Her şey bir günde değişti. Kızımın boynuna dolanmış yılan. Boğdu onu. Sınavlar bitti geliyorum, demişti. Geldi, incecik bedeni tabutun içinde. Kızımın fotoğrafı, adı, soyadı, televizyonda gazetelerde. Ülke tanıdı kızımı. Sonra da unuttu. Yatak odası akça ağaç kaplı mobilyadandı. Köşede bir sandık duruyordu. Soluk kahve rengi, cilası çoktan gitmiş. Kapağını açtı, paslanmış menteşeler gıcırdadı. Dilara’nın sandıktan ilk çıkardığı indirimden yeni aldığı bornoz takımıydı. Bu takımı Cangül’e gösterdiği gün,
“Aman anne çeyizde neymiş,” deyip sağ elinin başparmağıyla orta parmağını birbirine sürtmüş “O paraları ver bana. Yiyip, içip gezeyim,” demişti.
“Kızım olur mu öyle, atayım içine birkaç şey, el alem kızına çeyiz yapmamış der.”
Dilara Hanım bornoz takımını büyükçe valize koyarken o gün temizliğe gelen Selvi’ye, “Her yeri temizle, en son temizlersin yatak odasını, olur mu? “Olur,” dedi Selvi ve sonra sandığın yanına diz çökmüş Dilara hanımın, tekerlekli valize eşya koyarkenki haline baktı, içi cız etti. Sabah haberlerinde duyduğu “müebbet” sözcüğü çınladı kulağında. Nişanlı kızını düşünerek salona geçti. Yüreğine taş oturdu. “Evlerden ırak”diye mırıldandı. Elektrik süpürgesinin düğmesine bastı. Süpürdükçe kordon uzadı.
Dilara Hanım’ın eli sandıktaki kendi çeyizinden kalma en değerli parçaya gitti.Annesinin işlediği kanaviçe yatak örtüsü takımına. Mor lale desenliydi. Bazı yerleri hafif sararmıştı. En son loğusayken kullanmıştı, pembe kurdelesi başında. Bir daha kullanmamış Cangül’ü için saklamıştı. Elektrik süpürgesinin sesi uzaklaşıyordu.
Evi hep ben süpürürdüm erkek kardeşim süpürecek değil ya. O bakkala giderdi. Bir gün ben gittim. Tomurcuklanmış memelerimi sıktı bakkal. Annem “Aman kızım babanla ağabeyine söyleme bela çıkmasın,” dedi. Söylemedik bela da çıkmadı. Söylese miydik. Şikayet etseydik. Kime. İspat nerede. Sustum konuşmadım. Cangül’üm, sınavlar bitti geliyorum dediğinde meme uçlarım sızlamıştı. Yatak odası karardı. Gündüz ışığını esirgedi. Elleriyle yerden kuvvet alıp kalktı. Tülleri açtı. Sonra camların kanatlarını. Toprağın nemli kokusuyla ürperdi. Bahçede yetiştirdiği papatyalar solmuştu. Baharda evlenmek yakışırdı kızına, elinde papatyadan gelin çiçeği. Kımıl kımıl solucanlar sarmasaydı papatyaları. Adalet yerini bulmuş… müebbet… kapalı ceza evi… benim ki açık ilelebet. Nereye gitsem acının kelepçesi bileklerimde. Çok ah ettim. Tek bir koku var burnumda kurtulamadığım, çürümüş kurtçuk kokusu. Kızı son geldiğinde erkek arkadaşının fotoğrafını göstermişti. “Kısmet,” demişti. Kısmet ha, anlaşıyorlarmış, elektrikleri tutmuş. Tükürmüştür yüzüne, ısırmıştır elini, hayalarını tekmelemiştir. Cansız yüzünü göstermek istemediler. Gördüm. Mordu yüzü, mosmordu. Kızım olamazdı gördüğüm. Bir bebek olsa olsa. Yüzü mora boyanmış. Göz pınarlarından çenesine akan kan izi, görünmeyen. Boynuna dokundum. Yılan izine. Boş midemden kustum. Ölüverdim üstüne. Kollarımdan tuttular. İlaç verdiler uyudum. Uyanmasaydım.
Tişörtünün yakasını düzeltti. Dili kurumuştu.Yüzü al al. Derince nefes aldı. İpeksi dokunuşla yatak örtüsü takımının üzerinde ellerini gezdirdi. Sonra valize tek tek yerleştirdi. İğne oyalı yazmaları, allı güllü. Mekik oyalı namaz örtülerini. Çiçek böcek işli el havlularını. Lifler, keseler… Ortasında bakırdan küçük balığın hareket ettiği hamam tası, gümüşten takunya, anneannesinden kızına kalan. Bohçayla kaplıcaya gittikleri, akşama kadar kaldıkları günler, hamamın aslan ağzından akan, gür ve sıcak su. Hepsi geride kalmıştı.
Kuruyan göz pınarlarını sağ elinin işaret parmağıyla sildi. Salona geçti. Her yanı saran çamaşır suyu kokusundan hoşlanmadı. Laminat parkeler parlıyordu. Kırkyama kırlentler döşemesi yenilenmiş koltuklara düzenli konmuştu. Yaşam yeni baştan başlasa, temizlense geçmiş. Gitmese kızım, tanışmasa. Yaşam niye geri dönmez. Kadermiş. Duvarda küçük aynaların yanında asılı beyaz çerçeveli fotoğrafa baktı. Saat kulesinin önünde kızı dimdik duruyordu, kızı dimdik. Canım Cangül’üm ah ne çok severdi mavi robalı elbisesini, gülüvermiş, seyrek dişleri görünmüş.
Elektrik süpürgesinin sesi kesilmişti. Selvi’ye “Gel” dedi. Yatak odasına gittiler. Valizi ikisi birlikte üstüne basarak kapattılar. Sandık boştu artık. Tahta kurularının delikleri görünüyordu. Sandığı dairenin dışına çıkardılar. Yeniden yatak odasına döndüler. Dilaratekerlekli valizi göstererek,
“Götür bu valizi.” dedi
“Nereye.”
“Evine, senin nişanlı kızın yok muydu?”
“Var.”
“İyi işte, al götür.”
“Olur mu Dilara hanım,” dedi. Odaya derin bir sessizlik çöktü.
“Selvi işin bitti, artık gidebilirsin”.
“Yatak odasını süpürmedim.”
“Boşver,” dedi
Gündeliğini verdi fazlasıyla. Selvi tekerlekli valizi çekerek evden ayrıldı.
Dilara ikinci el satıcıyı aradı.
“Kaça satarsınız?” diye sordu telefondaki.
“Sadece gelip almanız yeterli,” diyerek, adresi verdi.
NALAN BAYRAK