İzmir’e geldiğim gün seni katiyen göremezdim. Kordon’da uzun uzun yürüdüm, konuşacaklarımızı toparladım kafamda. Sorabileceğin tüm sorular için cevap olasılıklarını hesapladım. Gideceğimiz yeri, masayı, hangi sandalyede oturacağını düşündüm. Emin olmak için girdim bir lokantaya. Garsonun “Henüz servis başlamadı hanfendi,” demesine aldırmadan köşedeki masaya geçtim. Karşılıklı duran iki sandalyeyi de deneyip, yüz hatlarının gün batımında nasıl olacağını hayâl ettim. Saçlarını açarsın, bal rengi buklelerinle oynarsın ben konuşurken. Sonra rakıdan ufak bir yudum, çatalın ucuyla tulum peyniri… Gözlerin bana döner, sanki “Tuzu uzatır mısın?” diyecekmişsin gibi, öyle sıradan…

Hayır, katlanamam bu sıradan bakışa. Lokanta olmaz, rakı olmaz. Dikkatini sadece bana vermelisin. Yeni bir yer bulmalıyım diyerek kalktım lokantadan. Garson arkamdan bir şeyler söyledi, duymadım. Yürümeye devam ettim. Öyle bir yer olmalı ki, sen kollarını bağlayıp, dudaklarını büzmeden rahat oturmalısın karşımda. Öte yandan, senin çok iyi bildiğin bir yer olmamalı ki, tanıdıkların seni benden koparmasın. 

İki gün geçti İzmir’e gelmemin üzerinden, karşımdasın şimdi. Kırmızı çiçekli elbisen, deri sandaletlerinle evden öylesine çıkmışsın gibi. Saçların ıslak, şampuan kokusu geliyor burnuma. Bana sarılıp karşıma oturuyorsun. Beline kadar inen saçlarını hünerli ellerinle tepende bir topuz yapıyorsun. Bir bahçenin içindeyiz, defne ağacının altında oturuyoruz. “Hoş geldin,” diyorsun, sesin çın çın çınlıyor kalbimde. Tenin yapraklar arasında oyun oynayan güneşle aniden parlayıp sönüyor. Denizin tuzu kalmış üzerinde diye düşünüyorum. Parmakların uzun ve incecik, sigara paketinden bir tane alıp çakmağını ararken ben yüzük parmağının zarifçe içe doğru kıvrılışını inceliyorum. 

Konuşuyoruz havadan sudan.

-Yarın burada mısın?

-Evet, buradayım.

Aslında sen ne kadar istersen burada olacağım, sonuncuyu söylemiyorum. 

“Söylemedim geldiğini,” diyorsun. İçimde bir sevinç, beni kendi sırrın yapmışsın. “Söylesem izin vermezdi gelmeme.” İzin alacak yaşı geçtin kızım benim diyemiyorum. “Annem geldi desem, biliyorsun babamı işte, yine başlayacak,” önüne bakıyorsun. Kalbim sızlıyor söylediklerine. “Üzülme, saklarız. Öğrenemez hem nasılsa. Burası çok uzak,” diye aklıma gelenleri sıralıyorum. “Yalan söylemeyi sevmiyorum, hem de ona,” kıyamazsın babana bilirim. Gözlerini bana dikiyorsun, aklındaki soruyu öfkeli bakışlarında görüyorum. “Anne, neden bıraktın bizi?” Yeniden çocuk oldun karşımda, pencereden bana el sallayan altı yaşındaki kızım. “Aşk dedim herkese, çok âşık oldum dedim. Zayıftım, karşı koyamadım dedim. Onunla gittim.” Bakmıyorsun bana, ah bir kafanı kaldırsan. “Doğru muydu peki? Bizi bırakıp gidecek kadar mı âşıktın?” Susuyorum. Gidişim aşktan değildi, oradan kaçmaktı aslında. Adımız çıktıktan sonra, orada kalamadık. Seni elimden almaya kalktı babaannen. Kendi annem bile yüz çevirdi bana. En çok da babanın nefretini ve utancını kaldıramadım diyemiyorum sana. Seni arkamda bırakışımı affet desem mi? Ben kendimi affetmeden senden nasıl isterim ki güzel kızım? Uzanıp ellerini tutsam diyorum, cesaret edemiyorum. “Mutlu muydunuz?” Nasıl anlatsam ki sana küçüğüm? “Korkuyorduk, iki insan âşık olmuştuk birbirimize. İkimize ait bir hayat kurmak kolay olmadı, ama mutluyduk kızım,” dişlerini sıkıyorsun. Kızım dememden hoşlanmadın. Sensiz mutlu olmam bile daha az sinirlendiriyor seni. Daha fazla sormuyorsun, kafamda hazırladığım tüm cevaplar sorusuz kalıyorlar. Oysa ben sana hayatımın en değerlisisin demek için geldim. Yıllar boyu seni uzaktan izledim, okul gösterilerinde hep oradaydım, mezuniyetinde ağladım, karne günleri hediyeler bıraktım evin kapısına… Diyemedim.

Masadan bıçağı alıp kaldırıyorsun. Tam ortamızda havada tutup bakıyorsun elindekine. Şimdi yüzünün yarısını karşımda, benimkinin yarısını bıçağın üzerinde görüyorum. “Çok benziyoruz,” diyorsun. “Korkuyorum bundan, sen olmaktan korkuyorum.” O bıçağı kalbime sokmuşsun gibi acıyor içim. Bu sefer ben bakamıyorum sana. Tırnağımla masa örtüsünü kazıyorum. Kalkıyorsun veda etmeden. Bir tane defne yaprağı düşüyor önüme; alıp cebime koyuyorum.

Deniz Çağlar

Shares:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir