Pelin Buzluk Kimdir?

1984’te Ankara’da doğdu. ODTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü’nü bitirdi. Öykü ve yazıları 2002’den bu yana çeşitli dergi ve seçkilerde yayımlandı. Deli Bal (2010) adlı ilk öykü kitabı Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’ne, ikinci öykü kitabı Kanatları Ölü Açıklığında (2012) Selçuk Baran Öykü Ödülü’ne, son öykü kitabı En Eski Yüz (2016) ise Sait Faik Abasıyanık Hikâye Armağanı’na layık görüldü. Belli aralıklarla “Öykü Üzerine 5 Hafta” başlıklı semineri yürütüyor. Son iki yıldır Ankara Öykü Günleri’ni organize ediyor. Hem mühendis hem serbest editör olarak çalışıyor.

Pelin Hanım merhabalar, öncelikle misafirimiz olmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. İlk kitabınız Deli Bal’dan başlarsak, yazılarınızda Türkçeyi çok iyi kullanan bir yazar olduğunuz göze çarpıyor. Yazma sürecinde ve daha öncesinde beslendiğiniz, üslubundan ve anlatım dilinden etkilendiğiniz yazarlar var mı?

Tabii ki. Türkçe metinler kadar çeviri metinlerden de çok beslendim. Baştan başlamak gerekirse, bana yazma hevesi veren ilk olarak Murathan Mungan oldu. Yazdığım ilk metinler öykünmeli, belki fazla lirik ve akıcıydı. Dil üzerine düşünmeme, sözcüklerin, seslerin, anlamların ve değişimlerinin peşinden gitmeme, farklı bir açıdan görmek istememe sebep de Bilge Karasu’dur. Onat Kutlar’ın sözcüklerle görüntü yaratmadaki ustalığı beni cezbediyor. Vüs’at O. Bener ve Feyyaz Kayacan ise sözle bir yaşam alanı yaratmayı başarmış öykücüler. Sevim Burak’tan tutumlu sözcük kullanımını öğrendim. Sevgi Soysal’dan oto sansürü kaldırmayı… Dili bozup yeniden kurma cesaretini ise şairlerden aldım. Fikret Ürgüp ve Ayhan Bozfırat’ta, zaman zaman Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nda gündeliğin gizemini fark ettim. “Gizem, belirsiz, bilinemeyen”e duyduğum ilgi, Edgar Allan Poe’nun (Hasan Fehmi Nemli çevirisi) metinlerindeki sözcük seçimi ve üsluptan da rengini aldı. 

Etkilendiğim yazarlara sürekli yenileri ekleniyor ama başlıcaları Sait Faik Abasıyanık, Onat Kutlar, Sevgi Soysal, Nezihe Meriç, Selçuk Baran, Dino Buzzati, Julio Cortazar, Wolfgang Borchert’tir diyebilirim.

İkinci kitabınız “Kanatları Ölü Açıklığında”, içindeki pek çok öyküyle, insanda tokat yemiş hissi yaratıyor. Öykülerinizi yazmak için, kalemi elinize aldıran ilk çıkış noktası ne oluyor?

Benim öykü kurma düşüncelerim bir rüyayı kurmaya benzer. Rüyaların aslında birkaç saniye sürdüğü söylenir. Bu birkaç saniyede sahneleri bir çakımlık görürüz ama uyanıp anlattığımızda bazen dakikalar sürer. Bu sahnelerin arasını doldururuz, her hatırlama gibi bu da bir kurgudur. Ben de sahneler biriktiririm. Bu sahneleri kendim hatırlayacağım şekilde defterime kaydederim. Belli sahneler bir kurgu etrafında birleşir gibi olunca yazmaya otururum.

Deli Bal, Kanatları Ölü Açıklığında ve En Eski Yüz bugüne kadar yayımlanmış kitaplarınız. Bu kitapların içinde, etkisinden çıkmakta güçlük çektiğiniz bir karakter ya da sahne oldu mu?

“Etkisinden çıkmakta güçlük çektiğim” diyemem ama hemen her öykümde sevdiğim sahneler var. Zaten zihnimde beliren bu sahneleri başkaları için de canlandırmak için yazma hevesi duyuyorum.

Çok küçük yaşlarda “Benim de bir gün Can Yayınları’nda kitabım çıkacak,” dediğiniz bir anınız var. O yaşlarda ne istediğini bilmek ve buna inanmak, sonunda ağzınızdan çıkanın gerçek olmasına sebep olmuş sanırım. Bize bu hikâyeyi anlatabilir misiniz?

Ankara Konur Sokak’ta Dost Kitabevi vardı. Annem bana kitap almak için ufak bir para ayırabiliyordu ama kitap almadığımız zamanlarda da eve dönmeden önce gidip orada kitaplara bakardık. Ben Vasconcelos hayranı idim. Okumadığım yeni bir kitabını edinmek için bir süre daha bekleyeceğimi bilerek raflara bakarken, “Bir gün benim de Can Yayınları’ndan kitabım çıkacak,” dedim. Buna emindim. Tahminen 10 yaşındaydım ve bana sorulacak olursa bir romanım ve bir de roman taslağım vardı zaten. O yaşlarda “istemek” ve “başarmak” sözcüklerinin belki benim için sade bir anlamı ve karşılığı vardı. 

Yazar olmak için eğitim alan ve bu alanda kariyer yapmak isteyenlere nasıl bir yol izlemelerini tavsiye edersiniz?

Kendi okuma ve yazma deneyimlerime bakarak bir şeyler söyleyebilirim. Bence yazmak okuyarak ve yazarak öğrenilir. Eğitim size kendi kaleminizi kazandırmaz. Herkes kendi yolunu kendisi bulur. Hangi türde yazmak isteniyorsa o türün iyi örneklerini okumakta fayda var. Eleştiriye açık olmak da iyidir, benim hızlı yol almamı sağladı, sağlıyor. Çağdaşları takip etmek size yazdığınızı değerlendirmekte yardımcı olur.

Aynı zamanda editörlük yapıyorsunuz. Size göre bir yazarın eserini yayınevine ve editöre teslim etmeden önce en çok nelere dikkat etmesi gerekir?

Ben serbest editörlük yapıyorum, yayınevinde editörlük yapmaktan çok farklı bir iş. Yeri geliyor bu iş birinin okuma ve yazma deneyimine eşlik etmeye dönüşüyor, yeri geliyor bir fikirden bir öyküye giden yolda metni birlikte geliştirebiliyoruz.

Bir dosyayı yayınevine nasıl teslim etmek gerekir, sorusuna cevaben yine kendi yaklaşımımdan söz edebilirim. Ben öykülerimi sözcük sözcük, ses ses çalışırım. Dosya oluştururken yazdığım her öyküyü almam. Bazı öyküler sadece yazma deneyimi kazanmak için yazılıyor, her öykünün yayımlanması gerekmiyor. Dosya iyi bir seçki olmalı. Yayınevine teslim ettiğimde neredeyse hiç işi kalmamıştır, ben defalarca didik didik etmişimdir. Ama fikir almaktan da hiç vazgeçmem, bir başka göze her zaman ihtiyaç var. 

Sevgili Pelin Buzluk’a, değerli bilgi ve tecrübelerini bizimle paylaştığı için çok teşekkür ederiz. Kaleminizin hiç susmaması dileğiyle…

Röportaj: Duygu Değirmenci

Shares:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir