Eli kolu dolu girdi mutfağa. Diğeri umursamadan elindeki tabağı kurulamaya devam etti.
Biliyor musun Sivas’ta bağcılık başlıyormuş diyerek lafa girdi. Bir yandan aldığı üzümleri yıkıyordu.
Musluktan akan suyu izledi öteki. Şarapçılık mı yapacaklarmış?
Yok. Kurutacaklarmış üzümleri. Kuru üzüm kan yapıyormuş. Halsizliğe falan iyi geliyormuş.
Temmuzda mı?
Televizyonda haberlerde söylüyorlardı.
Temmuzda hiç olur mu üzüm. Olmaz… Henüz salkımlar teveklerin arasından beli belirsizdir. Böyle, nasıl desem daneler daha ufak ufaktır. Sık sık… Rengini de almamıştır daha.
Kokulu üzümlermiş bunlar. Siyah üzüm. Minik minik taneli.
Henüz mavi-yeşildir. Güneşin kızgın harıyla yanıp moraracak, tatlanıp sulanacak daha. Olmamıştır Temmuzda.
Üzüm bağlarını dolaşıyorlardı. Yan yana bir sürü asma. Dizi dizi sıralanmışlardı. Hani nasıl desem böyle halay çeker gibi dalları birbirlerine dolanmış. Hangi dal hangisinin belli değil.
Şenlik düzenlenmişti hani. Hatırlıyor musun? Güneşli pırıl pırıl bir Temmuz günü.
Şenlikler düzenleyeceklermiş, bağ bozumu şenlikleri.
Sabahın ilk ışıkları ile uyanıyoruz. Yüreğimiz kıpır kıpır, tatlı bir telaş içindeyiz. Dört bir bucaktan dostlarımız geliyor. Şiirlerle karşılıyoruz. Saz çalıp türküler söylüyoruz, halaylar çekiyoruz. Kol kola, omuz omuza…
Sakımlar böyle teveklerin arasından sallanıyorlardı. Hep yaprağa gitmişti asmalar. İrili ufaklı tevekler birbirinin üzerine kapanmıştı. Salkımları güneşten saklamaya çalışır gibi. Hafiften uçları yanmıştı teveklerin.
Sonra… Sonra güneş dağların ardına çekiliyor. Gölgeler uzuyor. Aydınlıktan karanlığa doğru asmaların gölgeleri birbirinin üzerine kapanıyor. Bir uğultu yükseliyor. Boğuk boğuk.
Saz çalıyordu fonda. Genç bir ozan türkü söylüyordu.
Tırtıl geldi tevekleri taladı
Sel geldi de elek elek eledi.
Üçer beşer dolduruyorlar sokakları. Ağır ağır yürüyorlar. Yavaş yavaş toplanıyorlar. Tek bir noktaya doğru ilerliyorlar. Ellerinde taşlar sopalar. Sel olmuşlar. Akıyorlar… Hayvani bir güruh. Doldukça taşıyorlar, taştıkça azgınlaşıyorlar. Alev olup sarıyorlar her yanı. Yakıp kavuruyorlar. Sel değildir o yangındır. Alev alev gelip almıştır.
Üzüm diyorum. Siyah üzüm… Kokulu. Taneleri küçük küçük, sulu.
Şöyle salkımı tutup baktın mı hiç? Kaç dane var bir sakımda? Saydın mı daneleri?
Mavi siyah diyorum. Koklasana.
Duman sarıyor her yanı. Koyu kalın bir duman. Yavaş yavaş yayılıyor. Gencecik fidanlar. Ürkmüş, sinmiş, masum. Merdivenlerde teveklerin arasından sarkan üzüm salkımları gibi sallanıyorlar. Saydın mı daneleri? Bir salkımda tam otuz beş dane… Sıkı sıkı tutunmuşlar birbirlerine, yanıp kavrulmuşlar…
Üzümleri diyorum eylülde toplayıp kurutuyorlarmış. Böyle gün kurusu. Güneşin kızgınlığı inmiş ama hâlâ kendini gösterdiği zamanlarda oluyormuş üzümler. Kan yapıyormuş, halsizliğe iyi geliyormuş.
Ben de Temmuzda diyorum olmamıştır daha!
Üzüm diyorum. Siyah üzüm… Koklasana.
Öfff. Burnuma sokup durma. İs kokuyor diyorum. Yanık ten kokuyor.
O tabağı ovup durmayı bırak!
İs diyorum sana. Görmüyor musun? Bembeyaz tabağın tam ortasında koca bir leke. Siliyorum, siliyorum çıkmıyor. Sildikçe yayılıyor, bulaşıyor.
Üzüm diyorum, üzüm. Yesene… Kokulu, sulu sulu…
Zeynep Parlar
yanık ten kokuyor….