Çantasından kırışmış not defterini çıkartıp yazmaya başladı,

Bu dağlar ıssızlıklarıyla kaç ayıbı örter bilir misin?

Sincapların, alaca geyiklerin vatanıdır buraları.

Sevgisizliği, kini de hapsederler mi içlerine?

Uzun kıvrımlı patikalarında kaç sırrı barındırırlar?

Sonra içeriye girip şöminenin ateşini körükledi. Dışarıda tipi şeklinde kar yağıyordu. İçi üşüdü, uyuyamıyordu. Mutfağa gidip bir bardak konyak doldurdu. Yeşil desenli mintanıyla ldal’ı getirdi gözünün önüne.

ldal, on beş yaşından sonra hemen hemen hiç konuşmaz oldu. Ürkek bir ceylan gibiydi. Gözleri kocaman sarı alacalıydı,” demişti annesi.

Peki kendini öldürmesi için bir neden var mıydı?

Belki bir sevdiği vardı söyleyememişti,” diye iç geçirdi annesi. Onun da gözleri hülyalıydı. Belli ki evlat acısı her yerini yakmış kavurmuştu küçük bedenini. Sisli bir sabah vakti pencereden baktığında dut ağacına asılı bedenini görmüştü yavrusunun. Ay hâlâ batmamıştı. Bu köydeki kaçıncı vaka. Hep kızlar kendi canlarını alıyorlar. Badanasız, gariban, taş evler. Küçük pencereli, havasız. Tezek, kokusu her yerde. Annesi konuşurken hep karlı dağlara bakıyordu.

On beş yaşına kadar cıvıl cıvıl, akıllıydı kızım. Okuma yazmayı kendi başına sökmüştü. Sınıfın en akıllısıydı.”

Peki hayalleri var mıydı Güldal’ın? Mesela ne olmak istiyordu?”

Gidip sobada kaynattığı çaydan bardağıma ağır ağır doldurdu. Evin erkekleri döşekte sıralanmışlar içli içli sigara içiyorlardı. Etrafta Şirinin torunları hiçbir şeyden habersiz oyun oynuyorlardı.

Güldal’ım adı üstünde dal gibi bir kızdı, öğretmen olacağdı. Hep öğretmencilik sonra şarkıcılık da oynarlardı. Türkücü olurdu. Sesinde güller açardı. Eline mikrofon gibi hortumu alır türkü söylerdi. Neşeliydi yavrucağım.”

Başını ellerinin arasına aldı. Dövünmeye benzer sesler çıkarıyordu. Baş örtüsünden fırlamış kınalı saçlarını çekiştiriyordu.

O son akşam anladım kendine kıyacak. Kış günü dışarıya çıkmış abdest almaya. Zorla soktuydum dualarla içeri. Sabah bir baktım…”

Haykırmaya başladı.

Söylediği her cümleyi not defterime yazıyordum. Sonra kaymakamla randevum aklıma geldi. Alelacele evden çıkıp merkeze doğru hızlı adımlarla yürüdüm.

Öğlen kaymakam fiyakalı bir yere yemeğe götürdü. Bu olaylarla kasabanın adı anılsın istemiyordu.

Bizim buralar turizmle kalkınacak. Çok güzel projeler yapıyoruz bu taş evler için,” diye söze girdi. Israrla sordukça üstünü kapatmaya çalışıyordu.

Bu kasabayı turizmiyle, otelleriyle, olanaklarıyla yazın. Bırakın bu intiharları falan,” diye dayatıyordu.

Onu memnun etmek için turistik projelere yönelik birkaç soru da sordum.

Taş sokakların arasından geziniyoruz. Bolca gümüş işçiliği var. Avlulara bakan güneşin girmediği karanlık evlerde yaşıyorlar. Kimi kadınlar bahçelerde sessiz çamaşır yıkıyordu.

Kadın ddüşmanı mı bu kasaba?” diye sordum nihayet.

Biz bacılarımızı çok severiz. Bu kasabada okula gitme oranı yüzde seksen.”

Akşam Şirinin kapısını çaldım hırsla. Kocaman çiftliğin bahçesindeki bir metruk yapıydı.

Bana kızının uyuduğu yeri göster,” dedim.

Kadın kapıyı yüzünü örterek açtı. Gıcırdayan tahta basamaklardan yukarı kata çıktık. Evdekiler uykuya hazırlanıyordu. Garip garip bakıyorlardı bana. Dönüp ne bakıyorsunuz kardeşiniz kendini asmış bu yetmez mi, diyemiyordum tabii. Yattığı döşeğin başında Türkan Şoray’ın posteri asılıydı. Duvarlarda karınca duası gibi harfler kazılıydı.

Bu sözcükleri hep yazar mıydı böyle duvara?” diye sorabildim. Ellerim titriyordu. Sokak kapısının hızla çalışıyla kendime geldim.

Kardeşlerinden biri açtı kapıyı.

Ben komiser Murat. Mardin emniyet,” diye kendini tanıttı gelen. Basın gelince mi olay adli bir vaka haline geldi? Şimdiye kadar aklınız neredeydi, diye bağırmak istedim.

Yukarı emin adımlarla çıkıyordu. Siz kimsiniz der gibi bana ters ters bakıyordu.

Biz bu olayı soruşturmuştuk. İncelememiz tamamlandı. Bilmem anlatabiliyor muyum?”

Ne kadar soruşturduğunuzu görebiliyorum. Olay sadece basit bir intihar mı sizce? Bir anlık bir buhran ha? Böyle mi kapanacak bu dram da ötekiler gibi?”

O sırada sakallı, genç bir erkek yanımıza geldi. Ayaklarında plastik terlikler, elinde tespihi vardı. Bıyıklarını çekiştire çekiştire baştan aşağı beni süzdü. Ürperdim ama belli etmedim. Sonra birdenbire bambaşka bir insana büründü. Yarı ağlamaklı yanımıza gelip oturdu. Bacısının ölmeden önce yıkandığı tası aldı eline.

Ona sahip çıkamadık. Belli ki birini sevdi. Yeterince kollayıp gözleyemedik. Kendi kendine sessiz bir gül gibi solmasını izledik gün be gün.”

Birini sevdiğine emin misiniz? Bu bir aşk intiharı o zaman.”

On beş yaşından itibaren hayata niye küssün? Belli ki sizin de bilmediğiniz bir şeyler var?”

Biz kadınların sessizliğine kafa yormayız. Onunkine de yormadık. Zaten biraz aklı gidikti bacımın. Biz de acısını, anlayamadık.”

Analığına baktı. İnce, kırışık dudaklarını büzüştürmüş yere bakıyor, gözleri yaşlı öne arkaya sallanıyordu.

Bacımın cinleri vardı. Onu çocuk yaşta alıp götürdüler. Bu duvardaki yazılar da oradan. Geceleri tespihini çeker, abdestini alır öylece mırıldanırdı. Evin içinde de ne bileyim, ötedekiydi. Öylece kendi halindeydi zaar.”

Dışarıya kendimi zor attım. Midem bulandı. Ne varsa bu cinlerden sorulur zaten Anadoluda.

Bir sigara yakıp dut ağacına bakmaya başladım. Yanıma on beş yaşlarında elleri kınalı, Güldala benzeyen bir kız geldi. Öteye oturdu o da benimle aynı noktaya bakıyordu. Elbisesinin eteklerini çekiştiriyor ablası gibi öne arkaya sallanıyordu.

Merhaba, ben Damla,” diye elimi uzattım. Çilli burnunu kırıştırarak gülümsedi. Başını öne eğdi.

“İsmin yok mu senin?

Fidan.”

Fidan, ben gazeteciyim. Ablan için geldim buraya.”

Biliyorum abla. Onu çok özlüyom.”

Kız başını eğip ağlamaya başladı. Sarıldım, içini çekti.

Abla o gece bu ağacın arkasındaydım. Her şeyi gördüm.”

Kızın kınalı örgülü saçları koluma değdi.

Onun için bir şey yapmak istiyor musun?”

Kafasını salladı. Pencereden ev ahalisini görüyordum. Sininin başında toplanmışlar elleriyle ağızlarına bulgurları tıkıştırıyorlardı.

Güldalın sözcükleri geceye usul usul aktı.

O eve geri gittikten sonra kara kaplı defterimi bozuk yazımla doldurmaya başladım.

Güldal çırılçıplak soyundu. Bahçeye bakır leğenini, tasını taşıdı. Yavaş yavaş hortumla doldurdu. Önce elini, sonra çıplak bedenini ağır ağır suyun altına soktu. Ayaklarını dertop etti.

Leğenin içine büzüştü. Dolunay servi ağaçlarının ardından kendini gösteriyordu. Cinleriyle konuşmaya başladı, onlara kızıyor, küfrediyordu. Bir yandan elindeki yeşil sabunu cildini kazırcasına bacak aralarına sürtüyordu. Gözleri dönüyordu kendinden geçmiş gibi fısır fısır konuşuyordu.  

Anası pencereden onu sessizce dualar mırıldanarak izliyordu. Ellerini gökyüzüne kaldırıp,Ne olur kurtar biçaremi, yetti artık çektiği acılar.” dedi.

Neden sonra üvey oğlu İbraham bahçeye plastik terliklerini sürüye sürüye girdi. Bıyıklarını sinirle titretti.

Hadi kız giyin, rezil mi edecen bizi köye?” Sabunlu süt gibi kollarını çekiştirdi. Güldal daha da büzüştü suda. Kafasındaki köpükler yüzüne geliyordu. Belli ki üşüyordu. Köpekler uludu. İbraham onun ıslak kafasına elindeki tasla vurdu. O leğenin ucuna daha da yanaştı.  

Hadi kız delirdin mi? Çık şu sudan. El alem isterken veriyon da biz isteyince mi olay oluyor?”

Annesinin yanına pis nefesiyle kocası geldi. “Çıkar şunu, sok içeri. Millet görecek, rezil olacağız.”

Anası kalktı. Tespiğini aldı. Üzerine örtüsünü kuşandı. Bahçeye İbrahamla kızının yanına çıktı.

İbraham analığına baktı. Bak işte senin dölün bu. Siktiğimin karısı, ne bok yemeye girdi, cıbıl cıbıl buraya.”

Anası kızını hafifçe dürttü. Hiç tepki vermiyordu. Başucuna oturdu. Tespihini çekip dualarını okumaya başladı. Sonradan anasının dualarıyla sakinleşip öne arkaya sallanmaya başladı.  

İbraham onun başında ciğercideki kediler gibi bekliyordu. Böyle mi çıkacak? Bir temiz dayak at ki anlasın rezilliğini. Hep bu cinlerin yüzünden. Cinli karı nolacak.” Anası hiç oralı olmadı. Okumaya devam etti. Bir yandan getirdiği pamuklu örtüyü kızına sardı. Neden sonra üzerindeki örtüyle leğende hayalet gibi ayağa kalktı.

Ana acıktım,” dedi. Anasının elini tutup ayaklarını leğenden çıkardı. Toprağa bastı. Kızına sarıldı. Gül kızım, nazlı kızım gel ben sana çorba kaynatayım,” dedi. Kızı içeri soktu. İbraham arkalarından bakıyordu. Bize bir çorba vermezsin. Bu yarım akıllıyı mı doyurcan?”

Be sus İbraham. Kıskanç, dürzü İbraham, ne zaman önüne yemek koymadım, ne zaman aç kaldın bu evde?

Hem bu senin deli kızının sevgilisi var biliyon mu? Sorsana ona niye kaçmamış? E kim ister bunun gibi yarım akıllıyı. Siktiler attılar tabii. Sen daha uyu.”

Bak İbraham sabrımı taşırma, kes sesini, çekil git önümden. Bir bakmışsın bu deli dediğin biçare çarpmış seni. Böyle katılıp kalmışsın.”

Kızı sobanın önüne oturttu. İçliğini, paçalı donunu, beyaz mintanını giydirdi. Ayaklarına yün patikler taktı, buz gibi olmuştu. Güldal gözleri tavanda anasının ettiği duaları okumaya devam etti. Ta ki gece karanlığı iyicene çöküp herkes uyuyana kadar.

Ertesi sabah anası sobanın başında gözlerini açtığında evdekiler hâlâ uyuyordu. Üzerinde öyle bir ağırlık vardı ki kolu yerinden kalkmıyordu. Güldal yanında yoktu. Koştu yukarı kata baktı, döşeği de boştu. Yatağı açtı, tası gördü. Yastığın üstüne koymuştu. Camdan dışarıya baktı. İşte o zaman bahçede yıkandığı yerde bir beyazlık fark etti.CHayalet gibi bahçedeki dut ağacına asılmıştı.

Güldal’ım neettin?” diye haykırabildi. Güneş taş evlerin üstünde doğmak üzereydi. Bakır tas döşekte ışıldadı.

Shares:
2 Yorum
  • Berna K.Doğan
    Berna K.Doğan
    22 Nisan 2023 at 18:59

    Tüylerim urperdi. Elinize sağlık.

    Reply
  • Idil Himmetoglu
    Idil Himmetoglu
    3 Mayıs 2023 at 17:33

    çok teşekkürler, beğenmenize sevindim.

    Reply

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir