“…-ç hali, sürç-i lisanlar... Bilerek ateş ediyordun. Ben de çoktan ölmeye hazırdım aslına bakarsan.”                    
                    			Pelin Oktay
                        Kırışık geçmişimin üzerine kadife bir örtü serdim. Kum dolu saat tam 15:05. Çıktı evden. Çıkarken çenemden acele öptü. Kendi kokusu yoktu üstünde. Ucuz bir erkek kokusu, yeni doğmuş bebek masumiyetindeydi gömleği.                    
                    			
                        Annemin fısıltılı yakınmalarıyla uyandım. Babamın köyüne geldik. Gece sinekler ısırmış bacaklarımı. Kabuk bağlamış kaşımaktan. Yoldum, kanattım. Başka buranın sinekleri, yapışıp kalıyor dokunduğu yere. Etrafa sinsice yayılan bok kokusundan mı? Uyandığım kanepe de aynı kokuyor. Çişim geldi. Tuvalete gidiyorum. Hela diyorlar burda. Gözüme ilişiyor birden. Duvara halı asmışlar, tablo yerine. Kilim değil halı. Anneannem öğretmişti anlamını. Kapıların gıcırtısı nereye gittiğini söylüyor.                    
                    			
                        “Gidiyorsunuz demek Amine ha. Çok özleyeceğim sizi. Buraya gelme sebebimdiniz. Ama inan ikiniz için de çok mutluyum. Çok iyi olacak her şey!” “İnşallah, senin kalbin öyle diyorsa öyle olur.” “Roya                    
                    			
                        Kaç yıl geçtiğini hatırlayamadım, sahi kaç yıl olmuştu? İncesu’daki o apartmanın adı neydi? Kar mı düşürdü aklıma? Zihnim tatilde, o dar apartmanın uzun merdivenlerinde bir sömestr hatırası gibi. Belki de                    
                    			
                        Özlüyorum kardeşim, aşını taşını değil Nevizadesini  Özlüyorum ayıp mı? Arnavut kaldırımlarında adımları saymayı,   Sanaldan değil gerçekten  Galata’dan Tünel’e süzülmeyi  Tramvaya binmek için jeton almayı  Özlüyorum Çiçek’te sütümü içip, İnci’den profiterol                    
                    			
                        Rutubet kokusunun burnumda yayılan bir patlıcan yemeği olmasını hayal ediyorum. Odanın bir ucundan diğer ucuna gerilmiş çamaşır ipi, yeni olmayan veya olamayan kıyafetleri taşıyor. Beyaz çoraplar, iki üç parça atlet,                    
                    			
                        Huzursuzluğun kıvranıp yatağıma sinsice kıvrıldığı an ölmüştüm aslında. Kederimden ağıtlar yaktığımı kimseye söylememiştim de kendi kendime ıslık çalıyordum o vakit. Issız bir yolda yürürken tam arkana dönüp bakmak isterken gölgenin                    
                    			
                        Yok yok sandalyeler uçuşmuyor aslında beyinciğimin üstünde! Burası da bir toplantı odası değil zaten. Müdirenin yatak odası, ya da patroniçenin mi demeliyim? Panzehirleri masanın köşelerinde yerlerini almış, içlerindeki zararlı atıkları                    
                    			
                        Ilık bir Mayıs Kadıköy’de seninle yıllar sonra karşılaşmamız… İnce bir tesadüf belki. Yıllar geçmiş, zaman geçmiş de takvim hangi yönün kurbanı olmuştu da beni heyecanlandıran bu buluşma boğazıma ekşi tatlı                    
                    			
							Daha fazla
						
										











