Kozalak
Lime lime lokmalarını yutuyordum anne. Tırnaklarını geçiriyordun dünyaya. Görmediğim, hayaleti anımsatan o dış çepere. Sesler hayalimin ötesine geçtiğinde, hayal ettiklerim bomboş sanrıları çağırıyordu. Sesler bazen öyle şiddetle bedenimi gıdıklıyordu ki, içimden gülmek gelmiyordu. Sadece seni kurtarmak için beni çevreleyen bu yuvayı delip, bilmediğime sürüklenmek istiyordum. Çabaların yalnızlığından geliyordu. O tava sesi, her sabah içime yapışan yumurta kabukları, küllüğünü çöp tenekesine döktüğün o ses. Merak etmesem, dinlemesem dediğim, keşke duymasam dediğim tokat sesleri, yastık kılıflarına akıttığın gözyaşların. Lavaboda akmak istemeyen su sesi. Dışardan gelen kedi mırıltısı, sahici çocuk sesleri, yere vuran top sesi. Karnında da tokmak gibi benim sesim. Katı, tepkisiz.
Yine de dışardan gelen o uğultular içinde, en çok senin sesin ipeksi bir huzur getiriyordu. İşte o anlarda çok rahat uyuyordum. Başımı kolumun altına yaslayıp plasentama yüzümü yapıştırıp bacaklarımı da göbeğime çekip öylece kucağında uyur gibi nefesini dinliyordum. Sen de hissedip bu anı, sesinin en nağmeli ve vurucu haliyle bir şarkı mırıldanırdın. O duvarı her nerde olursan ol okşardın. Ellerinle kavrar, varlığımı yoklardın. Başımı okşuyordun sanki duvarın ötesinden. Sakin ve usul usul.
Korkuların beni öğrendiğinde çoktan başlamıştı. Ama olan olmuştu, düşmüştüm rahmine. Kalbin öylesine hızlı çarpıyordu ki, deprem sarsıntılarını hazmedemiyordum. Kararsız yalpalamaların ağrıma gidiyordu ilk zamanlar. Ya sevecektin ya atacaktın. Güneşi görüp görmeyeceğime sen karar verecektin. Bir de kimliksiz o adam. O adam çoktan karanlığa gömülmüştü aslında senin için. ”Hayır,” dediğinde “Aldır bu piçi, benden olduğu ne malûm” dediğinde o zaten babalık misyonunu bir kasvete dönüştürmüştü. Adı bile yoktu kalbinde. Sen de yalnız ruhunla besleyecektin beni artık. Adam yaşadığımı bilmeden, sen yaşayacağımdan emin olamadan boynu bükük bir yolculuğa atılmıştık. Bu garip yolculuğum adımlarının hızına göre bazen umut oluyordu, bazen sessiz bir kaygıyı getiriyordu. Birbirimizi hiç tanımasak da iki kadim dost gibi yaşayacaktık ömrümüzü. Hissediyordum. Sen bu fırsatı kaçırmayacaktın. Kadın olmak ayrıcalığını benimle yaşayacaktın. Acılarını dişleye dişleye beni de 9 ay taşıyacaktın onlarla. Kadınlığının üzerine toprak örtmemek için debelenip durdun.
Geceleri topuk seslerini duyuyordum. Tam uykuya daldığımda dışarıdan gelen o tak tak, kafama çekiçle vurur gibi. Tak tak. Önce uzun uzun basamaklar inip çıkıyordun. İlk aylar çok küçük olduğum için, beni hissetmediğin için, birer ikişer üçer dörder seke seke geçiyordun ömrünün merdivenlerinden. Ben içinde büyüdükçe topukların düz terliklere ve ağır bir bedene bıraktı yerini. İlk 6 ay topuk seslerinin ardından türkü sesleri de duyuyordum. Üçüncü sınıf ucuz ninniler dinliyordum. Sonra şakır şakır bardak sesleri, bardağın içinde eriyen buz, efervesan hissi yayan gazlı içecekler, erkek sesleri, kadın sesleri, kapı gıcırtıları, durmadan duvarımı saran dumanlar, ciğerlerimi her geçen gün daha büyük ızdırapla dolduruyordu. Hele şu anason kokusu yok mu? Öğürüp öğürüp tekrar dolaştırıyordun bedeninin, bedenimin her bir noktasında. Bazen bir hiç olmama az kaldı diye geçiriyordum içimden. Beni o kadar çok yoruyordun ki bu kirli maddeyle doğmak istemeyip kan pıhtısı olup uçsam mı diye düşünüyordum. Tam sesler aydınlığa dönüşüp güneş doğduğunda sessiz bir kilit açılıyordu. Tam rahatlayacakken o adam, şu adam veya bu adam, kaygan zemininde seni sarsıp duruyordu. Her gece kurtulamıyordun bu gel-gitlerden, şu sevmeye sevmeye zorunlu sevişmelerden. Kısa ve zorla. Ben içerde bir duvara tutunup dünyayı gözlerken, sen de kendi dünyanın ağrısını çekiyordun.
Doğduktan sonra mı bilecektim gerçeklerini? Ne bir kelebeğin ömrü kadar kısa olsun dışarıdaki gün sayım, ne de sevilmekten çok seven olayım orada. Dayanamıyorum. Hem kadın hem erkek olmana. Boşluktaki seslerini duymaya. Savunmasızlığını hissetmeye dayanamıyorum. Bu zorunluluklara rağmen hayal ettiğime dalıyorum. Senin uzun kumral sarısı saçların, ela gözlerin var. Su yeşili bir yeleğin var mesela, her gece örgü örerken ürperdiğinde omuzlarına attığın. Adına Alev diyorlar ama bence senin adın Gamze anne. Elmacık kemiklerinin köşesindeki o çukurlar ismini kutsallaştırıyor. Çekmecende sakladığın yasemin kokulu kolonyanın kokusu geliyor, senin kokun da aynı mıdır?
Dünyana gelmek için can atıyorum. Burası mı nasıl? Karanlık ve nemli. Ben içerde kapanmış bekliyorum. Ara sıra bir sağa bir sola savruluyorum görünmeyen akvaryumda. Bazen de bir kozalak oluyorum. Öyle hissediyorum belki. Senin diktiğin ağaçta. Dalımda kapalı ve tek bekliyorum. Ne zaman dünyayı göreceksem, o zaman dalımdan düşmeyi bekliyorum. Bir kozalak gibi.
İncir
Turuncu pullu mini elbisem oturduğumda iyice kısalıyor artık. Makyajımı temizliyorum. Tuvalet aynamı aydınlatan kırmızı sarı ışıklar gözlerimdeki rimel kadar kalıcı. Hiç sönmüyorlar. Pamuktaki sıvıyla yüzümdeki tüm boyaları silmeye çalışıyorum. Bir tek elmacık kemiklerimin köşesindeki ben çıkıntı gibi. Gittikçe daha da büyüyor, silinmiyor. Yüzüm genişledikçe o da büyüyor. Şu saçlarımı papatya suyuyla açmayalım diye kaç kere söyledim Kevser ablaya, dinletemedim bir türlü. Lanet olsun uzamıyorlar, şimdi bir de rengi bok sarısına döndü. Kelebek tokamı çıkarıyorum. Saçlarımı öne atıp dağıtıyorum. Ensemden akan teri siliyorum. Ağzımın içindeki bozuk et tadı, anasondan geliyor. Sen varsın diye daha az içiyorum ama içiyorum. Güneşin doğuşunu bekliyorum. Her sabah beklediğim gibi. Seni de beklediğim gibi. Kendime baktığımda aklıma geliyorsun, aynadan seni görüyorum. Gün be gün büyüyen karnımla konuşuyorum. Çok önceden yaşamış gibi,zorlanmıyorum. İçimde benden bir tane daha var diye düşünüyorum. Hayat şansın benden farklı olsun diye dua ediyorum. Ne sana babasız yaşayacağından bahsediyorum ne de benim bir hayat kadını olarak yaşayacağımdan. Gözlerimin altındaki morluklara dokunuyorum. Kapattıkça karşıma çıkan yırtık perdeyi anımsatıyorlar. Küçükken babam dövdüğünde de o perdenin arkasına sığınırdım. Güvenli ama gizli değildi. Dağılmış, yorgun odamın kırıntılarından sesleniyorum sana, çamur renkli duvarlarımdan. “Benimle kal” demek için dokunuyorum. O adamlardan habersiz yalnız kaldığım bu yerde arkadan uğultu gibi gelen bozuk teypgürültüsüne rağmen kendi sesimle ninni söylüyorum sana.
Uykuma şeytanlar kaçıyor gündüzleri. Gece ve gündüz aynı seyirde burada. Bir tek güneş doğduğunda tebessüm ediyorum. Aynadan seni hayal ediyorum. Kıpkırmızı bir suratın var. Al yanakların, ince uzun bir çenen var. Tırnakların geçen hafta oluşmamış gibi, ellerin korkusuz ve güçlü. Boynunun sağ tarafında bir incir lekesi; kapkara. Bilmeden yemişim. Kadife kabuklarını soymuşum önce, çekirdeklerini dişlemişim. Kana kana ısırmışım, içimde olduğunu bilmeden. O çekirdeklerden bir yuva yapmışım. Bir erkek çocuğum olacak benim. Bu sefer etten kemikten yapılmış olacak. Bu sefer bir kadın sevecek onu, o bir kadını. Muhakkak bir evi olacak; komşuları, sırdaşları. Bir ailesi olacak. Merhameti de olacak, bir kabuğu da.
Pelin Oktay
Cok harika olmus, Pelin’cigim! Yuregine saglik!
Muhteşem…her satır her cümle muhteşem
Süper 👏