“O-tuz do-kuz ku-po-na za-man ma-ki-ne-si.

Zaman makinesi mi? Ömer lan baksana!”

1988 yılı Kasım ayı olması lazım, okumayı yeni söktüğüm zamanlardı. Gazetelerin birinde bu başlığı gördüğümde aklımı yitirmiştim. Haberin detaylarını okuyup babama koştum. “He-Man’i görmek istiyorum, Çakmaktaşlar’a gideriz baba!” gibi mantıklı taleplerim sonucu gazete alma görevi bana verildi. 

Sabahın ilk ışıklarıyla Ömer’le bakkala gidip gazeteyi almaya başladık. Kuponları özenle kesip, tarih sırası ile zarfta biriktiriyorduk. Gazete, her pazartesi yedi kupon getirene makinenin bir parçasını vermeyi vadetmişti. Otuz dokuzuncu hafta sonunda otuz dokuz parçalı makinenin birleştirilmesi için gereken kurulum planı verilecekti. Herkes kendi evinde, kendi zaman makinesinin kurulumunu yapacaktı. Harekât planım detaylı ve netti. Liste yaptım:

1 – Ansiklopedilerden zaman makinesi hakkında bilgileri oku!

2- Kuponları iyi koru, yerini kimseye söyleme!

3- Kurulum için gerekecek tornavida, pense gibi aletleri kimseye ödünç verme; kaybolmasın!

4- Her hafta verilecek parçayı yatağının altında sakla, kimse çalmasın!

5- Makine yapıldığında gitmek istediğin zamanların listesini yap!

Ömer benden bir yaş küçük olduğundan benim listem üzerinden gidecek, aynısını yapacaktık. Hayallerimizde makine ile zamanda oradan oraya zıplıyor, kahramanlarımız ile maceradan maceraya koşuyorduk.

İlk yedi kuponumuz hazır olduğunda pazartesi sabahı gün ağarmadan şehirdeki teslim noktasında, ilk sırada babamın elinden tutmuş bekliyordum. Kapılar açıldı, kuponlar kontrol edildi ve bize ilk parça olan helezonik iyon tüpleri teslim edildi. Çok mutluydum, helezonik iyon tüplerimiz vardı! Ömerlere verilen tüp biraz farklıydı ama herkesin makinesi aynı olacak değil ya! Eve girince ilk işim birinci parçanın görevini araştırmak oldu. Meydan Larousse’un ‘Zaman makinesinin boyut atlamasını sağlayan yüksek frekans alanları üretir. Diğer adı alan gücü bobinleri,’ olarak tanımladığı iyon tüplerini yatağımın altına yerleştirdim. Zamanımı yatağımın yanında yerde açtığım ansiklopedi okuyarak ve makine parçalarını inceleyerek geçiriyordum. Ömer de benden dinlediklerini kâğıda resim olarak aktarıyordu. Daha çok karalama gibi görünse de, geleceğe dair sağlam planları vardı. Bu arada okuma hızımın arttığını ve sınıfta kırmızı kurdeleyi ilk benim aldığımı söylememe gerek yok sanırım. 

İkinci hafta kuponlar ile zaman makinesi kullanım kuralları yayımlandı gazetede. Geçmişe gitmek yasaktı, makine tek yönlü sadece geleceğe götürebiliyordu. Devletimize zarar vermek isteyen dış mihraklardan korunmak gerekmekteydi. Geçmişimizi korumamız esastı. Geçmişe biletim iptal olunca, listemdeki beşinci madde üzerine yeniden çalışmaya başladım. Gelecekten tanıdığımız ‘Kara Şimşek’ ve ‘Jetgiller’ yeni ziyaret hedeflerimiz olacaktı.

İkinci hafta elektron plazması, sonraki hafta bobinler ile üç haftada dairesel yapılı manyetik elektron tüpü elimizde idi. Tüpün üzerinde yazan ‘Elektromanyetik alan frekansı: f=12,3 x 10⁹Hz/Sn’ formülünü günlerce araştırmıştım. Hızı arttırmak için bir şeyler gerekiyordu ama benim bobinler bunu nasıl yapacaktı? İçime arada kurt düşse de zaman yolculuğuna olan güvenim o kadar fazlaydı ki! Hem artık yetişkinler bile geleceğe dair planları kurmaya başlamışlardı. Annem babam gideriz diyorsa, kesin gidilecekti o geleceğe.

Tam otuz sekiz hafta makine parçalarını eve taşıdık. Annem bir ara isyan etti, salonun ortasında ana elektron plazma tüpü mü olurmuş! Misafirleri oturtacak yeri kalmamış. Babamsa “Bir yolunu buluruz hanım, şurada bir hafta kaldı. Son parçadan sonra kurulum yapacağız zaten. Sonra sen de oğlunun düğününe hazırlan, haftaya gelecekte düğüne gidiyoruz!” diye ortalığı şenlendirmeye çalışıyordu. 

Son hafta geldi. Ömer’le son parça olan makinenin dış kaportasına Türk bayrağı mı çizsek yoksa Galatasaray renklerine mi boyasak karar vermeye çalışıyorduk. Otuz sekiz parça apartmanın bahçesine çıkarılmış, son parçayı beklemeye başlamıştık. Ömer’inkilerle bizim parçalar hiç benzemiyordu. Bizim helezonik iyon tüplerimiz yuvarlak, onlarınki düzdü. Diğer parçaların alakası bile yoktu. Babalarımız bahçede sigara içip parçaları tek tek elden geçiriyor, nasıl birleştireceklerini düşünüyorlardı. Annem parçalar Temmuz sıcağında erimesin diye üzerlerine evdeki tüm çarşafları sermişti. 

Son hafta teslimat parçası büyük olacak diye babamla Ömer’in babası bir kamyonet kiralayıp teslim noktasına beraber gittiler. Kamyonette yer kalmaz diye biz evde beklemeye başladık. Sokağın başında üzeri farklı ebatlarda çinko levhalar olan kamyonet göründü. Şoför “Abi çinkoları hurdaların yanına mı koyayım?” deyince babam bıyık altı gülerek “Bunlar değerli birader, zaman makinesinin parçaları,” dedi. “Abi, bunlar hurda. Yukardaki çırçır fabrikasından söktüydüm ben bunları. Sonra biri geldi elimde ne var ne yok aldı. Kimden aldınız siz bunları?” demesiyle o yaz sıcağında sırtımdan buz gibi bir ter aktı. 

Sonra ne mi oldu? Tertemiz bir dayak yedim. Annem balkondan “Çocuğun aklına uyarsan işte böyle olur,” diye başlayıp “Yeter, bırak çocuğu Allahın aşkına!” diye devam eden bağrışmaları ile durdu babam. Hurdadan yapılma hayali zaman makinemizle oynamamız da benim tetanoz aşım ile son buldu.

DENİZ ÇAĞLAR

Shares:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir