Duygu üzerine pembe pijamalarını çekmiş, elinde şarap kadehi ve bir rulo tuvalet kâğıdı eşliğinde Yıldız Tilbe şarkıları söyleyip ağlıyordu. Şarkı aralarına sıkıştırdığı “Allah seni kahretsin, geber Emir”, “her gün beni hatırla,” bedduaları eşliğinde yine bir ayrılık ritüelinin dramatik baş kahramanı olmanın zevkinin doruklarındaydı. 

Alarmı çaldığında telefonunu ararken iki şarap şişesini devirmiş olmasından anlıyoruz ki, gece tek şişe ile bitmedi. Kalktı, işe gitmek üzere hazırlanmaya başladı.

– Ya saçmalama, işe filan gitmek istemiyorum. Rahat bırak beni.

– Duygucuğum gitmen lazım bak şurada güçlü ve genç kadın imajı yaratacağız. 

– Ben güçlü değilim rahat bırak!

– La havle…

Duygu kafasını kaldıramayacağını anlayıp bir bahaneyle işe gitmedi o gün. Yine de günün heba olmasına razı değildi. Kalkıp duşa girdi.

 – Rahat bıraksana beni, duşa girmeyeceğim. Uyumak istiyorum.

 – Kızım sarhoşsun, duşa girmeden ayılamazsın sen.

 – Ya ne sarhoşu, üç şişe şaraptan sarhoş olmam ben. Uyumam lazım bırak.

 – Miden bulanıyor Duygu, banyoya git.

 – Midem bu-lan-mı-yor. Böööğğğkkkk lan! Beni yazıyorsun diye senin istediğin gibi sürünmemi mi bekliyorsun. Kusmam ben tamam mı! böööğğğkkkkk

 – Ha işte şöyle yola gel.

Duygu klozete sarılmış halde önceki gecenin kalıntılarını bünyesinden atarken telefonu çaldı. Arayan Emir olabilirdi. Dün geceki karşılaşmalarından sonra kafasından onu atamayan Duygu’nun kalbi güm güm atarak telefona doğru koşmaya…

– Hop hop arayanın Emir olmadığı biliyoruz. Bir dakika, anlaşalım bak. Benden drama queen olmaz. 

– Neden dün gördün Emir’i değil mi?

 – Gördüm gördüm. Kadıköy rıhtımda sigara içiyordu, birini bekliyordu herhalde. Ama o beni görmedi.

 – Yanına gitseydin, konuşmadın mı?

 – Ya ne konuşcam kılkuyrukla. Duygu sigarasını yakmıştı bile.

 – Duygu sen sigara içmiyorsun. Yeşilaycısın çünkü babanı akciğer kanserinden kaybettin.

 – Kim ben mi? Benim anam babam yok ki, şu oda ve banyo ile sınırlı bir dünyam var. Bırak da bir sigara keyfim olsun.

“Peki tamam ama sadece bir tane,” derken Duygu ikinci sigarasını yakmıştı bile.

 – Sen de bayağı bir uysal yaratıcı çıktın ha. Hahhaha ay hiç güleceğim yoktu. Neden güleceğim yoktu ki? Emir sidiklisinden ayrıldım diye mi bu kadar dağıldım ben ha? Anlat bakalım kafandan neler geçiyor?

 – Evet ayrıldınız, sen hâlâ ona aşıksın. İşe gidiyorsun çünkü kiranı ödeyebilmek için çalışmak zorundasın. Baban vefat edeli çok olmadı, annen de evhamlı. Devamlı sana evlenme baskısı yaptığı için sen de tüm erkek arkadaşlarına potansiyel koca gözüyle bakıp yanılıyorsun. Sonuna biriyle tanıştıracağım seni.

 – Zengin mi?

 – Kim?

 – Şu yeni çocuk, hani sonunda tanışacağım.

 – Yani evet, güzel bir arabası var en azından. Hem de öyle şirket arabası değil. Kırmızı bir spor araba.

 – Nerede tanışacağız?

 – Yol üzerindeki köftecide. Hani şu Bostancı Lunapark’ın oradaki.

 – “Pretty woman walking down the Street,” diyorsun yani.

Duygu kendi kendine söylenmeyi bırakıp üzerini değişmek için yatak odasına doğru gitti. 

– Hiiç uğraşma, bugün evden bir adım bile atmam. Pijamalarımı kusmuk yapmasan iyiydi. Bir tek onu değiştiririm bak.

Dolabın önünde durup uzun ve güzel bacakları ile çok güzel göründüğü kırmızı mini elbisesini giymeye karar verdi. Hem kırmızı intikam rengi değil miydi? Emir Duygu’yu bu halde görünce neler kaybettiğini fark edip, hemen ona dönmek isteyecekti.

– Hayırdır sen bana mı yürüyorsun? Yahu sevgili yazar evden çık-mam. Bak işte zevkli kızmışım aslında, ver oradan bana metalica t-shirtümü. Hangi mevsimdeyiz belli değil anasını satayım. Bir de eşofman altı ver. Aa dur seni deli edeyim aşortman altı. Hahahhaa yazım hatalarına gıcık oluyorsun demi?

Telefon çaldı. Arayan yapımcı. “Duygu Hanım merhaba, yeni bölümün senaryosu hazır değil mi? İç çekim için hazırlık yapılacak, acilen senaryoyu gönderebilir misiniz?”

“Tabii Ayhan Bey, hemen toparlayıp gönderiyorum, iyi günler.”

Deniz Çağlar

Shares:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir