Dünden beri kıvrana kıvrana doğum sancısı çekiyordu Esma. Etrafında köyün kadınları toplanmış kimi sıcak su taşıyor, kimi karnını ovalıyor, kimi de sessizce dua ediyordu. Suyu bacaklarının arasından süzülünce kuma olarak geldiği evin ilk gelini, şimdi kendisi yüzünden adı geçkine çıkan Mihriban yerde göllenen birikintiyi görmüştü. Küçük bir çığlık atıp kızı yatağına yatırmış ve büyük oğlunu köyün ebesini çağırmaya yollamıştı.  Ayşe Ebe yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle hazırlanmış, alet edevatını poşetine koyup neredeyse koşarak gelmişti doğum evine. 

Esma, 16 yaşındayken annesi, babalığı ve üvey kardeşleriyle yaşadığı evden bir gecede Mahmut Ağanın evine eline alelacele tutuşturulan ve bir iki elbise, gecelik ve içlikten oluşan bohçasıyla kuma olarak yollanmıştı. Uzun yıllardır konuştuğunu duyan olmamıştı Esma’nın hatta konuşmak ne kelime, ses çıkarmamıştı. Oysa annesi küçücük bir kızken nasıl da neşeli şarkılar söylediğini, her olayı en ince detayına kadar anlattığını, bahçedeki güllere öpücükler kondurup onlarla uzun uzun konuştuğunu çok iyi anımsıyor ancak kendinden başka kimsenin artık hatırlamadığı bu detayları dile getirmiyordu. İkinci kocasının evinde kendini gündelik koşturmalara ve telaşlara kaptırıp Esma’nın her geçen gün içine kapandığını başta fark etmemiş ancak bir gün kızı sorduğu sorulara cevap vermeyince omuzlarından sarsmıştı. ”Konuşsana be kızım dilini mi yuttun? Konuşşş.” Esma dilini yutmamıştı ama yeni yerleştikleri bu yabancı evde çok da istenmediğini, varlığının fazlalık olduğunu, annesinin bile onu çoğu zaman görmediğini ve dinlemediğini fark etmiş ve küçücük kafasında bir daha asla konuşmamaya söz vermişti. O günden sonra Esma’nın sesini duyan olmadı. Aslında elinde olsa görünmez olmayı da isterdi ama şimdilik bunu yapacak gücü yoktu.  Annesi ise bazı zamanlar kederlenir, ev işlerini büyük bir maharetle yapan, tarlada güneşin altında saatlerce aralıksız çalışan kızına bakar, bu kendi canından çıkma zayıf bedene sarılır ve sessizce ağlardı.  

Köyün varlıklı Mahmut Ağası Esma’yı görüp yıldırım aşkına tutulunca köy halkı günlerce yalnız bunu konuşmuş, Esma’nın sessiz güzelliğine övgüler düzülmüştü. Mahmut Ağa bir akşam adamlarıyla Esma’ların evine gitmiş, üvey babasının eline bir tomar para sıkıştırıp tek söz söylemeden kızı götürmüştü. Kör karanlıkta eve geldiklerinde Mihriban bahçeye girişlerini pencereden izledi, koştu kapıyı açtı, yere diktiği gözlerini kaldırmadan ”Hoş geldiniz ağam,” dedi. Mihriban şaşırmamıştı. Kocasının kendisine karşı hevesinin bittiğinin farkındaydı. Üç oğlan doğurmuştu peş peşe. Otuzuna yaklaşmıştı artık. Çoğu gece ağa onu yatağında bile istemez kapıyı çarpıp yatar uyurdu. Esma’yı eve getirdiği gece hemen yatak odasına götürdü Mahmut Ağa. Kimseye tek kelime etmeden kapıyı arkalarından kapattı.

Mihriban’ın o gece gözüne uyku girmedi. Mahmut Ağa öğlene doğru odasından çıktığında kapının önünde bekliyordu. Ağa Mihriban’ı kolundan tuttu. ”O senin kızın olacak bundan sonra anladın mı? Ondan sen sorumlusun. Ağlasa senden bilirim ona göre. Ayağını denk al,” dedi. Mihriban ”Merak etme ağam,” diyebildi yalnızca. Adam evden çıkınca Esma’nın odasına daldı. Kız yatakta oturmuş bomboş gözlerle pencereye bakıyordu. ”Bak kızım biliyorum sen dilsizmişsin, konuşmazmışsın duydum ben ama bundan sonra sen bu evin kızısın ben senin anan olacağım. Çocuklarımın da ablalığı olacaksın, onlardan ayırmam seni. Konuşmasan da ben anlarım halinden.” Kızı yataktan kaldırdı, sofanın arkasında perdeyle ayrılmış odaya götürdü, leğenin içine koyduğu küçük tabureye oturttu, sıcak su ve sabunla köpürterek yıkadı. Kendi kıyafetlerinden giydirdi. ”Bol geldi sana ama yenilerini dikeceğim, şimdilik idare et.” Mihriban’la Esma’nın öyküsü böyle başladı aslında. Tertemiz su ve sabun kokusuyla gizlisiz saklısız başladı. Mihriban kızcağızı memnun etmek için didindi durdu. Her sabah ağa evden çıkınca Esma’nın yanına gitti öpüp koklayarak sarmaladı onu.  Esma’nın hırpalanmış vücudundaki izlerden bir gece önce yaşananları hayal etmeye çalıştı. Kocasının hoyratlığı gözünün önünde canlanıp kızcağıza bir daha acıdı. ”Şu yaptıklarına bak boyu devrilesice,”dedi kendi kendine. ”Ben iyi ederim seni zavallı kızım benim.” Günler geçtikçe Esma’ya gitgide bağlandı. Kendisine göstermediği şefkati bu sessiz yavrucağa gösterdi. ”Kolların bacakların çırpı gibi ama ben yedirip içireceğim seni bak yakında kimse tanıyamayacak. Aferin Mihriban’a diyecekler. En başta da ağam tabii.”

Gerçekten de Esma bu koşulsuz sevgiyle serpildi. Güzel yüzü belirginleşti. Gece ne yaşarsa yaşasın sabah ihtimamla uyanacağını bilerek geçti günleri. Gebe olduğunu anladıklarında Mihriban Mahmut Ağayı kızın yanına yaklaştırmadı. ”Ölüverir bebecik daha doğmadan, kızcağız da öyle. Ne olur ağam sabret.” Geceleri ağanın koynuna zorla kendi girdi.

Suyu bacaklarının arasından aktığında çok korktu Esma. Mihriban’ın çığlığı onu daha da korkuttu. Ağa evde yoktu, yan köydeydi birkaç gündür. ”İyi ki de yok,” dedi Mihriban. ”Ayak bağı olur bize.” Ebeyle oğlanı eve doğru koşarken görenler anladılar Esma’nın doğum yaptığını. İçlerinden biri ”Bebek erken geliyor,” dedi. Öğlen başlayan sancılar gece boyu devam etti, bebek çıkmıyordu bir türlü. Ayşe Ebe yılların deneyimine güvenerek ”Merak etmeyin,” diyordu, ”gelecek bebek hayırlısıyla, siz dua edin yalnızca”. Esma sesssiz sessiz kıvranıyordu yatakta ter içinde. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Ebe ne dediyse yaptı, ıkındı tüm gücüyle. Gücü tükenecek sandığı anda bacaklarının arasında çıkan bebeğinin kara saçlı başını gördü. Sonrasını hiç hatırlamadı, kendini karanlık bir sonsuzluğa bıraktı. 

Göbek bağı kesilince Mihriban anne bebeğini kucakladı. ”Kedi yavrusu kadar miniciğim benim aman ben onu besleyip büyütürüm gerekirse emziririm bile.” Beze sarılmış bebeği öptü, ”Adı Esma olsun annesi gibi,” dedi. Ayşe Ebe doğum malzemelerini toparlarken köylü kadınlar da Mihriban’ın kucağındaki bebeği görmeye çalışıyordu. Hiçbiri Esma’nın yatağın kenarından sarkan kollarını fark etmedi.

Aslı Çurgunlu

Shares:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir