Nermin Mollaoğlu kimdir?

Trakya Üniversitesi’nden İngilizce öğretmeni olarak 2000’de mezun oldu. Connecticut Eyalet Üniversitesi’ndeki ilk yüksek lisans eğitiminden sonra İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde yazar ve çevirmen haklarındaki yasal boşluklar üzerine ikinci yüksek lisans tezini yazdı. Türkiye’nin en iyi ve prestijli yayıncılarından Yapı Kredi Yayınları’nda telif hakları ve dış ilişkiler koordinatörü olarak üç yıl çalıştıktan sonra 2005’te Kalem Ajans’ı kurdu. Mehmet Demirtaş’la birlikte İTEF, İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali’ni 2009’da organize etmeye başladı. Londra Kitap Fuarı’nda verilen Uluslararası Edebiyat Ajanlığı Meslekte Mükemmellik Ödülü’nün 2017’de sahibi olan Nermin Mollaoğlu, çoğu uluslararası kitap fuarı ve edebiyat festivali katılımı olmak üzere pek çok ülkede Türk Edebiyatını temsil etmeye devam ediyor.

Merhaba Nermin Hanım, hoşgeldiniz. Misafirimiz olmayı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Öncelikle sizden başlayalım, Nermin Mollaoğlu yayıncılık dünyasına nasıl girdi?

Ben tesadüflere çok inanıyorum. Bazı tesadüfler oldu hayatımda ve onlar bana yol açtı diyebilirim. Ebe hemşirelik yaparken bir yandan da Edirne’de İngilizce öğretmenliği okuyordum. Aslında çok iyi şartlarda ve çok severek yapıyordum ebe hemşireliği ama öğretmen olmak istiyordum. O yüzden İngilizce Öğretmenliği bölümünden mezun olur olmaz hemşireliği bıraktım. Yurtdışında yüksek lisans yapmak için başvurdum ve Amerika’da, Yale Üniversitesi’nde doktor olan bir kadının evinde kalıp onun çocuklarına bakarak Connecticut Eyalet Üniversitesi’nde yüksek lisansımı bitirip Türkiye’ye geri döndüm. Uzun süre çok yoğun bir tempoyla ve çok severek İngilizce öğretmenliği yaptım. O sırada bir yüksek lisans daha yapmak için iş hayatımı yarı zamanlı hale getirerek yeniden eğitime başlamıştım ki ders aldığım hocalarımdan Sakine Eruz gelip “Sana bir iş buldum. Bu iş tam senlik, telif haklarına bakacaksın.” diyerek beni Yapı Kredi Yayınları’na gönderdi. O gün gelen teklif, pek çok engebeli yoldan geçtikten sonra, beni bugün buraya getirdi. Tabii ki çok emek sarfettim ve çalıştım ama hayatın karşıma çıkardıkları da büyük şanstı.

Özellikle son on yılda adını çok sık duymaya başladığımız yeni bir meslek tanımı Edebiyat Ajanı. Edebiyat ajanı ne yapar?

İlk başlarda bu işi edebiyat ajanı olarak tanımlamıyordum. Hatta ne iş yaptığımı sorduklarında doğru kelimeleri bulabilmek için çok zorlanıyordum. Son on yılda artık rahatlıkla “edebiyat ajanlığı yapıyorum” diyebiliyorum. Peki ne yapar edebiyat ajanı? Edebiyat ajanı, tüm dünyada yeni yazar keşfeden kişi anlamında kullanılıyor. Yeni yazarlar bulan, onların dosyalarını ilk okuyan, üzerinde çalışıp yayınevine götüren kişi aslında. Özellikle Amerika ve İngiltere’de edebiyat ajanı üzerinden yayıncılara ulaşmayan yazar sayısı çok azdır. Bu ön eleme ve hazırlık hali, hem yazar hem de yayınevi açısından oldukça önemli. Tabii ilk zamanlar Türkiye’de böyle algılanmadı ve edebiyat dünyası bu duruma oldukça mesafeli yaklaştı ama artık öyle değil. Yayınevi ile yazar arasında, tüm prosedürleri bilen bir köprünün olması işleri oldukça kolaylaştırıyor diyebilirim.

Peki siz Türkiye yayıncılığını şu an nerede görüyorsunuz?

Yayıncılık organizma gibi bir sektör. Oldukça da sağlıklı bir organizma olduğunu düşünüyorum. Evet dışarıdan bakılınca başka ülkelerin yayıncılık anlayışları oldukça imreneceğimiz şartlara sahip. Fakat Türkiye yayıncılığının da kıyaslanabilir pek çok özelliği var. Bu özellikler bizi artı konuma taşıyor bence. Bir sektörde, ülke pazarının içinde yeni yeni yayınevleri kurulabiliyorsa bu, kartelleşme yerleşmemiş, insanlar edebiyat alanında kendi hayallerini gerçekleştirebilmek için hala harekete geçebiliyorlar demektir. Sektörün iyi olduğu anlamına gelir. Fakat dağıtım ağımız maalesef çok yetersiz. Bu alanda ciddi değişimlerin olması gerekiyor, çünkü yayıncılık sektörü en büyük darbeyi dağıtımın yetersizliğinde alıyor. Tabii bir de çalışan sayıları kapasiteye göre çok az kalıyor. Öyle kitaplar çıkartan yayıncılar var ki, çok küçük ekiple, insan üstü emeklerle, çok başarılı işlere imza atıyorlar. Bunlara destek olmak çok önemli. Dağıtım ve kalifiye personeller yetiştirmede de geliştiğimiz zaman gerçekten çok daha şahane işler çıkaracağımızı düşünüyorum.

Türkiye kitap telif piyasası son beş yılda oldukça hareketlilik kazandı. Sizce yazar ajansları bu yükselişin neresinde?

Pek çok yerinde, şöyle ki; sadece Kalem Ajans değil, diğer meslektaşlarımda “telif hakları” konusunda büyük çaba sarfediyorlar. Artık insanlar “telif hakları” ne demek biliyor. Meslek birliği, “Mesleğimiz Yayıncılık” diye bir proje geliştirdi. O projede telif haklarıyla ilgili bilinmesi gereken pek çok şey anlattılar. Ben faydalı olduğumuza ve birilerinin harekete geçmesine sebep olduğumuza inanıyorum.

Yeni yazarlar ya da kitaplar keşfetmek için yola çıktığınızda nereden başlıyorsunuz?  Nasıl bir süreç oluyor sizin için?

Şimdi biz şöyle çalışıyoruz, örnekleyerek gidersek, diyelim sizinle çalışacağız. Kitabınızın çıkması için bizim sizinle en az beş ya da altı kez görüşmemiz gerekecek. Tanışacağız, anlaşacağız, kitabın sözleşmesini imzalayacağız, okuyacak, düzeltecek, bir daha okuyacak, bir daha üzerinden geçeceğiz. Sonra “Hangi yayıncılarla çalışılabilir?” kısmına geçip yayıncılara göndereceğiz. Biri kabul etmeyecek, diğerine göndereceğiz, sonrasında yayıncıdan gelen sözleşmeler üzerine konuşacağız, bir sürü sorunuz olacak, ben hepsine yetişmeye çalışacağım vs. Bazen verdiğimiz emeğin karşılığını alacağız, bazen alamayacağız. Bu uzun bir yol. Yeni bir yazarı temsil edip onunla çalışmaya başlamak gerçekten çok uzun bir yol. Beraber yürüyebilmek içinse karşılıklı sabır ve anlayış çok kıymetli çünkü her iki taraf da zaman zaman yorulup umutsuzluğa kapılabiliyor.

Edebiyat dünyasında, başka ülke ve kültürlerde dikkatinizi çeken fakat biz de henüz yapılmamış, önemli olduğu halde üzerine düşmediğimiz bir şey var mı?

Biz sıcak parayı seven bir ülkeyiz. Her türlü iş kolunda şu muhabbet mutlaka geçer, “Peşin ödersen şu kadar indirim yaparım…” Yayıncılıkta da aynı kafa devam ediyor maalesef. Büyük bir pazar olmasına rağmen, bu yıl çıkartacakları kitap listesini anında bulabileceğiniz yayıncı sayısı ondan fazla değildir. Bu oldukça sıkıntılı bir durum. Yayınevleri genellikle, gelecek ay çıkartmayı planladığı bir kitabın tanıtımını gelecek ay yapmaya başlıyor. Halbuki yurtdışındaki yayıncılık anlayışı şöyle işliyor; ağustos ayında çıkacak bir kitabın reklam çalışmaları minimum ocak ayından başlıyor. Yayınevlerinin kendilerine ait siteleri var, sitede o yıl çıkaracakları kitapları yayınlıyorlar. Edebiyat eleştirmenleri o sitelere girip, yazı yazabilmek için kitapları istiyorlar. Kitap daha çıkmadan eleştirmenler tarafından okunuyor ve hakkında pek çok yazı yazılıyor. Kitapların hangi festivallere katılacağı planlanıyor. Bir kitabın çıkmasına daha sekiz ay varken, tüm ön çalışmalar tamamlanmış ve harekete geçilmiş oluyor. Bizde bu ön çalışma hiç yapılmıyor. Reklam, tanıtım ve organize olma aşamalarının üzerine daha fazla düşülmeli.

Türk edebiyatının diğer ülkelerde yeri nedir? Sizce daha iyi olması için hangi alanda gelişmek gerekiyor?

Biz bu toprağın insanıyız. Bu ülkede hizmet veren bir doktorla, Amerika’da hizmet veren bir doktor arasında nasıl farklar varsa, aynı şey yazarlarımız içinde geçerli. Ülkenin durumu ne ise meslek grupları da ona göre şekilleniyor maalesef. Daha iyi olması açısından bakarsak, aslında avantajlı olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü biz dünyayı okuyan bir ülkeyiz. Farklı dillerin edebiyatlarına karşı çok açığız, erişebiliyoruz ve okuyoruz. Bence bu bizi edebiyat açısından çok besleyen ve geliştiren bir durum. 

Size göre, bir yazarın, dosyasını yayınevine teslim etmeden önce en çok nelere dikkat etmesi gerekir? Yayıneviyle olan ilk görüşmede bize önerebileceğiniz püf noktalar var mı?

Öncelikle bir yayınevine, editöre mail gönderirken konu başlığına dikkat etmek önemli. Mailinizin daha gönderdiğiniz an dikkat çekmesi, açılıp okunmak istenmesi için dikkat etmeye yazacağınız konu başlığından başlamalısınız. Şöyle düşünelim, bir sürü seçenek var ve sizin o editörün dikkatini çekebilmeniz lazım. Editör o maili okuyacak, sonra dosyayı açıp indirecek ve ilerleyecek. Bu süreçte hiçbir yere takılmaması gerekiyor. Ne bunlar? Mailin içerisinde tek bir imla hatasının olmaması gerekiyor. Yazarın, ne kendisini çok yukarıya çıkartan, ne de aşağı çeken bir anlatım dili kullanmaması gerekiyor. Dosyaya gelince, dosyanızın ya da romanınızın bir isminin olması şart. Bir de ben şunu seviyorum, “Neden bu romanı okumam gerekli?” bir ön anlatım yazısı çok yardımcı oluyor. Bir anlamda kendi romanınızla röportaj yapmış oluyorsunuz bunu hazırlarken. Gönderilen roman hakkında detaylı bir özet çıkartmak ve dosyayla birlikte bunu sunmak, editörün ve yayınevinin de iş yükünü hafifleten bir tutum. Sonra da kendinizi iyi tanıtabilmeniz gerekiyor. Kimlerden ne eğitimler aldınız? Bu eğitimleri alırken neler hedeflediniz? Hisleriniz neydi? Bu kitabı neden yazdınız? Bunları belirtmek, kendinizi tanıtmak açısından önemli. Tabii bir de kime gönderdiğinizi bilmek gerekiyor. Hangi editöre gönderiyorsunuz? Hangi yayınevine gönderiyorsunuz? O yayınevi ve editör, hangi tür kitaplar yayımlıyor? Bunların hepsini bilerek göndermeniz size bu zor ama güzel yolda yardımcı olacaktır.

Sevgili Nermin Mollaoğlu’na, değerli bilgi ve tecrübelerini bizimle paylaştığı için çok teşekkür ederiz. Enerjinizin hiç tükenmemesi dileğiyle…

Shares:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir