Rehber, takip kartonunu havaya kaldırarak tura katılanlara trene binme vaktinin geldiğini söyledi.Yolcular ellerindeki irili ufaklı valizler, sırt çantalarıyla koridorlarda yerini bulmaya çalışıyordu. Havalı korna sesiyle yolculuğun başladığının işaret fişeği verildi. Emekli Diplomat Orhan Bey ve eşi Tenzile Hanım fark ödeyerek, yataklı özel vagonu tercih etmişlerdi. Kadın yetmiş yaşındaydı. Eşi, evliliklerinin kırkıncı yılında sürpriz olarak “Doğu turu satın aldım,” dediğinde biraz hayal kırıklığına uğramıştı. Kendini şarka sürgüne gidiyormuş gibi hissediyordu. Tek şartı avamla bir arada olmadan ayrı yerde seyahat etmekti. Yıllarca Avrupa Başkentlerinde Sefirelik hayatı yaşamıştı. Şimdi kaz eti yemek için bu eziyete katlanmak anlamsız geliyordu. Kürk mantosu, başında kalpağı mesafeli davranışıyla herkesten farklı olduğunu ilk anda ortaya koymuştu. Tren koridorunun kendine has kokusunu duymamak için eliyle burnunu kapatmaya çalışırken, boğazı gıcık yapmıştı.
Bir an önce kompartımana yerleşmek istiyordu. Orhan Bey, eşinin aksine her şarta çabuk uyum sağlayan biriydi. Uzun boylu, atletik yapılı, hafif dışarı çıkmış göbeğine ara sıra kafası takılsa da küçük şeylerden mutlu olurdu. Yeni yerleri görmek en büyük tutkusuydu. Dünyayı bir ucundan diğer ucuna görevi gereği gezmişti. Şimdi sıra ülkesindeydi. Valizleri yatak altına yerleştirdikten sonra karşılıklı cam kenarına oturarak dışarıyı seyretmeye başladılar. Doğanın uçsuz bucaksız uzanan sessizliğini tekerleklerin tıngırtısı bozuyordu. Uzak tepelerde evlerin bacalardan çıkan gri duman, masalımsı görüntü sergiliyordu. Şehrin yorucu karmaşasından her geçen dakika uzaklaşıyorlardı. Tren raylarda ilerlerken, karısının zarif elini dudaklarına götürüp, öptü. Tenzile Hanım’ın yanakları pembeleşti, gülümsedi. Orhan Bey “Emin ol karıcığım bu yolculuk ikimiz için hayatımızın makas değiştirmeden süren rutinine canlılık katacak. Seni bilmem ama ben çok heyecanlıyım,” dedi. Kadın, boynunu hafif yana eğip “Umarım,” demekle yetindi. Camlara vuran yağmur damlacıklarının ardı arkası kesilmiyordu. O sırada vagonun kapısı iki kez çalındı. İçeri giren memur, biletleri kontrol ettikten sonra restoranda yemek servisinin başladığını haber verdi. İsteksizce yerinden kalkan Tenzile Hanım’a kocası her zamanki nezaketiyle yol verdi.
Restorana yaklaştıkça yemek kokuları artmaya başladı. Kapının sürgü kolunu iten Orhan Bey, tur rehberinin onlara ayarladığı masayı göstermesiyle içinden ‘oh!’ Dedi. Karısının belirsizliklerden hoşlanmadığını bildiği için, beyaz masa örtüsü serilmiş servis tabakları hazır yere oturdular. Yemek vagonunun camları buharlanmış, kahve kokusuna şen kahkahalar eşlik ediyordu. Seyahat arkadaşlarından kırklı yaşlarında bir adam etrafına topladığı gençlere bir şeyler anlatıp, gülüşüyorlardı. Onların arkasında tek başına oturan kadın, elinde tuttuğu kitabın kapağını açtı. Önce yazarın biyografisine göz gezdirdi. Kaç eserinin yayınlandığını,kaçıncı baskı olduğunu, okudu. En son sayfanın numarasına, arka kapağa baktı. Kitabı sol tarafına bırakıp, saman renkli defterinin ilk sayfasının sağ köşesine tarih atarak yazmaya başladı; Kendimleyim deyip, kendimi kandırıyorum. Sonbaharı evdeki sandalyeme bıraktım. Omzuma babaannemin ördüğü yün şalı atarak, karlı kışa doğru yola çıktım. Çocukluğumda kaldı; kızak kayan, pembe yanaklı geçmişimin sokak araları… ‘Sana ne getireyim?’ diye sormuştun da, ‘Farklı bir Hayat’ demiştim ya! İşte o gün bugündür arayışım devam ediyor. Şimdi bir trende yolculuk yapıyorum. Ama biliyorum ki; Ben içinde tersine yürüsem de o yoluna devam etmekten vazgeçmeyecek, diye son yazdığı cümleye tekrar bakarak defteri kapatıp, garsona şekersiz bir kahve sipariş etti.
Beyaz önlüğünün bağcıklarını arkada zorla bağlayan, göbeği burnuna değmeye az kalmış şef masaya yaklaştı. Menüyü inceleyen Tenzile Hanım, kararı kocasına bıraktı. Yemek siparişi verildikten kısa bir süre sonra garson utana sıkıla “Efendim, içki satışı yapılmamaktadır, yemeğiniz hazırlanıyor,” deyince Orhan bey sakinliğini bir anda kaybedip kaşlarını çatarak “Otuz yıl devletine hizmet etmiş Büyükelçi’ye nasıl yasak koyarsınız?” derken yolculardan genç bir kız yanlarına yaklaştı. “Yasaklar delinmek içindir beyefendi. Size zulamızdan Öküzgözü kırmızı şarabı ikram etmek istiyorum. Afiyet olsun!” dedikten sonra şişeyi uzatarak, arkadaşlarının yanına döndü. Karı koca sürprizin yarattığı mutlulukla birbirinin gözlerine bakarak, su bardaklarında kadehlerini tokuşturdular. Trenin rayda çıkardığı tıkırtılar eşliğinde gecenin ilerleyen saatinde restorandakiler, vagonlarına gitmek üzere masaları boşaltmaya başladılar. Tipiye dönen kar camları örttüğünden dışarısı görünmüyordu. Birden koridor ışıkları arka arkaya kesilmeye başladı. Kısa aralıklarla gelip, tekrar söndü. Zaman geçmek bilmiyordu. Görevliler karanlık koridorda sağa sola çarparak “Sakin olun!” çağrısında bulunuyordu.
Tur rehberi, telefonun feneriyle birlikte geldiği insanları arıyordu. Başlarına bir şey gelirse, önce şirket sonra kendisi sorumlu tutulacak korkusundaydı. Yolcular ne olacağının bilinmezliğiyle, dışarıdan gelen uğultulu kar sesini melankolik çaresizlikle dinliyordu. Trenin içi soğumaya başlamıştı. Orhan Bey, birazda suçluluk duygusuyla Tenzile Hanım’ı omuzlarından sardığı anda kapı çalındı. Kondüktör “Büyükelçim beni bağışlayın ama sizden bir ricam olacak. Burada ne kadar daha kalacağımız belli değil. Dağ başı gibi bir yerdeyiz. Yardım talebimizi gerekli yerlere ilettik. Ancak karın şiddeti arttığı için ne zaman gelirler, bilmiyorum. Her yer soğumaya başladı. Dışarıda bekleyen kadın sekiz aylık hamileymiş. Bir süre kompartımanınızda konuk eder misiniz?” dedi. Adam çaresizce karısının yüzüne baktı. Kadın, ‘Allah’ım başımıza gelenler yetmemiş gibi bir bu eksikti. Neyin nesi, kimin fesi? Hırsız mı? Nereden gelip, nereye gidiyor? Hakkında hiçbir şey bilmediğimiz insanı yanımıza almamalıyız’ diye düşünürken, genç kadın daha fazla ayakta duramadı. Fenalaşarak, bayılıp ikisinin arasına düştü. Davetsiz misafiri telaşla yerden kaldırıp koltuğa yatırdılar. Bir şeyler söylemeye çalışıyor, sayıklıyordu. Tenzile Hanım, isteksizce kürk mantosunu titremeye başlayan kadının üstüne örterken, rahmetli dedesinin “Eğer biri üşüyorsa ısınmak istiyordur, karanlıklar içindeyse ışığını kaybetmiştir. Eğer bir gün vicdanla aklın arasında seçim yapmak zorunda kalırsan, ruhun çürümesin istiyorsan insanlığın adına vicdanı seç,” sözleri aklına geldi. Hamile kadının kürkün ihtişamıyla sarmalanmış bedeniyle, terden ıslanmış saçları birbirine tezattı. Ay ışığı,karanlık geceden firar etmişçesine içeriye cılız bir selam gönderiyordu. Kadının karakaşlarının ortasında kız çocuğu emziren annenin sütüyle isi karıştırarak yapılmış, üç noktadan oluşan dövme vardı.
Güneş ışığı camların üstündeki kar taneciklerini yavaş yavaş eritiyordu. Genç kadın yattığı yerden doğrulmaya çalıştı. Tenzile Hanım yıllardır üzerine yapışan kibrini bir kenara bırakıp, elini ona doğru uzatarak kalkmasına yardımcı oldu. “Doğum ne zaman?” diye, sordu. Söyleneni anlamadığı besbelli olan iri siyah gözlerini hamile karnında gezdirmeye başladı. İki elini çenesinin altında birleştirip minnet duygusunu belirtti. O sırada dışarıdan gelen sesi duyunca rengi sarardı, soldu. Adam “ O kadın hangi cehenneme gitti?” diye bas bas bağırıyordu. Karı koca birbiriyle göz göze geldiler. Şimdilik durumu anlayana kadar genç kızı saklamaya karar verdiler. ‘Bazen uzak gördüğün ne kadar yakının oluyor, yakınındaki ise ne kadar uzağına düşüyor’ diye düşündü, yaşlı kadın. Yeter ki! Bebek biraz beklesin… Karşılarında oturan çocuk gelini, ilk istasyonda sarıp sarmalayıp hastaneye yatırmak için plan yaptılar.
Kompartıman kapısından başını uzatan tur rehberi “Beyefendi, çok şükür sağ salim ineceğimiz istasyona geldik. Yardım edeceğim bir şey var mı?” dedi. Kadın muzipçe bir gülüşle “Biz artık iki değil, dört kişiyiz. İnmemize yardımcı olursanız sevinirim,” dedi. Rehber şaşkın bakışlarla kürk mantonun içinde karnını gizlemeye çalışan, kara sarıya dönmüş çocuksu yüzün bakışlarına acıyıp, küçük kadının koluna girdi. Tura katılanlar birer birer treni terk ederken, Orhan Bey ve Tenzile Hanım, on dört yaşındaki çocuk gelinle birlikte garda duran ilk taksiye bindiler. Kız arka koltukta başını kadının dizlerine koydu. Önde oturan emekli büyükelçi arkaya dönerek “Bebeğin adı Ümit olsun, ne dersin?” dedi.
Fethiye Demirsöz
Güzel bir hikaye, bu kadar kısa olmasına rağmen derinliği bulunan ve karakterleri anında resmettiren güzel bir anlatım dili. Yazarı tebrik ediyor yazmaya devam etmesini rica ediyorum. Okumaya ihtiyacımız olduğu kadar yazmaya da ihtiyacımız var…