“Kimlerden bu bahsettiğin kız?”

“Bizim köyden halamgillerin komşusu Emine’yi hatırlar mısın? Kocasının karpuz tarlaları vardı sıra sıra, işte onların en küçük kızı,”

“Kaç yaşında?”

“On yedi Seferim, tazecik kız,”

“Hadi ya, bir git konuş bakalım, sonra düşünürüz”

“Oldu bil sen.”

Dördüncü çocuğuna hamileydi Aysel. Karnı burnunda. Doğumu yakındı. Son haftalarda uyku tutmaz olmuştu. Gecenin bir yarısı kalkıyor, sabaha kadar oturuyor, “Ya yine kız olursa?” diye evin içinde dönüp duruyordu. Bıkmıştı kocasının ve kayınvalidesinin erkek çocuk ısrarından. O gece yine uyku tutmayıp da kalktığında şahit oldu Sefer ile anasının fısır fısır konuşmalarına. Yüreği sıkıştı. Odanın kapısının açıldığını duyunca parmak uçlarına basarak yatağına döndü. Uyuyormuş gibi gözüküp ikisinin hışmından kaçmaktı niyeti ama beceremedi. Zil zurna sarhoş olan Sefer, Aysel’i sarsarak kaldırdı. “Bir kız daha doğurursan gözüm görmesin seni! Gelme sakın bu eve!” diye bağırarak ortalığı birbirine kattı. Yorganın altına sinmiş halde, gözleri açıkta, Sefer’in yalpalayıp, ağzından tükürükler saçarak bağırışını izlerken “Cahil herif,” diye geçirdi içinden Aysel. “Bir de benim seyrettiklerimi küçümser. Oturup izlese anlayacak problemin kimde olduğunu.” 

Öyle ya, o sabah tv kanallarından birinde programa çıkan kadın hastalıkları profesörü, bebeğin cinsiyetini erkeğin sperminin belirlediğini anlatmıştı. Demek ki oğlan doğuramamasının sebebi kendisi değildi. Hem rahatlamış, hem de için için gülmüştü.

“Meğerse kızları Sefer yapıyormuş.”

Bu hamileliğinde yalvarmıştı kocasına, “Gel bir doktora gidelim, belki yol yordam gösterir bize. Hem bu gebeliği böbrek sancımın tuttuğu gün hastanede öğrendiydik ya, o yüzden herhalde, sürekli aile hekimliğinden arıyorlar. Kontrole gitmem lazımmış. ‘Gerekli testlerinizi yaptırmamışsınız?’ diyip duruyorlar. Doğumu beklemeye de gerek kalmaz, hemen öğreniveririz cinsiyetini, kızsa doğurmam he Sefer?” Ama Sefer’e değil, esas kayınvalidesine laf geçirememişti.  “Zinhar müsaade etmem!” demişti kayınvalidesi. “Bizim zamanımızda doktor mu vardı? Sen bu üç kızı doktor kontrolleriyle mi doğurdun da şimdi doktor diye tutturdun. Yok öyle elaleme olmadık yerlerini açmak. Biz tarlalarda, evlerde doğururduk. Hastaneye gittiğine şükredeceğine bir de icat çıkarıyor görüyor musun? Olmaz.”

Aysel, ertesi gün uyandığında aylar sonra ilk kez iyi hissetti kendini. Uzun zamandır hamileliğinin getirdiği sıkıntılardan dolayı fırsat bulup da gidemediği anneannesini ziyaret etmek istedi. Onu bu dünyada her şeyden çok seven, bir dediğini ikiletmeyen, el bebek gül bebek büyüten anneannesi, teller bağlayıp kapılarını aşındırdığı ermişlerden daha çok yardım ederdi ona. Hızla giyindi. Sefer’in nefesinden çıkan alkol kokusu bütün odayı doldurmuşken, ev havalansın diye mutfağın camını biraz araladı. Başörtüsünü çenesinin altından iğneleyip, sessizce evden çıktı. Tırabzanlara sıkı sıkı tutunarak indi merdivenlerden. Yoldan geçen taksiyi durdurdu , “Feriköy Mezarlığına gideceğiz.” 

