İnsan, kalabalıktır be Nuran’ım. Karşında oturanı bir tek ben mi sandın? Bak kafamın içi mahşer yeri. Geçmişin eli boğazımda… Anamın sevgisizliği, babamın yorgunluğu, çocukluğumun yoksunluğu… Hepiciği burada. Güzel günlerde var elbet içinde. Senin gözlerine dalıp dalıp gittiğim geceler, çocuklarımı kucağıma verdiğin andaki sevinçler ama gittikçe tenhalaşıyorum be Nuran’ım!  Ha şu kafamın içindeki var ya! Solup durur be yavrum. Kaybediyorum teker teker onları. Ben yaprak dökme mevsimine gelmişim. “Tövbe tövbe, Allah gecinden versin,” deme. Senle ben bir miyiz kız? Koca adamdım seni gelin ettiğimde. Körpeciktin.  On üçünde bir gonca. Açmadan soldurdum ben seni. Yok, öyle kaşını kaldırma. Bilmez miyim yaptığım eşekliği. Anam, “Sana kız bulduk,” dediğinde havaları uçmuştum. Bir kambura, gözü pörtlek, koca burunlu adama, kim varır diye düşünmedim ilkin. Ne bileyim çocuklar gibi sevindim o an.  İnsan mutlu olunca içinde bir şeyler kanatlanıyor, düşünmüyor gerisini. Anamın ellerine yapıştım o saat. “Hadi kalk gidip alalım o zaman,” dedim. Bakkaldan şeker alır gibi kolay sandıydım. Anam, “Tövbe estağfurullah, gecenin bu saatinde olacak iş mi?” dediğinde ne kızdım ona. “Madem bu kadar güzel bir şey yapacaktın, ne bu saatte söylüyorsun, sabahı bekleseydin ya!” diye söylendim. “Bir yaşıma daha girdim oğlum. Ben ne bileyim bu saatte, kalk gidelim diye tutturacağını?”

Senin anlayacağın sabahı zor ettim. Seni istemeye gelene kadar bilmiyordum yeminle çocuk olduğunu. Anlamalıydım aklı başında bir kızın bana varmayacağını! Düşürme yüzünü karıcığım.  Sana akılsız der miyim hiç? Küçük bir çocuğu kandırabilirlerdi ancak benimle evlensin diye? Başka bir yolu var mıydı ki?  Söyle kuzum beni büyümüş halinle, aklın başındayken; bu çirkin kamburu kocalığa kabul eder miydin? Eğme kafanı. Utanacak bir şey değil ki ben istememen! Ben bile çirkinliğime bakamazken… Hani beni ilk gördüğünde ne yapmıştın, hatırlıyor musun?

“Bismillahirrahmanirrahim,” deyip başparmağını üst dişlerine dayayıp ittiriverdiydin. Yok, be Nuran’ım, kızma bana! Bilmez miyim, beni ne kadar çok sevdiğini?  Bunca yıl üzerime titredin, kimseler yüzüme bakmazken sen gözlerini hiç kaçırmadın… Çirkinliğim senin suçunmuş gibi öfkemi kusarken bile, ha şu dış kapıdan öteye geçmedin. Bak sana ilk defa ne anlatacağım karıcığım. Rahmetli anam var ya, dünyaya geldiğim vakit benden iğrenmiş. “Bu kadar çirkin bir çocuğu ben doğurmuş olamam,” diye diye ortalığı birbirine katmış. Ebe kadın, “Delirdin mi kız? Az önce sen doğurdun ya!” demiş lakin bizimkini ikna edememiş. Günlerce beni emzirsin diye peşinden koşmuş babaannem. Benim de inadım inat, asılmışım sol memeye. Kalbine yakın olursam belki bir gün girerim oraya diye. Sağ meme çorak bir toprak gibi kurumuş, çatlamış. Ekin tutmamış bir daha. Biliyor musun, anamın sol memesi benim sütannemdir?

Hiç yüzüme bakmadı benim. Öyle köşede, kıyıda büyüdüm ben. Ne kaseme çorba koyarken ne yatmadan önce üzerimi kapatırken ne de ateşimi yoklarken yüzüme baktı. El yordamıyla buldu beni. Ezberinden yani. Ya da ne bileyim, ben onun eli bana dokunsun diye yanında yöresinde oldum hep. O, beni sevmedikçe ben ona daha çok bağlandım. O, beni ittikçe ben ona daha çok yaklaştım. Sevgisinin dilencisi oldum. Gözlerinin içinde aradım kendimi. Küçücük bir ışıltı yeterdi. Çorak bir ülkeydim ben onun için. Yaktığı ormanların ardında ölüme teslim ettiği koca bir kuraklık… Bir tek seni gördüğünde gülümsedi. İlk kez bakıyordu bana üstelik. Benden kurtulduğu içindir belki diye, düşündüm o an. Bu yüzden ormanlarını tazeleyecek, ağaçlarından yapraklar fışkıracak sandım. Kendi elleriyle tek tek kopardı onları. Beni sevmemek için çok direndi anam. Ölürken bile gözlerini kaçırmıştı benden.

Babamı bilmezmiş gibi konuşma! Benim babam, hiç evinde olmadı. Hiç karısına aşkla bakmadı, hiç çocuklarını bağrına basmadı… Kendi dünyasına bile uzak. Aynaya baktığında kendinden ürken bir adam. Öyle bir yabancılık işte…Kardeşlerime ne demeli? Anamın tarlasının mahsulleri. Ben onların önündeki tek çakıl taşı. Her gün fırlatıp attılar beni. Geçtiler üstümden. Çocuklarım mı? Yapma be kınalı kuzum. Bilmem mi ben onları? On yıldır yüküm ben sırtlarında. Bu kamburun gözlerinin içine bakıp bakıp dururlar. Ne zaman gideceğim, ne zaman yok olacağım, diye gün sayarlar… Yok, be Nuran’ım. Nemlenmesin o güzel gözlerin! Hem haksız sayılmazlar. Yaş, ölüm yaşı. Ben de aynını isterim. Valla ne yalan söyleyeyim, bir an önce gelse ölüm, ha şöyle açarım kollarımı, dolarım boynuna. Olurda o vazgeçerse diye yapışırım ensesine. “Vakit, gitme vaktidir; elini çabuk tut,” derim.

Ah be Nuran’ım ölüm döşeğinde, bak hala başucumda bekliyorsun! Gençliğini, güzelliğini elinden alan bu çirkin adamı bırakmıyorsun. Bir zamanlar çekip gitmek istedim. Bana olan tutsaklığın son bulsun istedim. Yapamadım be karıcığım. Ne o, ağlıyor musun yoksa kınalı kuzum? Yok, yapma. Ağlama! Ağlayacak vakit değil. Kalk kız, bak şu arkandaki dolaba. Aç şimdi kapağını. Gördün mü paketi? Bak sana ne aldım. Aç, aç çekinme. Hadi kız hiç mi merak etmiyorsun? Acele et. Giy şimdi… Ha şöyle! Gel yanıma. Beğendin mi? Çok yakıştı valla! Dön bakayım.  Fırfırları nasıl da güzel! Dünya oldun bak. Durma… Yoruldun mu? Yanakların al al oldu. Alnındaki damlalar nasıl yakıştı sana. Elmas gibi parıldıyorsun bak.

 Ah be Nuran’ım kalbimin tam üstünde bir yara. Nasıl heder ettim ben seni, nasıl kıydım sana. Başlık parasını misliyle verip almışlar seni bizimkiler, bilemedim. Yeminle bilmiyordum. İlk çocuğumuzu kucağıma verdiklerinde öğrendim ben bunları. Dünyalar başıma yıkılmıştı. Yaşını da büyütmüşler. Sana o kadar çok tutulmuştum ki göremedim gerçekleri. Ya da ne bileyim, söylediler de ben duymak istemedim belki… Boylu posluydun. İncecik bir dal. Bir çocuk olduğunu bilemedim. Oynarken hiç görmedim ki ben seni. Elinde hep bir çalı süpürgesi. Seni ilk gördüğümde de şimdi de temizleme telaşın.  Ne çok kirlettik dünyayı be güzelim.  En çok da benim pisliğim sana bulaştı.  Ondan mı bu kadar paklarsın her yanı? Bak artık ölüyorum. “Allah gecinden versin,” deme kız.  Senden izin mi alacağım ölmek için? Bakma bana öyle ceylanım! Kızıyorum artık, için çıktı ağlamaktan.  Kalk, git, uzan yatağına. Dinlen azıcık. Saati gelince teslim olurum ben ecele. Kim bilebilir ki ne zaman olacak sonumuz? Hadi uyu karıcığım. Ölümün nöbeti olmaz. Kapat şimdi gözlerini.

“Hava soğuk mu ne?”

“Hayır, değil mi?” İçim ürperdi.

“Işıkları kapattığın iyi oldu.”

“Allah’ım bu ne güzel karanlık!”

“Uyudun mu karıcığım?”

(…)

Asuman Gül Biçen

Shares:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir