Odaya sinen sigara ve geceden kalma tarhana kokusu, insanın uyudukça uyuyasını getiriyordu. 

Salih, her sabah aynı mutsuzlukla uyanmaktan, hatta hala uyanabiliyor olmaktan bezmişti. 

Kızını bir cinayete kurban verdikten sonra katilini bir türlü bulamayınca, zamanla karısı ve oğlu tarafından da terk edilmiş, bu yüzden emekli olmasına rağmen polisliği bırakmamıştı. Ağrıyan sırtı, odanın havasızlığından ve sıcaktan yapış yapış olmuş vücuduyla doğrulup yatağın ucuna oturdu. Ayaklarını aşağıya sarkıtıp bir süre parkelerin arasında açılmış olan yarığa baktı. Yakında böcek de çıkardı buradan. Çorba kâsesinin üzerinde dönmekte olan karasineklerden biri gelip yüzüne kondu. Eliyle silkeledi. Kalktı. Düşmüş omuzları, yürürken sanki sürüklediği bacaklarıyla tuvalete gitti. Yüzüne soğuk suyu çarpıp kafasını kaldırdığında aynada önce kendisiyle, sonra hemen arkasında duran kızı Nisan’la göz göze geldi. Salih hazırlıksız yakalandığı için bir an irkilse de, Nisan ona gülümseyerek bakıyordu. 

-Günaydın baba

“Günaydın güzelim”, derken, her sabah olduğu gibi, boğazına oturan yumrudan sesi titredi Salih’in. Nisan’ın ziyaretlerine alışmıştı ama her defasında aynı bıçak sıyırıp geçiyordu etini. 

-Dün gece çok sayıkladın yine

-Öyle mi?, dedi yüzüne havluya silerken, “Ne demişim?”, “Bulacağım”, dedin. Hep “Bulacağım Nisan”, dedin.

-Çünkü bulacağım güzelim

“Bul baba” dedi Nisan. Yüzü karardı. Gözlerinin altına mor halkalar çöktü, dudaklarının kenarı aşağıya doğru sarktı. Büyükçe bir kan öbeği oturdu elmacık kemiğinin tam üzerine. Salih’in, Nisan’ı morgda gördüğü son haliydi bu.

“Yapma Nisan. Yapma güzelim. Dayanamıyorum.” derken, önce lavaboya tutundu, sonra bacakları tutmadı yere çöktü. Başını ellerinin arasına alıp “Yapma”, diye sayıklayarak, ağlamakla, haykırmak arasında kaldı bir zaman. Üç sene geçmişti. Üç koca sene. Her sabah aynı günaydın…

Israrla çalan telefon sesiyle kendine geldiğinde Nisan gitmişti. Lavaboda suyun altına soktu kafasını. Öyle halsiz düşmüştü ki, alnından burnuna, yanaklarından dudaklarına süzülen soğuk suyun altında uyuyabilirdi o an. Suyun altından çıktığında aynaya bakmadı. Yüzünü kurulamadı. Yüzünden boynuna, ensesinden sırtına dökülen sulara aldırmadan salona geçti. Emniyet Müdürü Hasan Bey’di arayan. 

-Salih! Kardeşim sana ulaşmak da devlet meselesi haline geldi artık! Nerelerdesin yahu?

-Duştaydım müdürüm kusura bakmayın, bir şey mi oldu?

-Oldu tabii ya! Hatırlatıp da yaranı deşmek istemiyorum ama Nisan’ın kaybolduğu gece, kaybolmadan hemen önce izlediği rotayı hatırlıyor musun?

-Evet, hatırlıyorum. Bir gelişme mi var?

-Gelişme mi bilmem ama aynı rotayı kullanan iki genç kız daha aynı yerde kaybolmuş iki gün önce. O sokaktan sola dönmüşler ve bir anda sır. Yoklar.

Bir ses duydu o an,

-Yazık olacak onlara.

Ani bir hareketle kafasını soluna çevirdi. Sessizliği ile yitip gitmiş bir kız çocuğu. Nisan. Sanki hiç gitmemiş gibi ona bakıyor, kucağında tuttuğu oyuncak mor kedinin kulaklarını çekiştirerek elinde çeviriyordu. Müdürü hala telefonda bir şeyler söylerken, telefonu kulağından uzaklaştırarak Nisan’a döndü Salih.

-Ne demek yazık olacak onlara?

-Bana yaptıklarını yapacak baba.

-Kim o Nisan? Bulabilir miyim kızları?

-Beni bulduğun yerde baba.

Salih midesine koca bir yumruk yemiş gibi Nisan’a bakakaldı. Nabzı hızlanmış, ensesi karıncalanmaya başlamıştı. Hasan Müdür hala telefondaydı, “Aloo Salih, Salih duyuyor musun beni?”, Salih telefonu kapattı ve o sırada çalan kapıyı açmak için bir hışım yerinden kalktı. Gelen, Salih’in yirmi yıldır beraber çalıştığı ortağı Tahsin’di. Salih’in kapıyı öfkeyle açmasına şaşırmış, ısırmak için ağzına tıkıştırdığı sandviç ile donakalmıştı.

-Sen miydin Tahsin?

-Ne oluyor abi ya? Aradım kaç kere?

-Hasan Müdür’le konuşuyordum, görmedim. Geç içeri, hazırlanıp geliyorum hemen çıkalım.

Salih üzerine siyah bir gömlek, altına bir kot pantolon geçirip salona geldiğinde Tahsin tarafından, kuş cıvıltısına benzeyen bir ıslıkla karşılandı.

-Valla on sene sonramın idolüsün ha Salih abi.

-Saçmalama be oğlum, hadi çıkalım.

-Yok yok, bir baksana aynaya, sen elli beş yaşındasın, ben kırk beş ama gözüken; sen kırk, ben altmış.

Göbeğini hoplatarak güldü Salih. Tahsin de olmasa, sabahları şu bezgin havayı değiştirecek kimsesi yoktu.

Arabaya bindiklerinde Salih’in aklında Nisan’ın cesedini buldukları yer vardı. Midesine giren sancılarla baş etmeye çalışarak, aracını, Galata Köprüsünün altındaki, lağım kokan çamur araziye sürdü.

Tüm yol boyunca ne açmaya çalıştığı muhabbetlere, ne de nereye gittiklerine dair sorularına cevap alabilen Tahsin, geldikleri yeri görünce şok olmuş halde başını Salih’e doğru çevirdi.

-Yok artık!

-İn hadi…

DEVAM EDECEK…

Shares:
4 Yorum
  • Hale
    Hale
    10 Şubat 2021 at 09:14

    👏🏼👏🏼👏🏼

    Reply
  • Gamze
    Gamze
    10 Şubat 2021 at 11:36

    Çok sürükleyici. Merakla devamını bekliyorum.

    Reply
  • Neslihan
    Neslihan
    10 Şubat 2021 at 11:40

    Devamı sabırsızlıkla bekliyorum..her hafta müdavimi olduğumuz dizileri izlerken en heyecanlı yerinde bitiverir ya hani sonraki 8gün şafak sayarız öyle bir his işte.kalemine sağlık🍀

    Reply
  • Selen Songur
    Selen Songur
    11 Şubat 2021 at 22:11

    Deeeeevam deeeeeevam…. tamamı olsa bu gece biterdi. Sonra ben de biterdim. Ama olsun değerdi….

    Reply

Hale için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir