinin komşusunda büyüdüğü gibi. Beni de komşuya bırakıyor. Kal deme. Sus bu gece. Ya da anlat her şeyi. Aşk mı? Eşyaların ne önemi var? Neden ilk çantamı topluyorum? Defteri yakıyorum. Ona kendi el yazımla yazdığımı. Gece boyunca anlatıyor. Kalbim yana yana. Votkayı sek yuvarlaya yuvarlaya. Yatmadım diyor. Benim yatağımda mı diyorum? Soruların cevapları bir an inandırıcı geliyor. Sonra tekrar yalan diye tercüme ediyor beynim. Saat tam 04:05.
“İyi misiniz, biraz daha kolonya?”
“İyiyim iyiyim. Teşekkürler. Bir an başım döndü. Denemeden alayım bunları. Halim yok.”
Halimden anlayan beklemiyorum. Anlamaya çalışanlar oldu. Anladılar mı gerçekten? Bilmiyorum. Üstüme oturup, küllerini savurarak belki. Misafirliğe gelip bir makas alarak. Yokmuş gibi yaparak. Ayağının altındaki izmirati söndürür gibi. Hayali Tanrı taşralığında. Umursamıyorum. Zamanla soğuttum içimiben. Ara sıra sızlıyor. Merhemler sürüyorum sabah akşam birkaç zaman. Geçiyor. İs karası bulutları hiç düşünmüyorum. Gözlerim çok uzaklara dalmıyor. Kalın pijama giymekten utanmıyorum. Gecelikler biriktiriyorum, giyiyorum, giymiyorum. Soğuk yatıyorum. Artık üşütmüyorlar. Soğuk bir ormanda ateşte yürüsem de yanmıyorum, üşümüyorum. Unutamadıklarımdan korkmuyorum.
👏👏👏👏❤️💋