− Çabuk televizyonu aç Firuzan.
− Dur be daha gözümü açmadan ne televizyonu?
− Bırak konuşmayı da aç şunu.
− Ayol iyi ki biraz kırgınlığımız var diye az miskinlik yapalım dedik, bir uyutmuyorsun.
− Ortalık yıkılıyor sen hâlâ konuşuyorsun.
− Açtım, açtım.
İnsanlık büyük bir tehdit altında. Dünyanın her noktasından ölüm haberleri yağıyor. Ölü sayısı hızla artarken Dünya Tek Güç Örgütü sokağa çıkma yasağı ilan etti. Halk büyük panik halinde evlerine sığındı. Henüz ölümlere neyin sebep olduğu tam olarak bilinmiyor. Bilim insanlarının yaptıkları ilk incelemelere göre uzaydan gelen ve gözle görülemeyen bir düşman tarafından kuşatıldığımız düşünülüyor. Dünya Tek Güç Örgütü özel görevliler tarafından zorunlu ihtiyaçların evlere dağıtılacağını, paniğe gerek olmadığını söylediler. Durumu, en kısa zamanda kontrol altına alınacağını belirten yetkililer bu süreçte herkesin evlerinde kalarak Dünya Tek Güç Örgütü’ne destek vermelerinin büyük önem arz ettiğini vurguladılar.
− Şaka mı bu Lale, ne uzaylısı?
− Mahvolduk, mahvolduk. Daha gençliğimizin baharında.
− Dur kızım bir sakin ol.
− Ne sakini be! Kafanı yastığa koyuyorsun sonra bir bakmışsın eşek cennetine.
− Aman be Lale niye ölüyoruz hemen? İyi tarafından bak.
− Neymiş o iyi taraf?
− İşe gitmiyoruz kızım! Oh, evde yan gel yat. Aç televizyonu o dizi senin bu film benim keyif çat.
− Hım, sen öyle san.
− Ay ne öyle sanıcam. Baksana evden dışarı çıkmak yasak. Çekerim üzerime pijamalarımı, ayağıma panduflarımı, bir de kahve mi yaptım mı tamam.
− Dur o zaman ikinci bombayı da patlatayım. Şimdi de mailleri aç.
− Aman be sabah sabah onu aç, bunu aç. Git uyu azıcık.
− Ne uyuması? Asıl sen bir kahve koy da kendine gel.
− Ayol evde kalmanın keyfini çıkaralım azıcık.
− Bebeğim evden dışarı çıkmak yasak, çalışmak değil.
− Sen ne diyorsun yine?
− Maili aç ne dediğimi anlarsın.
− Ay her yanım kırılıyor. Valla bırak da bir uyuyayım Lale.
− Benim için hava hoş da bizim godoş beklemez. Bir sürü iş kitlemiş.
− Of ya…
− Söylenme hadi onay ver şu evraklara da çalışalım.
− Tamam, tamam. Hadi kapat.
Bu ne şimdi? Bari kahve yapıp şu mailleri bir okuyayım. Of… Şu telefon da bir susmadı. Şimdi de annem arıyor.
− Günaydın anneciğim.
− Yavrum duydun mu başımıza gelenleri?
− Duydum anne.
− Dinle! Şimdi, neler yapman gerek anlatıyorum.
− Biliyorum anne, evden çıkmıyorum.
− Yok be çocuğum. Önce düşmana karşı hazırlıklı olmalıyız.
− Aman anne ne düşmanı?
− Sen şaka zannettin galiba. İş ciddi yavrum.
− Anne!
− İlk iş çamaşır suyu alıyorsun. İtiraz falan istemem. Yoktur senin evinde ben bilirim. Hemen sipariş veriyorsun, bir saat içinde getiriyorlar.
− Çamaşır suyu mu?
− Sus! Savaş halindeyiz. Dediğim gibi hemen çamaşır suyunu alıyorsun. Ha bir de pompalı şişeler var ondan da sipariş et. Hani böyle tabanca gibi sıkınca püskürtüyor ya işte onlardan olsun. İçine bir kapak çamaşır suyu, yok yok az olur bir kapak, iki kapak çamaşır suyu koy, üzerine su ekle. Her yere bunu püskürtüp bir güzel sil. Ev tertemiz olsun. Sakın kulak arkası etme, bak bunun şakası yok yavrucuğum.
− Saçmalama anne hiç öyle olur mu?
− Olur, olur. Mikrop gibi bir şeymiş bunlar zaten. Gözle görülmüyormuş. Çamaşır suyu her şeye birebir. Tek bir toz zerresi bile kalmasın emi yavrucuğum.
− Tamam anne. Hadi kapatıyorum çalışmam lazım.
Ulan herkes yedi kafayı. Yok uzaylılar basmış dünyayı, yok çamaşır suyu ile temizle her şeyi, gözünü ekrandan ayırma, mailleri cevapla. Bu ne ya?
Dünya Tek Güç Örgütü şüpheli kişilerden aldığı kan örneklerini inceledi. Uzaylı yaratıkların nano boyutta, pembe kürecikler şeklinde olduğu tespit edildi. Havada aslı şekilde kalabilen bu yaratıkların tüm yüzeyini kaplayan çıkıntılar sayesinde hareket edebildiği anlaşıldı. Aynı zamanda bu çıkıntılar sayesinde dokundukları yüzeye tutunabildikleri de belirlendi. Böylece insan tenine temas ettikleri anda vücuttan içeri girebildikleri, yavaş yavaş tüm bedeni kuşatarak esir aldıkları ve en sonunda yenik düşen bedenin kendini teslim ettiği açıklandı. Henüz boşlukta yönlerini nasıl belirledikleri ise bilinmiyor. Ancak insan bedenine özellikle göz, burun ve ağız yolu ile girdikleri kesinlik kazandı. Bu nedenle baş bölgesinin özenle korunması gerekliliğine yetkililer vurgu yapıyor. İnsan bedenini çok iyi tanıyan bu yaratıkların özellikle boğaz bölgesine yerleşerek nefes almayı zorlaştırdıkları ve bu sayede boğulmaya sebep oldukları ileri sürülüyor. Bu yaratıkların sabun, çamaşır suyu, alkol gibi maddelere karşı ise son derece zayıf oldukları tespit edildi. Herkesin evine kolonya dağıtımı yapan Dünya Tek Güç Örgütü bu yaratıklarla mücadele için ellerin su ve sabun kullanarak sık sık yıkanmasını, yıkanamadığı durumlarda ise kolonya kullanılması çağrısında bulunuldu.Bir diğer önemli veri ise insan vücuduna on iki saat içinde yerleşemeyen bu yaratıkların kendi kendini yok ettikleri yolunda. Ancak insan bedeninde ise kendilerini hızla çoğaltarak yeni beden arayışına çıkıyorlar.
Demek ki suya sabuna dokunuyoruz on iki saat sonra bu meretten kurtuluyoruz. O zaman evde kalmanın keyfini çıkaralım.
− Lale akşam açalım zoom’u, şöyle karşılıklı ekran başında kuralım çilingir sofrasını. Ne dersin?
− Kuralım bebeğim de sen anlamadın işin ciddiyetini galiba.
− Anladım be kuzum. Alkol iyi geliyormuş ya ondan şey ettim.
− Ya gördün mü televizyonda manyağın teki dezenfektan iyi geliyormuş diye iç sen kezzabı.
− Bu pembe topçuklar beyni de mi yiyor acaba? Ha ha ha!
− Kesin. Ha ha ha!
− Kadın programında da biri çıkmış, “Bol sarımsak,” diyordu.
− Ya hiç sorma… Diğeri de “Paça çorbası yap, sarımsağı da boca et içine,” diye tarif veriyordu.
− Yedi kafayı iyice millet.
− Kafa da yenmeyecek gibi değil ki hani.
− Ay çabucak bu iş bitse de Kadıköy’de bir eller havaya yapsak.
− Dur instagram’da canlı konser var onu da açayım sana. Al işte eller havaya.
− Oh, oh, yandan yavrum yandan.
− Lale bu nasıl iş kızım ya? On iki saatte yok oluyorlar dediler altı ay oldu, bu yaratıkların bir yere gittikleri yok.
− Hiç sorma Firuzan. Üstelik her geçen gün sayıları daha da artıyor.
− O değil de ben artık ofise gitmek istiyorum. Nerdeyse tuvalete bile bilgisayar elimizde gireceğiz. Nedir bu ya? Ne kahve molası ne yemek arası… Hiçbir şey kalmadı.
− Aynen ya. O iş ne oldu, bu rapor hazır değil mi? Her dakika müdürden mail.
− Tamam, sorsun da önce mail atıp beş dakika sonra telefonla kontrol etmek nedir ya?
− Benimki de dün gece 2.00’de yazmış, sonra 2.05’te “Uyuyor musun niye cevap vermiyorsun?” demiş, pezevenk.
− Şaşırdı herkes valla. Evden çalışınca bizde uzaylıya bağladık ya uyumuyoruz, sıçmıyoruz, yemiyoruz ekranın karşısında hazır bekliyoruz.
− Yetti artık şu yaratığı yok eden bir şey bulsunlar.
− Biliyor musun aslında benim bir fikrim var. Dünya Tek Güç Örgütü’ne yazayım diyorum.
− Neymiş o?
− Ne hemen burun kıvırıyorsun? Dinle bak. Özel bir başlık düşündüm. Madem bu yaratıklar sadece bizim vücudumuzda yaşayabiliyor o zaman girişini engelleyelim diyorum. Hem on iki saatte kendi kendilerini yok ediyorlar, değil mi? Öyleyse vücuttan içeri giriş yoksa onlar ölür biz de özgür kalırız. Şerefsizim Nobel bile kazanırım ben bu fikirle.
− Onca bilim insanı çözüm bulamadı sen bir başlıkla durumu çözeceksin ha? Of, Firuzan abartma!
− Sadece başlık değil, annemin çamaşır suyu tabancalarını da kullanacağız.
− Ya git işine. Ben de oturmuş ciddi ciddi seni dinliyorum.
− Yetti valla Lale! Bu böyle devam ederse sen de ben de telefon kulağımızda, ekran karşısında kuruyup gideceğiz. Bari Sedat’la bir kere yemeğe çıksaydık.
− Aman be Firuzan… Millet can derdinde sen, “Sedat,” diyorsun.
− Öyle deme, insanız sonuçta.
− Yok, yok sen kesin yedin kafayı.
− Dur bir dinle. Müthiş bir fikir diyorum bak bu benim başlık.
− İyi , anlat bari, dinliyorum.
− Önce motosiklet kaskını alıyorsun. Biliyorsun başı korumak önemli. Sonra öndeki siperliğin yerine şnorkel monte ediyorsun. Böylece ağzı, gözü, burnu kapadık mı?
− İyi de nefes almayacak mısın? Aldığın nefesle yaratık hop içerde.
− Sen beni nerenle dinliyorsun Lale! Bir sus da bitireyim. Bak şimdi ağız ve burun kısmı da özel bir panelle gözlerden ayrılacak. Burası önemli. Bu panel öyle esnek olacak ki yüzün tüm kıvrımlarına sıkıca oturacak. Anladın değil mi?
− Eeee, sonra?
− Tam ağız boşluğunun karşısına da bir filtre yerleştirilecek. Tabi ki de o sevimli uzaylılarımız filtreden geçemeyecekler. Sonra verdiğimiz nefes özel bir kanaldan dışarı atılacak. Kanal sadece nefes çıkışına izin verecek ama içeri giriş yok, tamam mı? Böyle nasıl diyim emme basma tulumba gibi ağızdan nefes alıp burundan verdikçe sistem çalışacak.
− Bir de bu başlıktan sekiz milyar yapacaksın öyle mi?
− Evet. Herkes on iki saat bunu takacak ve sonra insanlık kurtulacak.
− Of Firuzan! Siktir git ya.
− Ne küfrediyorsun be? İyilik de yaranmıyor. Hem asıl can alıcı kısmını anlatmadım bile.
− Daha can alıcı kısmını anlatmadım diyor ya!
− Sus be kızım. Bak şimdi başlığın alın kısmında özel bir görüş kamerası olacak. Böyle çok ince bir ışık huzmesi yayacak ve görüntüyü alıp işleyecek. Tıpkı bir mikroskop gibi. Bizde pembiş topçukları görebileceğiz. İşte o anda annemin çamaşır suyu tabancaları devreye girecek. O sevimli pembe yaratıkların üzerine çamaşır suyunu püskürttük mü sen sağ ben selamet.
− Yürü git işine ya.
− Ay ben bir altı ay daha böyle yaşayamam. Kaç yaşına geldik Lale daha elimize erkek eli bile değmedi. Hiç olmazsa bir kere olsaydı o iş.
− Firuzan… Firuzan… Firuzan kızım… İyi misin?
− Anne! Sen mi geldin?
− Kaç saattir açmıyorsun telefonunu merak ettim.
− Ne telefonu?
− Ateşler içinde yanıyorsun sen.
− Yaratıklar beni de mi esir aldı?
− Ne yaratığı?
− Hani şu uzaydan gelen pembe küçük yaratıklar.
− Ne sayıklıyorsun sen? Ateşin kaça çıktı acaba? Dur ben doktor çağırıyorum.
Zeynep Parlar
Bu öykü, Erbulak Yazarlık Evi işbirliği ile Dağhan Külegeç Yayınları’ndan çıkan,
“Uykudan Önce-Pandemiden Sonra” kolektif kitabında yayınlanmıştır.
Distopik rüyalarda buluşalım.👏👏👏