Yakışıklı, uzun boylu, civan erkek genç kızın dudaklarına öpücük kondurmak üzere uzanmıştı. Vuslata bir saniye kala kötü kalpli üvey anne çığlıklar atarak üzerlerine doğru koşturuyordu…
Gülseren annesinin kulakları kanatan tiz sesi ile siyah beyaz camın önünde yerinden zıpladı.
“Gülseren kız Gülseren! Boyun posun devrilsin emi, yine daldın mı hayallere. Kime diyorum ben huuu! Vallahi beni kendine bulaştırma! Kalk tut şu işin ucundan baban gelir birazdan yüzünüzü mü koyacaksınız daha yemek yok ortada!!”
“Anne, Kutsal dedi ki…”
“Bana bak, başlatma Kutsal’dan. Ben sana o kızla görüşmeyeceksin demedim mi? Otur test çöz, kaç vakit kaldı şunun şurasında sınavlara. ”
Gülseren boş boş baktı annesinin yüzüne. Üniversite sınavına hazırlanırken azıcık bile hayal kurmasına izin vermiyordu. Onun tezine göre, Kutsal’ın okumakla ilgili kaygısı yoktu, o kısa yoldan para kazanmak ve köyden kaçmak için her şeyi yapabilirdi. Ayrıca abisi Erol hiç iyi bir ayak değildi, onlardan ne kadar uzak o kadar iyi diye de ekliyordu her seferinde. Yok anası iyi kadındı aslında ama o Erol yok mu o Erol. Kadıncağız ona ağzını bile açamıyordu. Kutsal’da abisi de Gülseren’i tuzaklara çekebilir, kötü insanlarla tanıştırabilirlerdi. ‘Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim’ diye de eklerdi her seferinde. Bu özlü sözleri de konu komşu ağzından duydukça aktarmaya bayılıyordu.
Kutsal ‘ın abisi Erol, kısa tıknaz boyu, arkasına bastığı yumurta topuk ayakkabıları, sürekli omzunda taşıdığı deri ceketi, bordo renkli kumaş pantolonuyla genç bir insandan ziyade yaşlı bir adam havasındaydı. Kıvırcık saçları alnına dökülür, köse suratında tek tük çıkan tüyleri, dudaklarının üstünde incecik bıyıklarıyla, elinde kocaman bir kehribar tesbih gelir geçerdi sokaktan. Mahalleli Erol’un ne iş yaptığını bilmez, kimse de sormaya cesaret edemezdi.
“Anne, iğneci Fatma abla için de kötü kadın diyorlar, ne diyorsun bu işe?”
“O başka, o kocaman kadın bu saatten sonra kötü olsa ne olacak.”
“Öyle mi diyorsun? Yani evet sen de haklısın galiba, o zaman iğne olmaya gidebilirsin sorun yok di mi?”
“Dalga mı geçiyorsun sen benle?”
“Yoo aşk olsun canım. Düşünüyorum sadece demek ki yaşlı orospu olmanın hükmü yok.”
Kahkahalarla gülerek mutfağa kaçan Gülseren’in arkasından uçan anne terliği kapıya çarparak dururken dışarıdan Kutsal’ın genizden gelen boğuk sesi duyuldu.
“Gülseren! Gülseren!”
Annesi yüzünü buruşturarak açtı boyaları dökülmüş tahta kapıyı. Kapının biraz gerisinde kendisine bakan Kutsal’ınkoyu kahverengi pırıl pırıl saçları, yuvarlak pürüzsüz omuz başına dökülmüştü. İnce muntazam vücudu, uzun bacakları, şahin gibi bakan gözleriyle gülümsüyordu.
Gülseren annesinin ağzını bile açmasına fırsat bırakmadan kapıya doğru koştu, iki arkadaşın birbirlerine bakışlarındaki mutluluktan güneş açmıştı.
“Anne, azıcık bahçede oturalım, daha erken, söz sana yardım edeceğim babam gelmeden.”
Annesinin cevabını bile dinlemeden Kutsal’ın koluna girerek bahçeden yana hızlıca seğirttiler.
Başını hızlı hızlı sallayan kadın hırsla kapıyı kapattı. Hele bak şu soykaya beni duymuyor bile, neyse gözümün önünde şurada otursun bari.
Gülseren’in saçları gibi siyah gözleri, esmer pürüzsüz teninde elmas gibi yanıp sönüyordu. Kuğu gibi asil duran boynunu hep ileriye doğru uzattığı için annesinden sık sık azar işitirdi ‘Yalı kazığı gibi hele bak şuna, ey şu boynunu az ey.’
Bahçedeki kesilmiş ağaç köklerini tabure yapıp diz dize oturdular.
“Çok sıkıldım Kutsal, şu sınav bir geçse de ben de ne yapabileceğimi görsem. Bakalım babam beni bu köyün dışına salacak mı? O konu da biraz şüpheliyim. Keşke sen de girsen sınava, belki beraber bir yerleri tutturur gideriz.”
“Amann yok be kapadım ben o defteri boş ver, bu saatten sonra kafam almıyor zaten, iş bakıyorum yakında bir mağazada tezgahtar olarak başlayacağım, dur bakalım. Hem abim izin vermez artık okula falan, biraz para kazanmam gerek onun getirdiği ile ev zar zor dönüyor.”
Sustu. Bakışları önce ellerine sonra da bahçenin sararmış otlarına doğru bir süre daldı gitti.
“Kutsal, senin bir derdin mi var? Abin mi bunaltıyor? Bana bak benden bir şey saklıyorsan ölümü gör kız, hadi söyle.”
“Yooo saçmalama be ne derdim olacak deli, gayet iyiyim ben. Sen beni düşüneceğine bu hapishaneden nasıl kurtulacaksın onu düşün.”
Gülseren içini çekti, mutfak camından yan gözle onları gözetleyen anasına bakarak konuştu.
“He valla çok sıkıyorlar bazen delirecek gibi oluyorum, keşke benim annemde abin gibi rahat olsa, seni çok kıskanıyorum kızım, valla bak.”
Kutsal gülümsedi, yüzünden geçen hüzün bulutlarını hızlıca kovaladı, onun olmadığı çok belli hayatını ballandıra ballandıra anlatmaya devam etti.
“Erol abim mi? Benimle geliyor tabii ama ara sıra. Bırakır gider o beni karışmaz ki. Geçen gün çok güzel bir bara gittik, müzikler nefis, canlı çalıyorlar kızım, bir görsen. İçki mi? İçtim tabii ne olacak. Yakışıklı tabii adamlar. Yok asılmıyor kimse, sen de istersen yani, zorla değil.
“Kutsal!!!”
Genç kız, Erol’un ufak tefek bedeninden hırsla çıkan sesiyle oturduğu ağaç kütüğünün üzerinden neredeyse düşecekti. Titreyerek ve koşarak abisinin yanından hızla geçip eve doğru yöneldi. Gülseren şaşkın koşarak giden kızın arkasından bakakaldı.
“Erol abi, oturuyorduk sadece zaten şimdi geldi Kutsal’da”
Gülseren Erol’un sessiz ve irite edici bakışları arasında ne yapacağını şaşırmış, elini ayağını nereye koyacağını bilmeden donup kalmıştı.
Üzerinde mutfak önlüğü, elinde kepçesiyle bahçe kapısında dikilen annesi Erol’a meydan okuyordu.
“Ne oldu Erol Bey oğlum hayırdır, bir şey mi istiyorsun?”
Rahat bir nefes aldı Gülseren. Dünyanın en güvenilir sesi oh bee.
“Yok, Kutsal’ı almaya gelmiştim, işimiz var da…”
Cümlesinin sonunu bile tamamlamadan arkasını dönüp gitti Erol, Gülseren annesinin kızgın bakışları ile eve koştu.
“Ben diyorum bunlardan uzak dur diye, nerdeee beni dinleyen mi var. Baksana şunun tipine, ne idüğü belirsiz, tecavüzcü gibi bakışları deli deli. Allah o kıza da anasına da sabır versin. Zaten mahalleli dedikodu yapıp duruyor. Bu Erol’da bir haltlar var.”
“Saçmalama anne yaaa, abisi sonuçta ne olabilir, iyice yedin kafayı.”
“Doğru konuş anneyle vallahi yersin ağzını ortasına kepçeyi, ben var diyorsam vardır.” Günahı boynuna o kızı kesin bir şeylere alet ediyor bu it Erol.
Hava kararmaya başladığında Kutsal en bakımlı ışıl ışıl haliyle abisinin arkasından tren istasyonunu doğru yürüyordu. Göz kapaklarına sürdüğü mavi simli far, kullandığı ucuz parfüm öylesine fazlaydı ki fark edilmemesi mümkün değildi.
Gülseren Kutsal’ın şehir maceralarını, erkek arkadaşlarını, nasıl dans ettiğini merakla dinler, “Seni de götüreceğim, oradaki gökdelenleri, o ışıkları görsen dilin tutulur. Bulvarda bir aşağı bir yukarı yürüsen havan değişir kızım” sözleriyle hayallere dalardı.
O hafta sonu “Erken gideceğiz kızım, düğün işte takımızı takıp izimize geliriz. Kendine mukayyet ol. Derslerine çalış, kapıyı da kimselere açma” diye tembihleyerek giden annesinin arkasından Kutsal da adeta bacadan eve damlamıştı. Pırıl pırıl taşları olan sigara saklama kutusundan çıkardığı bir dal yabancı marka sigarayı yakarken keyifle gülüyordu.
“Hazır mısın kızım uçacağız vallahi uçacağız”
“İçme şunu şurada yaa annem anlayacak kokuyor ev, gel camın önünde iç bari. Hava kararmadan döneceğiz dediler, başka zaman mı yapsak ne dersin? İçim hiç rahat değil, yakalanırsak beni doğrar vallahi.”
“Saçmalama kızım ooo kolay mı öyle, gidip de dönemezler. Hadi hadi oyun bozanlık etme.”
Sigarasını camın pervazına söndürdü, Gülseren elinde ıslak peçete ile söylenerek pervazı sildi
Korkuyordu ama merak da ediyordu. Yaşadıkları küçük kasabadan geçen tren istasyonuna nefes nefese vardılar, hızla giden tren ağaçları, evleri peşine takmıştı sanki Gülseren mi duruyordu evler mi koşuyordu anlayamadı. Kutsal’ın peşinde şehre vardı, sağa sola bakarken neredeyse akşam olmuştu. Karşıdan üstlerine üstlerine hızlıca gelen yapılı kolları, uzun boyu, bahçelerinden yediği çağlalar kadar yeşil gözleriyle gülümseyen Tuğrul’u gördüğünde Gülseren’in dişleri kamaşmıştı. Geniş bronz tenli alnına düşen perçemlerinin uçlarından ateşler saçılan dalgalı saçları vardı. Televizyondaki artistlere benziyordu.
Kutsal oğlanın boynuna atıldığında Gülseren şaşkın şaşkın bakındı etrafına.
“ Tuğrulcuğum selam şekerim. Ne güzel tesadüf bu. Ayy nasıl özlemişim seni.”
“ Bebeğim, ben de seni.”
Bir yandan Kutsal’ı ahtapot gibi sararken diğer yandan Gülseren’i tepeden tırnağa süzüyordu
“Şekerim, bu tatlı arkadaşınla tanıştırmayacak mısın beni?”
Kutsal’ın bir şey demesine fırsat vermeden uzatmıştı kaslı uzun güçlü kollarını.
“Selam tatlım Tuğrul ben.” Kızı öpmek için uzanmıştı ki kendini hızla geri çeken Gülseren’in mesafeli ve sert bir bakışla uzattığı elini sıkmakla yetinmişti.
“Merhaba.”
Tuğrul bozulduğunu belli etmemek için gürültüyle güldü.
“Aaaa, ayyy korkma yemem ayol. Komik kadın. Korktun mu seeen?”
“Pardon?”
“Korkma diyorum korkmaaa yemem. Deli mi ne bu ayol hah. Kutsal’ım arkadaşın dağdan mı geldi? Biraz yabani galiba.”
Tuğrul’un arsız kahkahası asfaltın üstüne düşüp Gülseren’inyüzüne çarpmıştı. Kıpkırmızı olan suratıyla ellerini yumruk yapan kız, Tuğrul’a doğru bir adım atmıştı ki Kutsal kolundan tutarak durdurdu. Fakat konuşmasına engel olamadı.
“Sensin yabani dağlı, görgüsüz ayı. Kimsin sen? Kimsin ulan? İlk kez gördüğün birisi için böyle saçma sapan cümleler kurabiliyorsun.”
Kutsal Gülseren’in o mazlum halinden, kavgacı bir insana dönüşmesine hayretle bakarken, Tuğrul da ilk kez kendisini tersleyen bir kız görmenin şaşkınlığını yaşıyordu. Yolun ortasında öylece kalakalmışlardı. Adam söylenerek giderken, Kutsal Gülseren’i dönüş yoluna sokmuştu bile.
“Anacım, olmaz ki ama böyle. Çocuk sana sıcaklık gösteriyordu kaptın vallahi o neydi öyle? Sanki bir şey yaptı.”
“Daha ne yapması gerekiyordu Kutsal? Cıvık cıvık o ne öyle? Ben onu öpmek zorunda mıyım? Nasıl sözler onlar, ayrıca mesafe koymasam boynuma dolanacak. Tanımam etmem.”
“Ayy dolansın n’olacak, yedi sanki, daha eline erkek eli değmedi, kaç yaşında geldin, ben seni ortamlara sokacağım hayatın değişecek diyorum senin yaptığına bak, Ooo tamam kızım tamam, senin yüzünden arkadaşlarımı kaybedemem ben. Bu çevre böyle canım, yerse. Sen köyünden çıkamayacaksın anlaşıldı.”
Gülseren anlamadığı bu haykırış karşısında şaşırmıştı, çocukluğundan beri tanıdığı Kutsal aslında yabancı biri miydi? Sanki o köyün tozlu topraklı yollarında birlikte okula gitmemişler, oyunlar oynamamışlar gibi. Hırsla baktı Kutsal’a.
“Olabilir, zamanı gelince o da olur, ne yapayım yani elime erkek eli değsin diye ortaya mı atayım kendimi Allah Allah. Sen de o köyün içindesin canım unuttun mu? Sanki uzaydan geldin, köylüsün işte istediğin kadar inkâr et. Ayrıca ben de arkadaşınım unuttun mu?”
“Aman olmayın yeter bıktım hepinizden ben de seni adam sandım, hayatın kurtulurdu be. Aptalsın işte. Ben bu köyden çıkacağım kendime yepyeni bir hayat kuracağım, hepinizden abimden herkesten kurtulacağım.”
Gülseren gözlerini kocaman açmış öfke ile haykıran kıza bakıyordu. İlk kez gardını böylesine indirmişti Kutsal. Söylediklerinden pişman olmuş gibi hemen toparladı küçük burnunu havaya dikti, Gülseren’i hayatında ilk kez görüyormuş gibi tavırla hiç konuşmadı. Dönüş yolunda tesadüfen aynı istikamette seyahat eden iki yabancıydılar.
Kutsal’a kızıyordu o adama karşı kendisini savunmadığı, için. Tüm bu olanların annesinin baskısı yüzünden olduğunu da düşünüyordu. Tabii yaa kimse tutmadı elimi, öpmedi de. Daha ilk merhaba da adamı korkuttum, ne vardı öpeydi. Yanaklarımdan öpecekti zaten amma tırsak çıktım of. Kutsal’da bir daha getirmez beni buralara. Amaan getirmezse getirmesin. Tuğrul’da çok hoş çocuktu ama. Ama ne öyle tatlım, balım, böceğim. Cıvık işte cıvık. Annemin dediği gibi erkek dediğin biraz ciddi olur karı gibi kıvırıp durdu. Allah’ım ben de anama benzeyeceğim yakında, neler söylüyorum böyle.
Tren küçük kasabanın durağına girerken düdüğünü uzun uzun çaldı. Kutsal ve Gülseren sessizce evlerinin sokağına doğru ayrı ayrı, hızlı hızlı yürüdüler.
Kasabada günler sakince kendi döngüsündeydi. Gülseren’in içine kapanıklığı aslında doğaldı, fakat Kutsal’ın adının hiç geçmemesi, ara sıra da olsa kapılarına gelmesi de kesilince annesinin merakı artmıştı.
“Hayırdır kızım, aranız mı bozuldu Kutsal’la?”
“Yoo ne alaka, sen de bir hoşsun anne yaa, görüşme görüşme diyordun şimdi de ne oldu diye merak ediyorsun.”
“Tabii canım görüşme dedim de beni dinleyeceğin mi tuttu. Hayret, iyi bari teşekkür mü edeyim ne edeyim.”
“Ayy etme bir şey.”
Yok anacım bunlar vallahi yeni yetme ne laf ne söz hiçbir şey demiyecen. Oh iyi olmuş Kutsal karısının ayağı kesilmiş.
Gülseren camdan kafasını uzatmış Kutsal’ın evine doğru merakla bakmaktaydı. Hayatının tek rengi olan arkadaşı adeta yok olmuştu. Genç kız sadece test çözerek günlerini geçiriyor, hayallerine Tuğrul’un kaslı vücudu çağla yeşili gözleri ara sıra da olsa takılıyordu. Arkadaşının neşeli kahkahaları kulaklarında, ‘kızııım sende ki bu güzellik var ya bu güzellik ahh ahh’ diyen sesi.
Anası içeride soğan kavurdu yine, yanmış soğan kokusu genzinde müthiş bir kaşınma yapıyor Gülseren’in, gözlerinden yaş akıtıyordu. Soğandan hep soğandan. Kalkıp camı açtı, Serin havayı içine içine sokmak istedi, sıkıntıdan patlayacak olan yüreğini, serin hava da soğutamıyordu. Boğazında yanmış soğan kokusu, gözlerinde yaşlar. Küçük odasında ‘sandalye tepesinde bir garip Gülseren’ diyerek güldü. Bir gülüyor, bir ağlıyordu. Annesi sesini duymasın diye kasetçalara taktığı kasette bangır bangır bir şarkı; ‘Yağmurun sesine bak, aşka davet ediyor, bu yağmur seni benden alıp götüreeen yağmur’ O anda evlerinden yana hiç bakmadan hızlı hızlı yürüyen Kutsal’ı görünce sevinçle bağırmak istedi ama sesi çıkmadı, ağzını açtı ama sesi yoktu.
Ağlıyor muydu ne? Yok canım bana öyle geldi galiba, hava kararmış zaten. Kaçar gibi koştur koştur nereden geliyordu acaba?
Camı kapatırken son anda fark etti arkasındaki karartıyı, dikkatle bakınca tanıdı Kutsal’ın abisi Erol’u hızlı hızlı geliyordu, o da hiç bakmadı Gülseren’in evinden yana. İkisi de karanlıkta kayboldu.
Sandalyeye çöktü. Soğanın acısı, kalbinin sızısı ile gözlerinden yaşlar akıyordu.
Annesinin bağırması geliyordu içeriden “Kapat şu müziği. Kasetçaları çıkarıp masanın üzerine fırlattı ağır yün yorganı kafasına kadar çekip gözlerini sımsıkı yumdu.
Gün ağardığında mutfaktan gelen endişeli seslerle gözlerini açtı, annesi sürekli ‘Yaaaa… vah vah…ben biliyordum zaten… tabii canım su testisi su yolunda… iyi ki iyi ki… Evet evet bu aralar hiç konuşmuyorlardı… Allah bilir neler geldi başına…’ Antredeki kablolu telefonu mutfağa çekmiş fısıldayarak konuşuyordu. Odasının kapısını açıp yavaşça mutfak kapısına dikilen Gülseren’i görünce yerinden zıpladı.
“Ayyy ödümü kopardın, ne sessiz sessiz geliyon kız.”
“Sana da günaydın, napim davul mu çalayım, ne oldu kiminle konuşuyorsun sen öyle fısır fısır.”
Annesi telefonun ahizesini yavaşça yerine koyarken yanıtladı “Hiç kimseyle kendi kendime konuşuyordum.”
Gülseren annesinin bu anlamsız lafı karşısında gülümsedi.
“Geçmiş olsun anne, iyi misin, hayırdır? İyi saatlere mi karıştın n’oluyo? Telefon elinde kendi kendine kiminle konuşuyorsun. Hem niye çektin koridordaki telefonu buraya?”
Kadın bir iki derin soluklanma ve yutkunmanın ardından yumuşamış sesiyle kızın omuzlarından tuttu.
“Gülseren, gel hele bak otur şuraya sana bir şey diyecem kızım.”
“Anne korkutma beni, babama mı bişey oldu? n’oluya ya söylesene Allah Allah, bak hiç sevmem biliyorsun şaka falan yapacaksan sakın yapma.”
Kadın kızını sakince mutfak masasına oturtmuş, karşısına da kendisi oturmuştu. Gülseren’in rengi atmış, dudakları kurumuştu, masanın üzerindeki sürahiden aldığı bir bardak suyu nefessiz içti. Gözlerini annesinin gözlerine dikti.
“Hadi anne söyle öf bak sıkıldım valla.”
“Kutsal…”
“Aaa n’olmuş Kutsal’a? Anne!!”
“Kutsal intihar etmiş.”
“Neeee!! Nasıl?”
“Yaa sorma kızım sorma, vallahi çok üzüldüm ben de sevmezdim falan ama yazık çocuğa gencecik kız sonuçta. Kendini trenin altına atmış. Ben görmedim de görenler söylüyor saçlar… of of çok fenaymış çok.”
Gülseren’in kararan gözlerinin önünden hızlıca aktı çocukluğu, genç kızlığı, en son kavgaları, bir türlü tekrar konuşmamaları ve dün akşam camının önünden geçen Kutsal.
“Neden peki? Hayat doluydu yapmaz öyle şey, bu işte bir gariplik var anne.”
Ağlayarak konuşmasını sürdürmeye çalışıyordu Gülseren.
“İnanmam, başka bir şey var kesin. Ben gördüm onu, dün akşam gördüm; camın önünden geçti hızlı hızlı. Hatta, hatta Erol abisi de arkasındaydı, gördüm diyorum anne. Seslenemedim, sesim çıkmadı, öyle baktım ama o beni görmedi, kafasını bile çevirmedi, yürüdü gitti. ”
Annesi sus pus önüne bakarken atıldı Gülseren
“Sen biliyor musun Anne? Neden olmuş söylesene, susma yaa! Bak kesin biliyorsun hadi söyle.”
“Yavrum neyse ne artık ne yapalım onun kaderi de böyleymiş. Üzülme çocuğum sen.”
“Anne söyler misin yoksa ben evlerine gideyim mi? Abisine sorarım o bilir. O gördü onu en son, arkasındaydı. “
Hızlıca antreye yönelen kızının önüne dikildi annesi, “Hayır kızım gitme, abisi de yok evde.”
“Nereden biliyorsun? Gittin mi sen? Annesi vardır, nereye gidecek kadıncağız, hem sen de git yanında dur kadının destek olalım. Hadi anne lütfen.”
Kadın Gülseren’i tekrar zorla mutfağa sokup sandalyeye oturduktan sonra genç kızın sorgulayan bakışları arasında önüne bakarak konuşmasını sürdürdü.
“Avucunda bir yazı varmış, ‘her şeyin sebebi sensin Erol’ diye, polisler almışlar abisini, o da itiraf etmiş, meğer Erol kardeşini ...”
Gülseren eliyle annesini susturdu, daha fazla dinleyecek gücü kalmamıştı. Ayaklarını sürüyerek odasına gitti, zihnindeki ufak tefek kareleri birleştirmekte hiç zorlanmamıştı. Az önce çıktığı yatağa tekrar girdi, küçüklüğüne o en masum günlerine geri dönme arzusu ile gözlerini sımsıkı kapattı.
Mahinur Çenetoğlu