Yarım saat sonra mezarlığın önüne geldiğinde güçlükle indi taksiden. Soluk soluğa buldu Kiraz Hanım’ın mezarını. Sanki karşısında duruyormuş gibi gülümsedi. Mezar taşını sevdi. Çantasından çıkardığı mendiliyle mermerin üzerindeki tozu toprağı silkeledi. “Ben geldim anneanne,” dedi. “Uzun oldu değil mi? İhmal ettim seni kusura bakma. Bilirsin, üç çocuk, ev, derken insanın kendine bile zamanı kalmıyor. Bak dördüncü çocuk geliyor. Çok korkuyorum. Yardım et be anneanne. Anası Sefer’e başka kadın bulmuş. Üstüme kuma alacakmış. Ne fısır fısır konuşmaları bitiyor, ne eziyetleri. Bir oğlan doğursam rahat bir nefes alacağım artık,” diye konuşa konuşa toprağın üzerini sarmış olan yabani otları temizledi. Etrafına bakındı. Mezarların bakımını yapan delikanlıyı aradı gözü. Kuruyup çatlamış olan toprağı sulasın istedi. Bulamadı. Ilık ılık bir su aktı bacaklarının arasından. Paniğe kapıldı Aysel. Titreyen elleriyle telefonunu çıkardı cebinden, Sefer’in numarasını bulmaya çalışırken bıçak gibi bir sancı saplandı kasıklarına. Telefon elinden düştü. Kendisi de Kiraz Hanım’ın toprağının üzerine çöküverdi. 

İçgüdüsel olarak aralanmış olan bacaklarının titremesine engel olamıyor, anneannesinin koynunda ağlıyordu Aysel. Vücudu ikiye ayrılıyor, gelen kasılmalara istemsiz ıkınmalarla karşılık veriyordu. Bağırmamak için tırnaklarını toprağa geçirdiyse de daha fazla dayanamadı ve boğazı parçalanırcasına haykırıverdi. Sesi yankılanarak bütün mezarlığı dolaşıp kendisine döndü. Öteden bir kadın sesi duyuldu o sıra, “Şuradan geldi ses,” diyordu kadın. Bacak arasından süzülen kan, soğuk mermerden geçip toprağa karışırken sıktığı dişlerinin arasından tiz bir çığlık daha attığında, sesler iyice yaklaşmıştı. “Eyvahlar olsun! Neler oluyor kızım?” dedi yanına gelmiş olan kadın. Adam ise Aysel’in bacaklarının arasından gördüğü manzaraya bakakalmıştı. Aysel kafasını kaldırıp da adamla göz göze gelince adamın eli ayağına dolaştı, ne yapacağını bilemez halde dehşetle açtığı gözlerini kaçırıp arkasını döndü. 

“Doğuruyorum abla,” diye inledi Aysel ve gelen kasılmayla beraber kadının ellerine yapışarak bir çığlık daha koyverdi. Yanı başında şaşkınlıkla dikilmiş olan kadın, Aysel’in attığı çığlıkla silkindi. Bacaklarının arasına geçti. 

“Amaaaan gelmiş bu!”

“Ne?” diye inledi Aysel. 

“Gelmiş kızım, kafası çıkmış bile, az daha ıkın bakalım,” 

Kadın arkasında duran adama ambulansı aramasını söyleyip üzerindeki montu hızla çıkardı. Aysel’in kalçasının altına serdi. “Ikın kızım, hadi canım,” Aysel derin bir nefes alıp çığlıklar eşliğinde var gücüyle ıkındı. Her çığlığında etrafını mezarlığa gelen diğer ziyaretçiler sardı. Herkes, merak, heyecan ve korkuyla olan biteni izliyordu. “Hadi ablacım. Bir daha. Son. Geldi.” “Hadi kızım, bir daha, tüm gücünle ıkın.”  Aysel son bir kez daha, dişlerini kırarcasına sıkarak ıkındı ve o an korkunç bir rahatlama hissetti. Tırnakları topraktan çıktı. Başını mezarın mermerine yasladı. 

Kadın şoka girmiş, elinde tuttuğu kanla kaplı bebeğe bakıyordu. Bir inleme duyuldu bebekten, kedi miyavlamasını andıran mırıltı ve avaz avaz bir çığlık. Gülümsedi Aysel. Derin bir oh çekti. Kalabalığın içinden biri üzerindeki hırkayı çıkarıp kadına uzattı. Kadın aceleyle sardı bebeği. Kimseden çıt çıkmıyor, herkes birbiriyle bakışıyor, Aysel’den gözlerini kaçırıyordu. Ambulans gelmişti. Aysel kadının kucağında sarılı duran bebeğine baktı. “Kız mı? Oğlan mı?” diye sordu. Kadın gözlerinden akan yaşlara engel olamayarak “Aslan gibi bir oğlun oldu kızım,” dedi. Sersem halde gülümsedi Aysel,  “Telefonumu yere düşürdüm abla,” dedi, “Ne olur kocamı arayın.” Kendinden geçti.

Sefer’i aradı kadın. Karısının doğum yaptığını, ambulansla hastaneye kaldırdıklarını haber verdi. “Kız mı? Oğlan mı?” diye sordu Sefer. Kadın Aysel’in bayılmadan önceki sorusunu hatırladı. “Ne önemi var?” diye düşünerek “Oğlan,” deyiverdi öfkeyle. Sefer’den bir sevinç narası yükseldi. “Hangi hastane abla?”, “Şişli Etfal,” , “Tamam abla. Sağol abla. Allah razı olsun senden,” derken ayağına geçirdiği lastik terliklerle fırladı evden. Kahveye koştu. Oğlu olduğunun müjdesini verdi. Gururla tebrikleri kabul etti. Hastaneye vardığında kapıda duran hemşireye karısının doğum yaptığını, ambulansın buraya getirdiğini söyledi. Hemşirenin gözü Sefer’in ayağındaki terliklere, yırtık çorabından çıkmış parmaklarına takıldı. Bu heyecanlı ve gariban babaya acıdı hemşire. Önce danışmaya, sonra doğum katına gittiler beraber. Aysel’in yattığı odanın kapısına geldiklerinde Aysel uyukluyordu. Yavaşça yaklaştı Sefer. Saçlarından öptü, ellerinden öptü. Gözlerini açtı Aysel. 

Gülümsedi.

“Oğlanmış Sefer, öyle dediler,”

“He ya, banada öyle dediler. Nerede şimdi?”

“Bilmem. Bizi mezarlıktan aldılar buraya getirdiler. ‘Tüm kontrolleri yapıp öyle getireceğiz, siz dinlenin,’ dediler.”

“Ne mezarlığı? Ne işin vardı mezarlıkta?”

“Anneannemin yanına gitmiştim. Dedim “Uğur getir bize. Bir erkek evladım olsun,”

“Kiraz Sultan bir dediğini ikiletmezdi senin tabii, cennetlik kadın.”

“Öyledir ya, yine ikiletmedi gördün mü?”

“Hele bir çıkalım hastaneden, hayrına lokma dağıttıracağım bütün Şişli’ye.” 

Gülüştüler. Bir doktor, bir hemşire girdi odaya. Doktor Aysel’e yöneldi, kolundaki serumu kontrol etti. Tansiyonunu ölçtü. Hemşire kucağında tuttuğu bebekle Sefer’e döndü. Pencere kenarındaki koltuğu gösterip, “Lütfen buyrun oturun, anne biraz bitkin, oğlunuzu ilk sizin kucağınıza vereyim,” dedi. Sefer koltuğa oturdu. Kucağına, kolundan daha küçük bir şey koydular. Üç tane kızı vardı ama hiçbirini kucağına almamıştı. Alışkın değildi. Ağlamaklı oldu. “Oğlum,” dedi. Kollarıyla sardı. Bir tuhaflık hissetti. Anlam veremedi. Hemşireye baktı. Hemşire tek kelime etmeden biraz da üzüntüyle Sefer’e bakıyordu. Sefer oğlunun sarılı olduğu battaniyeyi açtığında üzerine geçirilmiş tulumun bacak kısmının boş olduğunu gördü. “Ama bu…” diye kekeledi. Başından aşağı kaynar sular boşaldı. “Evet,” dedi hemşire kısık bir sesle “Maalesef oğlunuz engelli.”

Duygu Değirmenci

Shares:
2 Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir