Kafamın içinde çalıp duran bir şarkıyla uyanmıştım o sabah. “Öyle bir yerdeyim ki…” diyordu Selda Bağcan, “Bir yanım mavi yosun, çalkalanır sularda…” Hafızamın dipsiz kuyularından çıkagelen, naftalin kokulu eski bir nağme miydi bu, yoksa güne efkârlı mı başlamak istemişti canım, bilmiyorum.

“Sen ne bilirsin efkârın ne olduğunu? Evladın, evladını mı öldürdü yoksa?”, dediğini duydum ama cevap vermedim. O kadar yorgunum ki hayaliyle didişecek mecalim bile yok.

Yorganın altında cenin pozisyonu alıp gözlerimi tekrar kapamaya hazırlanırken, uykuyla uyanıklık arası, kardeşimi görüyorum yeniden. Evin derme çatma, büyük bir gıcırtıyla açılan kapısını var gücüyle itip, adımını bahçeye attığı gibi başlıyor koşuşturmaya. Nar ağaçlarının altından geçip, bahçenin arka tarafına dolanıyor. Sundurmanın altında bebeklerimle oynarken önümden geçip gidiyor ve beni fark etmiyor bile. Şahane bir fikir geliyor aklıma, fırsat bu fırsat, hiç sesimi çıkarmadan peşine takılıyorum.

Kesme taşlardan örülmüş kuyunun önünde durup, yaklaşmamızın yasak oluşunun tedirginliğiyle bir adım atıyor kuyuya doğru. Sonra bir adım, sonra bir adım daha. Taşlara dayıyor dirseklerini, merakla kafasını eğiyor aşağıya, parmak uçlarına basacak hale gelene kadar sarkıyor. Korkutmak istiyorum onu, komik olur, güleriz, o beni hırsla kovalar, yakalanan ebe olur ve bu kısır döngü tüm gün devam eder diye düşünerek, timsahın avına yaklaştığı gibi süzülüyorum, diz kapaklarıma kadar uzamış çimlerin arasından. Yakınlaştıkça heyecanlanıyorum. Kalp çarpıntımla eş, çarpık bir sırıtış yayılıyor yüzüme. Arkasından iyice yaklaştığıma emin olunca, çıkarabildiğim en yüksek sesle “BÖÖÖ!”, diye bağırıyorum. Bir an geriye doğru irkiliyor gibi görünse de, dengesini sağlamaya çalışışını, ayak parmaklarının yerden havalanışını, dirseklerinin, dayandığı taştan öne doğru kayışını ağır çekimde izliyorum. Kollarımı uzatmayı, tişörtünden, sırtından tutmayı düşünüyorum bir an. Evet düşünüyorum ama yapmıyorum. Öylece izliyorum. Elleriyle taşları tırmalayarak tutunmaya çalışması hala gözümün önünde. Çığlığını ve hemen ardından çıkan tok, ağır sesi, vücudunun betona çarpışını duyduğumda her şey sona eriyor.

Görmemiş gibi davransam…

Kaçsam oradan…

Etrafı kolaçan ediyorum panikle. Dizlerimin bağı çözülmüş, zamkla yapıştırılmışım sanki olduğum yere. Ne kaçabiliyorum, ne ses çıkarabiliyorum.

Oturduğum sandalyenin hemen karşısında, yüzünde okuyamadığım bir ifade ile beni dinleyen Psikolog Nergis Hanım, önündeki peçeteliği bana doğru uzattığında fark ediyorum ağladığımı. Bir peçete, bir de derin nefes alarak sandalyeye bırakıyorum kendimi. “Peki sonra ne oldu?”, diye soruyor sakin bir ses tonuyla.

-Ne olacak? Yirmi beş senedir, her gün bu suçlulukla uyandım. Çocukları için bütün hayatını feda etmeye hazır olan annem, bir daha hiç eskisi gibi bağrına basmadı beni. Babam, yere su damlatsam öyle bir baktı ki yüzüme, ben o evden ayrılana kadar, her gün yeni baştan öldürdüm kardeşimi. Unutmama müsaade etmediler. İyileşmemize izin vermediler. Belki iyileşmeyi hiç istememiş bile olabilirler.

“Anlıyorum” diyor. Anlamıyor. Uzatmıyorum.

Nergis hanımla vedalaşarak, haftaya görüşmek üzere yeni bir randevu ayarladıktan sonra çıkıyorum psikiyatri kliniğinden. Eminönü’nün kalabalık ve gürültülü sokaklarına karışıyorum. Ferahladığımı düşünsem de, kafamın içinde bazı odalar sanki yeniden hayat buldu. Hanelerime tecavüz edilmiş gibi hissediyorum. Kim izin verdi durup dururken o kapıların açılmasına? İyileşmek için geldiğim bu yerden, büsbütün delirip çıkacağım herhalde. Taksiye binmekten vazgeçtim. Beşiktaş iskelesine kadar yürümek iyi gelecek. İnsanlar sağımdan solumdan akarken, çığlıklar, koşturmalar, tokat sesleri, beynimin içi panayır yeri.

Annem koşuyor ilk, kardeşimin çığlığını duymuş, beni, kuyunun başında aşağı bakarken görünce omzumdan tutup kenara iterek eğiliyor ve koyveriyor kendini yere. Yaralı bir hayvan gibi uluyor. Dizlerine vurarak sallanıyor. Babam geliyor annemin sesine. Önce anneme bakıyor, ona doğru koşarken beni görünce yönünü değiştirip yanıma yaklaşıyor…

Vapura doğru yürürken yol üzerinde bir büfe görüyorum. Midemin bulantısı açlıktan mı yoksa yirmi beş senedir kapalı duran o kapının arkasındaki toz dumandan mı kestiremiyorum.

“Bir çift kaşarlı tost alabilir miyim?”

“Hemen abla.”

“Ablama bir çift kaşarlı!”

Tostun sıcağı parmak uçlarımı yakarken, biraz daha yaksın diye, biraz daha sıkı tutuyorum. Acı çekmekten zevk almak… Tuhaf bir haz bu.

Babam eğiliyor o sıra, omuzlarımdan tutarak “Ne oldu kızım?”, diyor. Cevap veremiyorum. Parmakları omzumun kemiklerine batıyor, “Konuşsana kızım, ne oldu burada?” “Oynayacaktık biz,” diyorum, “şakacıktan, bö dedim ben ona.” Annemin uluması kesiliyor, bana doğru dönüp, çitanın avına atladığı gibi atlıyor üzerime, pençelerini yüzüme geçiriyor. “İblis” diyor, “İbliiiis! Öldürdün sonunda çocuğumu!” Babam, ne yapacağını şaşırmış, beni kucağında, havada döndürüp annemden korumaya çalışırken, annem hala beni eline geçirmeye çalışıyor. Babam ise boşta kalan koluyla onu benden uzak tutmaya… Sonunda sabrı taşıyor babamın, boştaki elinin tersiyle önce anneme bir tokat patlatıyor, sonra beni fırlatırcasına yere atıyor. “Dur be kadın! Hele bir anlat. Ne oluyor?” Babam bağırınca, annem, kuyuya doğru kendini sürüyerek sırtına taşlara yaslayıp, zar zor kaldırdığı eliyle aşağıyı işaret ediyor. Babam, kuyunun başına gelip aşağıya baktığında gördüğü manzara karşısında, son nefesini almış da bir daha hiç veremeyecekmiş gibi bir ses çıkartıyor göğüs kafesinin ta derinlerinden.

-İyi akşamlar, Kadıköy vapuru için bir jeton alabilir miyim? Kaç dakika var kalkmasına?

-On beş dakika var hanımefendi. Buyrun.

Turnikelerden birine jetonu atıp, bekleme bölümündeki banklarından birine doğru yürüyorum.

Bir sürü üniformalı adam doluyor bahçenin içi; polis, itfaiye, ambulans. İtfaiye, kardeşimi siyah bir poşetin içinde, çelikten bir sedyeye üç ayrı yerden bağlamış çıkartırken, annem ambulansta, babam ise polislerle konuşuyor.

Gelen vapurla herkes gibi ayaklanıyorum. Uğultu, sıkışıklık, itiş, kakış, kokular, hepsi birbirine karışıyor. Vapurun kıç tarafına doğru ilerliyorum. Buradan kendimi denize atmaktan hep çok korktum. Bugün korkmuyorum. İnsanın yüreğine ağırlık bindiren bir düdük sesiyle hareket ediyoruz.

Kardeşimin içinde yattığı siyah poşeti, boş olan ambulansa yerleştiriyorlar. Diğer ambulansta annem. Hemen arkalarında, polis arabasında, ben ve babam. Siren sesleri bütün sokağı inletirken, meraklı ve acıyarak bakan mahallelinin arasından yavaşça geçiyoruz.

Vapurun halatlarının bağlandığı demirin üstüne çıkıp, bir elimle sancak direğini tutarak, kendimi bıraktığımaya hazır olduğumda yine bir ses yankılanıyor kafamın içinde.

“Korkak! Sen kim? Ölmek kim?”

Ah anne… Ömür boyu bırakmayacaksın yakamı değil mi?

Arkamdan seslenenlere. “Hanımefendi, yaptığınız çok tehlikeli, inin lütfen oradan” uyarılarına aldırmadan diğer elimi de çekiyorum direkten. Rüzgarında kuvvetiyle, suya değil de kaldırıma çakılmışım gibi hissederek denizi boyluyorum.

Annem, kardeşimin mezarı başında, tırnaklarını bu sefer toprağa geçirmiş kesik kesik inlerken, babam, o minicik vücudu mezara yerleştiriyor. Ağladığını görmüyorum ama koca bedeni sarsılıyor zaman zaman. Sırtını izliyorum, omuzlarının kalkıp inişini, derin derin nefes aldığında çıkan ve tekrar içeri göçen kürek kemiklerini.

Toprak kardeşimin üzerini örterken, ben hiçbir şey hissetmiyorum.

Vapurun arka motorunun yarattığı basınçla, denizin içinde taklalar atarak alabora olan vücuduma, burnuma ve ağzıma dolan tuzlu su eşlik ediyor. Genzim, ciğerlerim cayır cayır yandığı sırada, suyun yüzeyine çıkmak için refleksle çırpınırken, artık yukarıya mı gidiyorum yoksa iyice dibe mi batıyorum kestiremiyorum. Ölmek için can atarken, yaşamak için çırpınmak…

Hayatımın özeti, paradoks kelimesinin sözlük anlamında saklı.

Shares:
19 Yorum
  • Helin
    Helin
    31 Ocak 2021 at 16:37

    Offf resmen yaşadım 👏 Hiç durma hep yaz sen 💜

    Reply
    • Duygu Değirmenci - Prospektüs
      Duygu Değirmenci - Prospektüs
      9 Şubat 2021 at 18:28

      Çok teşekkür ederim :)

      Reply
  • Burcu
    Burcu
    31 Ocak 2021 at 16:57

    Harikaydı 👍

    Reply
    • Duygu Değirmenci - Prospektüs
      Duygu Değirmenci - Prospektüs
      9 Şubat 2021 at 18:28

      Çok teşekkür ederim :)

      Reply
  • Derya
    Derya
    1 Şubat 2021 at 05:34

    Nefesimi tutarak okudum, cok surukleyiciydi

    Reply
  • SİNEM
    SİNEM
    1 Şubat 2021 at 07:00

    Adeta o anı yaşamak… İnanılmaz sürükleyiciydi 👏

    Reply
  • Kavun
    Kavun
    1 Şubat 2021 at 07:08

    Betimlemeleriniz çok güzel…

    Reply
  • Okan
    Okan
    1 Şubat 2021 at 10:17

    Insan okurken yaşıyor resmen yureginize saglik👍

    Reply
  • Kübra Altınok
    Kübra Altınok
    1 Şubat 2021 at 18:10

    Bitmesin diye beklenen, bir o kadar nereye varacak diye merak edilen çok sürükleyici bir anlatım olmuş, yüreğinize sağlık

    Reply
    • Duygu Değirmenci - Prospektüs
      Duygu Değirmenci - Prospektüs
      9 Şubat 2021 at 18:29

      Çok teşekkür ediyorum :)

      Reply
  • Rana
    Rana
    1 Şubat 2021 at 21:01

    Çok sürükleyici, bitmesin istedim okurken.Mükemmel

    Reply
  • Ebru
    Ebru
    1 Şubat 2021 at 21:20

    Sonunu biran önce öğrenmek için heyecanla okumak..

    Reply
  • Kenan
    Kenan
    2 Şubat 2021 at 05:49

    Ruhsal bir kişilik yaratma hissi vermiş güzeldi ruhunuza sağlık…

    Reply
    • Duygu Değirmenci - Prospektüs
      Duygu Değirmenci - Prospektüs
      9 Şubat 2021 at 18:29

      Çok teşekkür ederim

      Reply
  • Serhat SONGUR
    Serhat SONGUR
    4 Şubat 2021 at 09:18

    Mukemmelllllllll…..

    Reply
  • Naci Songur
    Naci Songur
    4 Şubat 2021 at 19:39

    çok heyecanlandım korku filmi mı kötü bir rüyamı açık gozle görülen rüyamı beyninizin içindeki bu fırtınalı öykü….akisi çok güzel ateş gibi heyecanlı…ellerinize saglik

    Reply
  • Diler Dinçkal
    Diler Dinçkal
    4 Şubat 2021 at 21:54

    Dili yalın ve çok akıcı. Her iki bölümde de okurken kendimi alamadım..yeni bir best seller yazar geliyor kanımca…yolun açık şansın bol olsun Duygu…..

    Reply
  • Selen
    Selen
    6 Şubat 2021 at 11:29

    En son ne okurken bu kadar heyecanlanmış fakat bitmesin diye ağırdan almıştım hatırlamıyorum. Gerçek paradoks hissini yaşatan bir yazı. Tebrikler….

    Reply
  • Günay Avcı
    Günay Avcı
    4 Ağustos 2022 at 07:57

    Çok güzel öykü, tebrikler.

    Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir