Salih ve Tahsin köprünün ayaklarından başlayıp bütün bir alanı dikkatlice yürüdüler. Salih’in bakışları yere kilitlenmiş, donuklaşmıştı. Dudaklarını yiyordu. Tahsin, Salih’in sessizce ördüğü koca duvara çarpıyor, konuşmaya cesaret edemiyordu. Bir anlığına Salih’e baktığında, yüzündeki acıyı gördü. Acısından ürktü. Yalnızlığına acıdı arkadaşının. Tüm araziyi yürümüşlerdi, sessizliği bozan Salih oldu.
– Burada bir şey yok.
– Öyle görünüyor abi.
Geri dönmek için u çizdikleri sırada yumuşak, engebeli bir şeye bastı Tahsin. Dondu kaldı. Kenara çekilip ayağı ile bastığı yeri yokladı. Çamurun içinde biri ya da bir şey vardı. Salih olan bitenin farkında değildi. Dalgın dalgın önden gidiyordu.
“Abi! Salih Abi!” diye seslenirken sesi titremişti Tahsin’in. Salih arkasını döndüğünde, Tahsin’in etrafına bakındığını, köprünün altına atılmış olan bir odun parçasını alıp önündeki çamur öbeğini eşelediğini gördü. O tarafa doğru yaklaştığında, her parmağında yüzük olan bir kadın eli çıkmıştı çamurlu toprağın altından. Vücudundaki morluklar yüzünden ten rengini görmenin neredeyse imkansızlaştığı çıplak kolları ve kızıl kahve saçlarıyla genç bir kız cesediydi önlerinde yatan.
Salih ayakta, Tahsin’in tepesine durmuş, kusmamak için kendine hâkim olmaya çalışıyordu. Arkasını döndü. Dizlerinin üzerine çöktü. Sinirleri laçka olmuştu. Nisan’ın ona sarıldığını hissetti. “Toparlan babacığım.” Hıçkırıkları inlemeye, inlemeleri öğürtüye karıştı. Tahsin de çamur kaplı cesedin başında sarsılarak ağlıyordu artık. Sanki ikisi de yeniden Nisan’ı bulmuşlardı.
Olay Yeri İnceleme Müdürü’ nün getirdiği dosyaya göre cesedini buldukları ceset, kaybolan kızlardan biri olan Eylül Atakan’dı. Diğer arkadaşından ise hala bir iz yoktu.
Eylül otopsiye götürülmek üzere siyah bir poşetin içine konup üzerine fermuar çekilirken, olay yerine gelen ailesine bilgi verme işini Tahsin’e bıraktı Salih. Aile ile konuşmaya, gözlerinin içine bakmaya, üstlerine benzin dökülüp, canlı canlı ateşe verildiklerini görmeye yüreği dayanmayacaktı. Zira kendisi hala aynı ateşin içinde yanmaktaydı.
Tam arkasını dönmüş arabasına doğru yürürken, bir haykırış yükseldi arkasından. Anlaşılan Tahsin, ölen Eylül’ün ailesine bilgi vermişti. Haykırışlar, acıyla karışık ulumalara dönüştü. Daha hızlı yürüdü Salih. Arabasına binip, Tahsin’i beklemeye koyuldu. Gece yarısını geçerken artık evlere dağılmak üzere yola çıkmışlardı ama Tahsin’in içi hiç rahat değildi.
– Bu gece bende kalsana abi, laflarız biraz.
– Çok yorgunum Tahsin, gidip uyuyacağım hemen.
Salih yine robotik ve kısa kısa cevaplar veriyor, göz teması kurmaktan kaçınarak direksiyona bakıyordu. Konuşacak hali yoktu. Yalnız kalmak istediği her halinden belliydi. Israr edemedi Tahsin. Büyük bir iç sıkıntıyla “Peki abi iyi geceler,” demek zorunda kaldı.
– Görüşürüz kardeşim.
Kornaya dokundu Salih. “Eyvallah,” der gibi. Küçük, tok bir ‘Düt.’ Sağ elini havaya kaldırdı Tahsin, “Sağlıcakla,’ der gibi. Dikiz aynasından bir saniyeliğine göz göze geldiler. Salih’in beyni delicesine çalışıyor, her ihtimal başka bir düşünceye bağlanıyordu.
– Sağa dön baba.
Salih irkildi. Gözlerini dikiz aynasına çevirmesiyle aniden frene abandı. Acı bir çığlık sesi yankılandı lastiklerden gecenin karanlığında. Yüzünü direksiyona çarpıp, gerisin geri koltuğa yapıştığında, Nisan onu izlemekteydi.
– Ne dedin güzelim?
– Sağa dön baba.
Salih şaşırdı, tekrar Nisan’a baktı. Yolun ortasında durdukları arabanın içinde, çökmüş göz altları ve kızarmış gözleriyle ona bakıyordu. Salih beyninin ona oyun oynadığına emindi, her geçen gün biraz daha deliriyordu. Yutkundu.
-Sağa dön baba,
Salih, Nisan’a ve ağzından çıkanlara odaklanmıştı. Hipnotize olmuşçasına direksiyonu sağa kırdı ve var gücüyle gaza basarak yolun karşısındaki sokağa daldı.
– Sola.
Gece lambalarının aydınlattığı ferah bir sokaktan sol ve sağ tarafında evsiz, tinerci tiplerin dizildiği, ayağa kalkamayacak kadar sarhoş olanların yerleri kaplayan çöp yığınlarının içinde debelendiği, sadece ay ışığı ile yön bulunabilen ürkütücü ve karanlık bir sokağa girdiler.
– Sola.
– Şimdi tekrar sola baba.
Salih, Nisan ne derse o yöne dönüyor, tek kelime etmiyordu. Normal bir insanın asla giremeyeceği, tekinsiz bir sokaktan bir diğerine sapıyorlardı. Kızı bu sokakları nereden biliyordu? Onu kim buralara getirmişti? Düşündükçe beyni karıncalanıyordu.
“Burası baba,” aniden frene bastı Salih.
– Neresi?
-Burası.
– Ama burası çıkmaz, bomboş bir sokak güzelim.
Nisan, elinde kulaklarından tutarak çevirip durduğu mor kediyle, kafasını sağa, kir ve pastan renginin seçilemediği kocaman depo kapısına çevirdi. Salih de onunla aynı yöne baktı.
– Oraya mı gireceğim?
– Beni kurtarmak istemiyor muydun baba?
Salih yarım asrı geçmiş kalbinin buna dayanamayacağını hissetti bir an. Bir hayaletle konuşuyordu. Hatta o ne derse onu yapıyordu. “Doktora gitmem lazım,” diye mırıldandı kendi kendine. O bunları düşünürken, Nisan sıkıldığını belli edercesine “off”ladı arabanın içinde. Sabırsızlanmıştı.
Salih kulaklarında uğuldayan kalp atışlarına aldırmadan torpidoyu açtı. Silahını aldı. Mermilerin bulunduğu kutuyu açıp, şarjöre on dört adet mermi yerleştirdi. Elleri titredi, bir kaç tanesini bacak arasına ve gaz pedalının altına düşürdü.
– Hay geçmişini…
– Küfür yok
– Pardon… Pardon. Haklısın.
Silahını belinin arka kısmına yerleştirip araçtan indi. Paslı görüntüsüyle devasa duran depo kapısına yürüdü. Kilitli olduğundan emindi. Kapı açılmayacaktı ve buradan gidecekti. Fakat tüm gücüyle kapıya yüklenince dengesini kaybederek içeriye doğru hızlı bir giriş yaptı Salih.
Aniden zifiri bir karanlığın içine düşen Salih’in ağzından çıkan “Hasssiktir” deponun boş duvarlarında yankılanınca, hızlı hareketlerle cep telefonunun fenerini yakarak etrafa göz gezdirdi. Deponun içi böcek ilacı kokuyor, nefes alıp verdikçe insanın genzini yakıyordu. Nisan, Salih’in hemen arkasındaydı. Kapıdan girdiklerinde oldukça geniş olan alan ileriye yürüdükçe daralmış ve koridor ikiye ayrılmıştı.
– Sola döneceğiz.
– Şimdi bir daha sola.
– Sağdaki kapıyı gördün mü baba?
– Gördüm güzelim.
– Oradan içeri gireceğiz.
Salih onaylar gibi başını sallamakla yetindi. Sanki çok derinden ağlamaya benzer sesler duymaya başlamıştı. Kocaman açılmış gözleriyle Nisan’a döndü. Nisan kafasını “Ben söylemiştim,” der gibi sallayarak yere eğdi. Salih silahını belinden çıkardı, elleriyle iyice kavradı, kızağı çekip mermiyi namlunun ağzına vererek kapıyı araladı. Bir taraftan da diğer eliyle Nisan’ı arkasında tutarak korumaya çalışıyordu. Nisan babasına ve hala onu korumaya çalışan haline gülümseyerek karşılık verdi.
– Endişelenme baba, bana bir şey olmaz artık, unuttun mu?
DEVAM EDECEK…
Sonraaaaaaa???? 😳