Seçimler
Latif günlük hesap defterinin neresiyle ne kadar oynasam diye alıcı gözle baktı rakamlara. Bugün de bir faturayı yahut bir esnaf hesabını kurtarsa… Suçluluk duymuyordu yaptığından. Basit adamlar elini kolunu oynatmadan milyonlarına milyon katarken bir İstanbul beyefendisinin oğlu bakkal kasaptan sakınır hale düşmüşse düzeltilmesi gereken bir adaletsizlik var demekti. Ama korku, yakalanma korkusu çok ağırdı, kravatını gevşetti. Acele etse iyi olacaktı, hava kararmış, sokak lambaları yanmış, akşamın soğuğu ve ıssızlığı düşmüştü kaldırımlara. Baba yadigârı deri kayışlı saatin bombeli camına dokundu. En kötü gününde dahi altın kaplama bu kıymetli parçayı elden çıkarmayı düşünmemişti. Yuvarlak kadranına eşit aralıklarla dizili kabartma rakamların kuyruklu, akreple yelkovanın dedesinin duvarda asılı mızrakları kadar kalın ve sivri oluşunu seviyordu. Gözünü kapasan çocukluğuna ait bir sabahın kokusunu duyacağın, nefes alıp veren bir hatıradan geçilebilir mi?
Harun Bey emeklilik dönemlerinde bile erkenden kalkar güne dolma gibi kalın parmaklarıyla Omega marka saatini kurarak başlardı, tır tır tır tır. Mutfaktan tereyağının cızırtısıyla kokusu gelir, okula hazırlanan ablasının telaşlı sesi bulamadığı tokanın, çantanın ya da gözlüğün yerini sorardı. Ücra bir Anadolu şehrinde İstanbul terbiyesiyle yetişen iki naif kız kardeş Harun Bey’in aralarından vakitsiz ayrılışıyla Latif’i baba bilmiş, Fikret Hanım saati koluna takarken gözlerinden yaşlar süzülmüştü. O güne dek hayattaki en önemli başarısı voleybol takımının kaptanı, ince yüzü, baygın kahverengi gözleriyle kızların beyaz atlı prensi, arkadaş ortamlarının en şakacısı olmuşluğu, Latif ne yapsın? Cenazenin üstünden bir ay geçmeden muhitlerine yabancı, başka türlü adamlar baş sağlığına diye gelip alacaktan verecekten bahsetmeye başladılar, çantalarından tomar tomar senetler çıkarıp gösterdiler, altında babalarının o bildik, alengirli imzası. Ser verip sır vermeyen bu adamların kimi tefeci kimi de mafya kılıklı olunca mal mülk yok pahasına satılıp borçlar kapatıldı. Harun Bey’in, o kerli ferli, incelikli adamın yolu nasıl kesişmişti bu insanlarla, kumar mı oynamıştı, yanlış bir yatırım mı yapmıştı, akıllarda konuşulamayan şüphelerle acılarını yaşayamadan geçti o günler.
Mızrak gibi keskin akrep kuyruklu yedinin, yelkovan 12’nin üzerine geldi.
– Latif, hesabın içinden çıkamadın bugün bakıyorum. Biraz daha uğraşırsan profesör olacaksın başımıza.
– Bitti Halil Bey, toparlanıyordum, iyi akşamlar.
Yok, böyle olmayacak. Latif üşüyen elleri pardösünün ceplerinde eve dönerken kaç gündür veremediği kararı verdi. Ya cesur olur hayatını değiştirebilecek riski göze alırsın yahut çarkın içinde ezik, sefil, iki yakan bir araya gelmeden tüketirsin ömrünü. Yarın Faruk’u arayıp teklifini kabul ettiğini söyleyecekti. Her Allah’ın günü yakalanma kaygısı çekmektense oyunu bir kere büyük oynamak daha akıllıcaydı. Sonra kendi ihracat şirketini kurardı, zaten işi bilen, yabancı müşterilerle usulüne uygun yazışan, muhasebeyi yapan o. Tek eksik hallice bir sermaye. Kendini şık döşenmiş geniş bir ofiste masasında deri sumen takımı, karşısında güzel kızlarıyla Ayfer’in çerçeveli fotoğrafı kahve içerken hayal etti. Keyfi yerine geldi. Annesine de yardımı dokunurdu. Kira, aidat, elektrik, su faturası derdine paydos. Apartotellerde ucuza getirmeye çalışılan tatillerin perişanlığı biter, doğru düzgün mağazalardan alışveriş yapılırdı. Ama önce gerçek bir araba lazımdı. Siyah spor bir BMW seçmeye karar verdi.
Sonuçlar
– Latif Istanca’ yı mı arıyorsunuz? Çok sevdiğim bir dostum, beyefendi adamdı. Başına garip işler geldi, tabii bizler hiç inanmadık. Siz neden arıyorsunuz Latif Bey’i? Alacak verecek davası mı? Kızısınız demek. Üstüme vazife değil, haddimi aşıyorsam lütfen uyarın ama bu kadar zaman hiç mi merak etmediniz, arayıp sormadınız babanızı? Hayatta olduğunu bilmiyordunuz, sonra saatini gördünüz antikacıda. Hımm, ben de hatırlıyorum o saati, nadide işçiliği olan pek güzel bir saatti. Uzun yıllar oldu haber almadım babanızdan. Adamcağız bir iftiraya uğradı. Antika kaçakçılığına karışmış dediler. Güya ortakları hem dolandırmış hem de adını vermiş gümrük polisine. İspatlı şahitli olmasa ceza almazdı diyorlar ama mümkünü yok. Latif yasa dışı işlere karışacak yaradılışta değildi bir kere. Görmüş geçirmiş, iyi aile evladı, efendiden adam. Sonra okumuş, bilgili bir insan ama suçsuzluğunu ispat edemedi zavallı. Beş yıl ceza aldı, iyi hal indirimi, af derken o kadar uzun da yatmadı. Lakin bu kibar adamlar kaldıramaz onursuzluk yaftasını, hiç suçsuz yere hem de. İçerdeyken, affedersiniz nasıl diyeceğimi bilemedim mahpusta intihara kalkışmış, bileklerini kesmiş, kurtarmışlar. Sonra toparlayamamış kendini, akıl sağlığı bozulmuş biraz. Hanım yani anneniz Hanımefendi de boşayınca… Ben bir keresinde ziyaretine gittim de görüşe çıkmadı. Çok severdim kendisini. Tahliye olduktan sonra haber alamadık ondan. Düşmez kalkmaz bir Allah! Gelse elbet elinden tutardık. Dostluğumuz çok eskiye dayanır bizim, mahalle takımında beraber top oynamışlığımız vardır. Hey gidi dünya hey! Bulursanız bana da haber verin. Kartımı vereyim, gündüz şu numaradan, geceleri alttakinden arayabilirsiniz. Mutlaka haber verin ama çok severim kendisini. Âlemin görüp göreceği en kibar adamdı babanız. Hey gidi hey! Kavanoz dipli!
Kader
– Garip bize iki kahve söyle. Orta şekerli olacak, iyi anladın mı?
– Abi bir çay da kendime söylesem olur mu?
– Söyle bakalım, dedi gönülsüz. Memleketten gelen misafire mahcup olmuştu.
– Kıt akıllıdır, gariban işte. Sabahları dükkânın önünde, kuru yerde yatıyordu, bir iki karnını doyurunca ayrılmaz oldu. Gel zaman git zaman içeri aldık. Burada kalıyor şimdi, bir işe yaradığı yok ama telef olmasın diye barındırıyoruz, sevabına…
– Sevaptır, sevaptır. Kimi kimsesi yok muymuş garibin?
– Olsa buralarda işi ne, değil mi? Ama geçenlerde bir hanım kız geldi, elinde eski bir fotoğraf. Babasını arıyormuş, adı Latif dedi lakin fotoğraftaki yakışıklı, giyimli, kibar tayfasından, bizim yarım akıllıya hiç benzemiyor. Yok dedim bu o değil. Tam kapıdan çıkacak oldu, bir saat gösterdi, ‘bunu hiç gördünüz mü kolunda?’ Mal altından, sarı sarı parlıyor. Garip’te değil altın düzmece saat bile yok dedim, gitti.
– O değilmiş, öyle mi?
– Bizim oğlan, ben görmüştüm, parlak bir saati vardı, kazağının kolunu kıvırıp uzun uzun bakardı diyor. Uyanıklar kandırıp almışlardır elinden diyor. İçime dert oldu anlayacağın, aşını suyunu tastamam veriyorum o bakımdan. Bu kış bir de elektrikli soba alacağım.
Kahvelerle su bardaklarını sehpaya bırakan Garip’ e döndü.
-Garip duydun mu? Sana soba alacağım, bu kış bir güzel ısınırsın.Garip çayını içerken kolundan sıyrılan gevşek kazağın altında ipince duran bileğine baktı, ısırdı. Yusyuvarlak izi çıktı dişlerinin. Tır tır tır tır.
Binnur Özyurt