Annemin fısıltılı yakınmalarıyla uyandım. Babamın köyüne geldik. Gece sinekler ısırmış bacaklarımı. Kabuk bağlamış kaşımaktan. Yoldum, kanattım. Başka buranın sinekleri, yapışıp kalıyor dokunduğu yere. Etrafa sinsice yayılan bok kokusundan mı? Uyandığım kanepe de aynı kokuyor. Çişim geldi. Tuvalete gidiyorum. Hela diyorlar burda. Gözüme ilişiyor birden. Duvara halı asmışlar, tablo yerine. Kilim değil halı. Anneannem öğretmişti anlamını. Kapıların gıcırtısı nereye gittiğini söylüyor. Üst katta yokmuş tuvalet. Çok küçükken gelmiştim. Bir Kere. Zorla. Yeni fark ettim o yüzden. Arandım, durdum. Aşağı indim. Bu merdivenler de gıcır gıcır. Adımlarımı sayıyor benim yerime. Mutfaktan sesler geliyor. Merdivenin sağ tarafında, kiler gibi dapdar. Babaannem bilmediğim bir dil konuşuyor halamla. Küfür mü ediyor, dedikodu mu yapıyor belli değil. Tınmadım. Zaten anlamıyorum. Yürüdüm gittim helaya. Beni görmediler. Sabunu bulamadım, sifonu da. Telaşla çıktım merdivenlerden. Pis hissettim.
Annem mavi penye elbisesini giymiş. Önden düğmeli. Süslenmiş. Köy olsa da süslenmiş. Babaannem var diye. 35 yaşında. Genç diyorlar ama bana yaşlı geliyor annem. Saçları beyaz değil, yüzü çizgi dolu. “Üstünü değiştir, ellerini sürme bir yere!” Mikrop varmış, hasta olurmuşum, alışık değilmişim. Halam geldi giyinirken. Sabunla isli renk havlu verdi. “Kurban olduğum“ diyerek sulu sulu öptü. Yanaklarım ıslandı. Tükürüğü değdi. Anneminki bile değmez.
Ekmek kokusu sardı evi, hayvan kokusu dağıldı. Kahvaltı hazır. Sacda yufka pişirdiler. Bir de çekirdeksiz yeşil zeytin, kırmaymış adı. Herkes doluştu, halamın çocukları falan. Kuzenlerimmiş. Çoktan kalkmışlar. Biri traktörün tekerleğine oturmuş. Ayakları çıplak, çamur içinde. Diğeri, ineğin kıçına dayanmış sümüğünü yiyor. Öteki mutfakta çay döküyor. Erkek olan da oturmuş masaya. Alçak bir tahta masa. Eğri büğrü. Sallanıyor. Herkese sandalye yok. Yufkasına yumurta saran geçiyor bir köşeye. Annemle ben oturuyoruz masada. Bir de o erkek kuzen. Babam da biliyormuş onların dilini. Babaannemle anneme bakarak bağıra bağıra konuşuyor. Merak ediyorum. Dikiyorum gözlerimi. Babaannem beni görünce alçaltıyor sesini. Bayram sabahı. Şeker bayramı. Şeker veren yok. Çok sıcak hava. Rutubetli, mesafeli. Babamın köyüne geldik.
Kahvaltı bitince köyü gezelim dediler. Annem rujunu tazeledi. Babam söylenip durdu içinden, duyurmadan. Çocuklar kollarımdan çekiştiriyor. “Sen kal kız, annenlerle gitme! Oynarız.” Sevindim. Çocuklar olunca sıkılmam dedim. Kaldım. Çamurlu bahçede bir oraya bir buraya. Ahıra girdik sonra. “Süt sağcan mı?” dedi. Dokunamam ben. Bir de isim takmışlar ineklere; Huriye, Nuriye, Asiye. Daha neler! Herşeye gülüyorlar. Kısık gözleriyle. Elleri lekeli. Avuçları kabuk bağlamış. Mutlular ama. Benden daha mutlu. Kalabalıklar çünkü. Biri saçıma dokunuyor, öbürü dişlerimi seviyor gözleriyle. “Kız senin dişler yapma mı?” diyor omuzlarımdan çekiştirerek. Sapsarı dişleri. Belli hiç fırçalamamış.
Babamın köyüne geldik.
Akşam oldu. Yorulmuş benimkiler. Akrabalara gitmişler. Kapı kapı dolaşmışlar. Bayramdan değil, babam annemi gösteriyor köydekilere. Tarladan dönenler dönmüş. Biri hariç. Mustafa geçiyor cümlelerde. Annemle Fransız gibi anlamaya çalışıyoruz. Eniştemmiş. Hiç görmedim. Halamın kocasıymış o da. Telaş oldu. Sesler yükseldi. Babam amcamla aramaya gitti. Bir de yan komşu, yenge geldi. Pek bir oynuyor orası burası. Kendisinden önce bileziklerinin sesi geliyor. Kıvırcık seyrek saçlarını oksijenle açmış. Annem hiç böyle değil. Bizim dilden konuşuyor neyse ki. Anlıyorum sonra. Meğer hiç sevmezmiş bu kuzenler babalarını, ondan aramaya gitmediler. Dövermiş kızları. Erkek olan gitti bir sorup soruşturmaya. Ona çok para verirmiş. Babaannem köşede ağlıyor. Şalvarına düşüyor gözyaşları. Halam kaskatı. Sanki biliyormuş gibi nereye gittiğini. Kin kusuyor gözleri. Dudakları titriyor sinirden. Yumrukları siyah tırnaklarını bile saklıyor. Başörtüsüne alnından akan terini siliyor.
“Mustafa,” diyor yenge, ‘sabah kaçta çıktı ki telaş ettiniz bu kada. Geli geli. Ne yoruyon misafirleri!” Avucunun tersiyle seyrek saçlarını savuruyor nispet yapar gibi.
Babaannem inliyor. Dizlerine vura vura. Babamın köyüne geldik.
Sabah oldu, sabahlar oldu. Mustafa gitti gelmedi.
Döneceğimiz gün amcam suçlu suçlu yanaştı avluya. Ben eşyalarımı topladım. Üst katta. Asma katta. Annemi beklerken duydum. Babama “Mustafa Ferideylen kaçmış.” dedi.
Annem de duydu yukardan, hızlıca açtı kapıyı. Göz göze geldik.
“Feride kim? “dedim.
“Yengenin kardeşi.”
Babaannem dövündü durdu. Hala sessiz sedasız dört çocuğuyla içinden ağladı. Söylemek istedi. Bağırmak istedi. Sustu.
Babamın köyüne geldik.
Pelin Oktay
Kalemine sağlık Pelincim…❤️❤️