Çocukluğundan kalma o eski, ahşap tabureye oturmuştu yine. Başını ellerinin arasına alarak, önündeki mermer sehpada duran satranç tahtasına iyice eğildi. Bildiği tüm oyunları, ezberlediği en çetrefilli varyantları süratle geçirdi zihninden. Bu maçı kazanmak yetmezdi. Ölümün aralarına soktuğu mesafeleri aşarak her fırsatta yanına koşan ve her defasında kazanan babasını sonsuza dek yok edecek bir devam yoluydu bulmak istediği. Nefretini iliklerine kadar kusacağı, yaşam boyu taşıdığı tüm ıstıraplardan bir hamlede kurtulacağı bir mat!
Tahtaya biraz daha yaklaştı.
At x e3!
Tahtanın diğer tarafındaki deri koltukta oturan, çatık kaşlarıyla hamle hesaplamaya çalışan babasıydı. İlk gençlik yıllarında kaybettiği ya da zaten hiç olmayan… Kahverengi koltuğa dimdik oturmuş, gördüğü en iğrenç şeye bakar gibi tiksintiyle izliyordu taşları. Hep aynı bakış! Nefret saçan, hiç ses çıkarmadan küfürler savuran, bıçağın ette bıraktığı yaradan daha keskin izler bırakan o merhametsiz, alçak bakışlar!
Babası, oturduğu yerde iyice dikleşti. Elini kısa bir süre çenesine götürdü. İncecik dudakları, vahşi bir haz duyduğu zamanlardaki gibi titredi. Burun kanatları hafifçe genişledi.
Fil x b2!
Son hamleden sonra boyu tavana kadar uzadı, omuzları oda kadar genişledi. Nefes almak güçleşmişti.
Babasının karşısında endişeyle titreyen vücudu, ahşap taburenin üzerinde giderek küçüldü. Her hamlede biraz daha, giderek daha fazla silikleşti. Elleri, sonra ayakları, düşünceleri, planları… Çırılçıplak kaldı. Gregor geldi aklına. Üzerine basılıp, kabuklu ve yassı bedeninden iğrenç sıvılar akıtarak can verecek bir böcek kadar iğrenç ve çaresizdi. Titreyen ellerini endişeyle tahtaya uzattı.
At c2!
Derin bir korku duydu. Korktuğunda rakibin gözlerine bakmamalıydı. Rakibin gözlerine baktı. Aradaki perdelerin hepsi kalkmıştı. Kahverengi, deri koltuk yoktu şimdi. Babası, cehennemin kızıl alevleri arasına kurulmuş ateşten bir tahttaydı. İnce dudaklarından kızıl salyalar akıyordu. Oynanmış, oynanan ve oynanacak tüm maçların, yaşanmışların ve yaşanacakların tüm bilgisine sahipti.
Vezir d1!
Mat!
Taşı tahtaya vurduğunda çıkan ses, nemli duvarlarda çoğalarak yankılandı.
Taburesinin üzerinde korkuyla oturan, ürkek bir çocuktu şimdi. Tıpkı uzun yıllar evvel babasından satranç öğrenen ve her mağlubiyetin ardından onun pençelerinde kıvranan çocuk gibi…
“Yanlış hamle geri zekâlı, yanlış hamle!”
Elinin tersiyle tüm taşları devirirdi.
“Bir bok olmaz senden!”
Babasının iyice genişleyen vücudu tüm odayı kapladı. Artık nefes almak mümkün değildi. Soluğu kesilmek üzereyken açtı gözlerini.
Haklıydı babası. İşte yine yenilmişti. Kâbuslarında bile mağluptu. Yatağı, üstü başı ıslaktı. Zaten hep yenilirdi. Bir bok olmazdı, olamamıştı!
Odasına gizlenip aptalca oyunlar oynayan, arkadaşlarından dayak yiyen, ayakkabılarının bağcıklarını bile bağlayamayan, her şeye “kız gibi” ağlayan, sıkılıp bunaldığında kekeleyerek herkesi utandıran bir çocuktan ne beklenirdi!
Yattığı yerden kalktı, onlarca turnuvadan kazandığı kupa ve madalyalara sarılarak sessizce ağladı.
Annesi gelseydi bari. Onu eskisi gibi sevseydi.
“Sen babana aldırma” deseydi.
Esra Yüksel
Kalemine,yüreğine,emeğine sağlık Esra Yüksel
Çok teşekkür ederim.
Bir çırpıda okudum, içim daraldı nefes alamadım. O kabusun içine ben de hapsoldum. Kalemine, emeğine sağlık Esra.
Çok teşekkürler Seçil. Nice güzel yazılarda buluşmak dileğiyle…