“Saat 1.30. TRT Haber Merkezi’nin hazırladığı haber bültenini sunuyoruz. Türk Silahlı Kuvvetleri emir ve komuta zinciri ülke yönetimine el koydu. Saat 05.00 ten itibaren ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı konuldu.”
Herkesin bir ad konma hikayesi vardır ya, benim adımın serüveni 12 Eylül 1980 sabaha karşı radyolardaki bu anons ile başlamış.
“Ahmet, uyan uyan darbe olmuş!” demiş annem.
“Ne? Kime olmuş?”
Önceki gece arkadaşlarıyla rakı sofrasında memleketi kurtaran babam Ruhi Su türküleri ile gece yarısına kadar içmiş. Annemin dürtmesiyle kendine gelmiş. Darbe lafını duyar duymaz da evdeki kitapları toparlamaya girişmişler. Nazım Hikmet, Samed Behrengi, Fakir Baykurt, Marx, Lenin, Aziz Nesinler hepsi bir çuvala özenle dizilmişler. Araya yasaklı olmasa da belki yasaklı olabilecek Sabahattin Ali, Yaşar Kemal ve hatta sırf Rus olduklarından Dostoyevski, Tolstoy, Puşkin ve Çehov bile girmiş.
“Ahmet, doldurduk kitapları da nasıl bu koca çuvalı saklarız?”
Babam hâlâ akşamdan kalma haliyle evin içinde sallanıyormuş. “Dur Ayşem, ben Osman’ın kamyonetini isteyeyim. Çuvalı köye, babama bırakalım. Sabah beş olmadan da döneriz. Hadi hazırlan, sonra aşağıya in.”
Annem indiğinde kapıda kamyonet yola çıkmaya hazırmış. Hemen kamyonetin kasasına çıkmış. Bakmış babam kolilere yaslanmış uyuyor. Komşulardan utanıp babamı dürtmüş. “Ayşem, Osman dedi ki Hocam sen sallanıyon arabayı ben kullanayım.”
“İyi kullansın da çuval nerde? Bu koliler ne? Bizim çuvalı iyi sakladın değil mi?” diye soran annemin kucağına uyuyan kocasının kafası düşmüş.
“Hocaanım merah itme, bizim gutular da yaylaya gideceedi. Hocanın çuvalını da alıvirdik sevabına. Hayde sen de uyuyivir. Ben göz gulak olurum, haber iderim yağlaşınca,” diyerek annemi rahatlatmaya çalışmış araçtaki başka bir komşu.
“Çek kenara! Herkes insin! Çabuk!”
Gözlerini açmalarıyla jandarma çevirmesinin içinde bulmuşlar kendilerini. Sonra direk karakol. Ordu, vatan aşkıyla gelen geçeni sorguluyormuş. Karakolda komutanın önüne çıkmışlar. Kimliklere bakılmış. Komutan babama dönüp:
“Gece yarısı bu kamyonette işin ne? Nereye kaçıyordun anlat bakalım,” deyip çayını karıştırmaya başlamış.
“Nereye kaçacağım, bu memleket benim. Köye gidiyordum,” diye diklenmeye çalışan babamın arkasından ufak bir uyarı tekmesi gelmiş.
“Ananı avradını, kimi dövüyon lan sen?” demesi ile annem öne atılmış.
“Komutan Bey, eşim ve ben bu mahallede öğretmeniz. Osmaniye İlkokulu birinci sınıf öğretmeniyim ben, eşim de üçüncü sınıflara giriyor. Köye gidiyorduk sadece.”
“Hoca Hanım, eşiniz pek bir cengaver. Ordu yönetime el koydu. Bir de orduya küfretmek! Hem de anamıza tövbe tövbe. Kusura bakmayın ama kocanızı biraz alıkoyacağız.”
“Durun n’olur. Eşim dün gece biraz alkol almıştı, hala kendine gelemedi. İsteyerek söylemedi. Öyle, değil mi Ahmet? Komutanım beni dinleyin lütfen. Dün bebeğimiz olacağı haberini aldık. Çok sevindi eşim. Kutlamak için bir kadeh rakı içti. Hiç bilmez içmeyi filan. Çarptı demek ki. Ben de uyuyamamıştım daha. Radyoda haberleri duyunca uyandırdım eşimi. Köyde kayınpederim var yaşlı, allah başımızdan eksik etmesin. Onu getirelim dedim. Babam hacdan döndükten sonra sağlığı biraz bozuldu. Köyde yalnız kalmasın dedim. Biz ona bakarız, o da bize göz kulak olur dedim. Bu günlerde insanın büyüklerine daha da değer vermesi gerekiyor. Arabamız yok, komşumuz Osman’ın kamyonetine bindik. Yolda siz durdurdunuz. Eşim de sadece kendine gelemedi kusura bakmayın n’olur.”
“Hoca Hanım kızım, bak sen ne güzel, tane tane anlatıyon da senin koca biraz sinirli. Neyse tamam siz oturun. Arabadaki mallar neymiş gelsin bakalım.”
Osman ve komşusu Halil komutanla görüşürken, odaya koliler getirilmiş. Annemin yüreği ağzında atıyor. Çuval gelirse yandılar. Bir yandan konuşmaması için babamı kolundan çimdikliyormuş, bir yandan da bildiği tüm duaları okumaya başlamış.
Odanın ortasında koliler açılmış. İlk kolide üzerinde schmiermittel öl yazan şişeler varmış. Kimsenin Almanca bildiği yok tabii. İkinci kolide kadın resimleri bulunan balonlar, üçüncüsünde ise modern tabirle seks oyuncakları varmış.
Oradakiler belki de hayatlarında ilk kez gördükleri mallardan gözlerini ayıramıyormuş.
“Oğlum bunlar ne?” diye kükremiş komutan.
“Gomutanım, elini ayağını öpem. Kimseye dime bunları. Allah guran çarpsın ki ne istersen yaparım,” diyen Osman atılmış komiserin ayaklarına.
“Alamancı gomşunundu bunnar. Bizim gamyonete goymuş, habarımız yok valla da billa da,” demiş Halil.
Komutan son koliden eline bir oyuncak alıp havada sallayarak “Ulan bunu da mı habersiz koymuş size?”
“Gomutanım gözünün yağını yiyim, kimselere dime bunu. Köyde plastik pezevenk derler bana.”
“Sus lan bayan var burada!” Ah babacığım da arada kendine gelip küfredene kızıyormuş.
“Lan it oğlu it, plastik pezevenk değil misin? Kusura bakma hoca hanım kızım. Senin önünde de böyle sallıyoruz. “
“Estağfirullah komutan bey ben bakmıyorum zaten.”
Osman bir dildo, bir de şişme kadın almış komutanın eline tutuşturmaya çalışırken “Gomutanım bütün bunları hediye edeyim size, allahın aşkına beni salın,” diye yalvarıyormuş.
“Lan köpek, napayım ben bunları götüme me sokayım?”
“Bayan var burada!”
“Gomutanım bak yağı da var.”
“Lan it! Atın bu plastik pezevenkleri kodese. Kutularını da yanlarına koyun, birbirlerinin götlerine soksunlar!”
“Bayan var burada!”
“Lan öğretmen sus sen de, alırım ayağımın altına. Kızım sen al kocanı eve git. Gece yarısı köye gidilmez, evinize dönün. Al kimliklerinizi, hadi çıkın!”
Dışarı çıkmışlar. Kamyonette bir çuval kitap duruyor. Kimse fark etmemiş ama alamıyorlar da. Kamyonetin başında jandarmalar nöbette. Çaresiz çuvalı orada öylece bırakıp eve doğru yürümeye başlamışlar. Babam annemin elini tutmuş.
“Ayşem doğru mu orada söylediklerin?”
“Hı, hı. Geliyor bebeğimiz.”
“Adı Deniz olsun Ayşem.”
“Kitaplarını arkada bırakmayan Deniz olsun Ahmedim.”
Harikaa yaaaa , trajikomik mi denir ? İnsansı haller bayıldım ,eline sağlık