“Durmadan yazıyorum. Yazdığım için mutlu bir şekilde nefes alabiliyorum. Çünkü yazmak benim için bir seçim değil, hayatın ta kendisi. Bu dünyaya yazmak ve yazdıklarımdan dolayı mutlu olmak için geldiğime inanıyorum…”

Merhaba Seyfettin Bey, hoş geldiniz. Konuğumuz olmayı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Öncelikle sizi tanımak isteyen okurlarımız için biraz kendinizden bahseder misin? Seyfettin Araç kimdir? Gündelik hayatında neler yapar? Yazarlık dışında başka bir işle uğraşıyor mu?

Merhabalar hoş bulduk. Asıl ben teşekkür ederim. Doğan Kitap’ın yazarlarından ve aynı zamanda Uluslararası Yazarlar Birliği PEN Türkiye üyesiyim. Şair ve romancıyım ama ben kendime edebiyatçı demeyi daha çok seviyorum. Edebiyat haricinde yazmak, araştırmak ve okumak dışında yaptığım çok bir şey yok. Aslında var; uzun yürüyüşler yapmak, arkadaşlarla sohbetler etmek, bağımsız filmler izlemek, denizi seyretmek veya sadece öyle içten bir şekilde sonsuz maviliğe bakmak. Aile işlerimiz var, otelcilik ve inşaat alanında çalışıyoruz ama onları da artık tamamen bırakma aşamasındayım. Sadece yazarlık beni ziyadesiyle mutlu ve meşgul ediyor zaten.

Kent Şiirleri kitabınızda “Yanlış çağda doğdum sevgili okur,” demişsiniz bizlere. Bu çağa ait hissetmeme sebeplerinizi bizimle paylaşır mısınız?

Kent Şiirleri aslında benim için özel bir çalışma oldu. Edebiyat severlerin kitaba yoğun ilgi göstermeleri çok güzel. Birçok sosyal medya sayfalarında paylaşımlara denk gelmek beni mutlu ediyor. Yanlış çağda doğmanın ıstıraplarını ve ruh çatışmalarını iliklerime kadar hissettiğim için uzun zaman önce söylendi bu söz. Bazı zamanlar kendimi bu çağa ait hissetmiyorum. Bazı zamanlar bu çağ bana uymuyor. Basitleşen insan ilişkileri, çıkara odaklanan insanlar, nezaketi ve saygıyı kaybeden bireyler, samimiyetsizliği maske gibi takınan kişiler, doğanın mahvedilip talan edilmesi, hayvanlara yapılan zulümler, kadın, çocuk, hayvan tecavüzleri, tv’lerin, sporun, siyasetin, sanatın geldiği ibretlik durum; kendimi bu çağa ait hissetmeyişimin başlıca örnekleri. O yüzden yazmaya ve yaratmaya gönüllü bir edebiyatçı olmak güzel. Ait olamadığın çağın içinden çıkıp hayal ettiğin çağın içinde olmaya çalışmak. Güzel olan da bu bence. Düşünsenize kadınların, çocukların korkmadan dolaşabildiği bir dünya hayal ediyoruz, bu ne kadar acı. Hayvanların katledilmediği, doğanın, ormanların talan edilmediği, gri betonlara hapsolmadığımız bir dünya hayal ediyoruz, çok acı değil mi?

Şiirlerinizde sevdiğiniz sanatçıları da anmışsınız. Ahmed Arif, Tezer Özlü, Barış Manço, Van Gogh, Orhan Veli, Edip Cansever, Virginia Woolf, Zeki Müren ve Oğuz Atay için yazdığınız şiirleri çok sevdim. Ama Tezer Özlü’ye ithafen iki şiir var. Neden onlar ve neden Tezer Özlü’ye bu kadar özlem var?

Benim için özel olan herkes ve her şey kitaplarımda da olsun istiyorum. “Her yazar biraz da kendini yazar” demiştim daha önceki bir televizyon sohbetinde. Sevdiğim, saydığım ustalarım, değerli sanatçılar, bu sanat ve edebiyat yolculuğunun mimarı olanlar, hep yaşamalı. Kitaplarda, heykellerde, notalarda, sokaklarda ve hayallerde hep var olmalılar. Benim de onları yad etmek ve kalemim var oldukça onları var etmek gibi bir arzum var. Ahmed Arif kadar Tezer Özlü de özel benim için ve hiçbirini birbirinden ayırmıyorum. Ama yanlış çağda ve yanlış bir coğrafyada doğmuş biridir Tezer Özlü. Daha uzun yaşamalı, daha çok kitap yazmalı ve daha çok değer görmeliydi yaşadığı dönemde. Oğuz Atay diyor ya, “Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum” diye. Ben de tüm edebiyatçılar da yaşarken anlaşılmak istiyoruz. Tezer Özlü yaşarken anlaşılamayan muazzam bir kadın, özel bir değerdi. Kadın ve dönemin marjinal yazarlarından olduğu için söylemek, anlatmak istedikleri çok anlaşılmadı. Dışlandığı bir toplumda yaşamak zorunda kaldı hep.

Sevgili Yalnızlık adlı romanınızla üçüncü yeninin modern çağ temsilcisi olarak anılıyorsunuz. Kitabınız daha önce rastlamadığım bir teknikle yazılmış. Monodiyalog olarak adlandırabileceğimiz bu tekniği biraz açıklar mısınız?

Sevgili Yalnızlık, bir iç yolculuk romanı. Kadına ve kadın ruhuna adanmış bir aşk romanı. Monodiyalog, iki kişinin karşılıklı diyaloglarından oluşan türe denir. Bu türde yazma isteğim de romanı ilk önce bir tiyatro oyunu olarak yazmamdan kaynaklanıyor. Bir de yeniliği, yeni türleri, yeni tarzları denemeyi çok seven ve heyecan duyan biriyim. Sevgili Yalnızlık ülkemizde türünün ilk örneklerinden biri olması sebebiyle gurur duyduğum bir eser oldu. Tekniği, yazım süreci, tarzı bakımından roman içinde yasaklı kelimeler belirlemem, bu romanın beni ne kadar yorduğunu okuyucuya gösterebilir. Ülkemizin roman sanatında en çok kullanılan kelimelerden altısını seçtikten sonra karakterlerime o kelimeleri yasaklayıp bir yazar olarak kendime meydan okumayı seçtim. Üçüncü yeninin modern çağ temsilcisi olarak gösterilmem, bana sadece gurur verir. Edebiyat dünyasının duayenleri bana bu yakıştırmayı yapıyorsa bundan onur duyarım. Yapmaya çalıştığım sadece bir iş değil bir aşk, çünkü edebiyat aşkların en büyüğü. Ve bana bu aşk yolculuğunda böyle muazzam bir sıfat yakıştırmaları harikulade.

Romanınızın kahramanları Likos ve Tidu. İlk olarak isimlerin anlamlarını ve neden bu isimleri seçtiğinizi sormak istiyorum.

Likos romanda erkek karakterimiz, İstanbul’un eski hatta en eski isimlerinden. Tidu ise kadın karakter, o da Mardin’in en eski isimlerinden. Tarih boyunca İstanbul hep bir kadın olarak simgelendi, hatta Yusuf Hayaloğlu “Acılar Kraliçesi” bile demişti. Mardin ise hep sert ve asi bir erkek olarak simgelendi. Eski mitolojik ismi kartal ve kartal yuvası olan bir kentti. Ben bu algıyı yıkmak ve okuyucuyu ters köşe yapmak için Likos’u erkek, Tidu’yu kadın olarak yarattım. Bu iki kenti seçmem tabii ki tesadüf değil. Sevgili Yalnızlık kitabım doğduğum kent Mardin ile aşık olduğum, yaşadığım kent İstanbul’a bir saygı duruşu olarak da yazıldı diyebiliriz.

Biraz da romanınızla ilgili merak ettiklerimi soracağım. Likos ve Tidu hayata bakışları bambaşka olsa da, bir odada uzun uzun konuşuyorlar hayattan, aşktan, hayal kırıklıklarından ve duygularından. Aslında hepimizin imrendiği ideal çift söylemine iletişim bakımından çok uygunlar. O nedenle kahramanların rahat konuşabilmesinden çok etkilendim. Bu sizin hayal ettiğiniz bir ilişki miydi?

Bunu hep söylüyorum, söylemekten de geri durmayacağım; bu çağda insanlar konuşmayı unuttular. İnsanlar kötü günde birbirlerinin yanında durmayı unuttular. Tüm ilişkilere çıkar gözüyle bakılmaya başlandı. Ben insanların özellikle çiftlerin konuşmasını, her şeyi paylaşmasını, birbirlerini aşk ile sevmelerini isteyen biriyim. Ruhlarını, kalplerini, sözlerini, düşündüklerini, planlarını, hayallerini her şeylerini konuşmaları lazım insanların. Likos ve Tidu her şeyi konuşabildikleri ve deruni bir aşka sahip oldukları için güzeller. Rahat konuşabildikleri için hangi çağda olduklarını okuyucu çözemiyor. Gayretim, amacım da biraz buydu: Derin ve uzun soluklu sohbetin içinde okuyucuyu çağlar arası bir yolculuğa çıkarmaktı. Evet mutlu olmak için herkes birlikte olmaya çalışır ama bu romanda aşıklar mutsuzlukta da birlikte olmaya devam ediyorlar. Gerçek aşk için mutsuzluktan çıkmaya, bu uğurda savaş vermeye değmez mi? Aşklarını ve hayal kırıklıklarını sorguya çeken çiftler, iletişimi kaybetmeden sorunlarını çözebiliyorlar. İletişimi başaran her çift, ideal çifttir. Likos ve Tidu’nun okuyucuda bıraktığı bu iz, iletişimi bir arkeolojik kazı yapar gibi en derine indirgemeleri. Asolan da derine inebilmek değil midir aşkta?

Yazarken önceden planlar mısınız, çalakalem mi yazarsınız?

Çok karmaşık ve bir o kadar sade ama genelde disiplinli bir roman yazma tekniğim var. Bir roman yaratmadan önce onun gövdesini, hikayenin ana konusunu, karakterlerini, zamanını, çatışmalarını, başını, sonunu, romanın ismini belirler ve hepsi için ayrı birer defter yaratırım. O defterlerde karakterlerimin tüm özellikleri olur. Onlara ait kısa kısa notlar yer alır. Karakter ve ruh yapısı üzerine ağırlıklı yazan bir yazar olduğum için başladığım yolculuk, ruhun tüm dinamiklerini barındırmak zorunda. O yüzden yazmaya başladığım bir karakterin sonraki bir karakterle ruh bağını kuvvetlendirmeden geçiş yapmayı, ayrı ayrı bölümler yazmayı sevmiyorum. Kafamdaki bittikten sonra çalışma masamdakilere, masadakiler bittikten sonra masamın, kütüphanemin çekmecelerine bakar ve ekleyeceklerimi ekler, öyle yaratırım kitaplarımı.

 

Hangisini yazmak daha keyifli? Şiir mi roman mı?
Elbette roman. Çünkü şiiri siz yazmazsınız, şiiri kulağınıza Tanrı fısıldar. Çok küçük yaşlarda yazdığım bir sözdü bu: “Şairlerin kulağına Tanrı fısıldar ve Tanrının fısıldadıklarını şairler yazar” diye. Lakin roman öyle mi? İyi bir roman için bir ila üç sene arasında bir zaman ayırdığımız dönemler olabiliyor. Roman yaratmak bir çocuk büyütmek kadar sancılı. Bilinmeyen bir coğrafyaya hazırlıksız gitmek kadar zor. Roman bittikten ve onu raflarda gördükten sonra da bir o kadar düşsel bir haz, derin bir tutku.

Şu anda yazdığınız yeni bir kitap var mı?
Eylül-Ekim ayı için çıkarmayı planladığımız güzel bir dönem romanı hazırlanıyor şu an. Editlenme ve matbaa aşamalarındayız. O yüzden çok detay vermek istemiyorum ama okuyucuların başucu kitabı olacağından hiç şüphem yok. Onun dışında ben her gün yazıyorum. Şu an 2023 Ekimi için son romanımı yazmaya devam ediyorum. Durmadan yazıyorum. Yazdığım için mutlu bir şekilde nefes alabiliyorum. Çünkü yazmak benim için bir seçim değil, hayatın ta kendisi. Bu dünyaya yazmak ve yazdıklarımdan dolayı mutlu olmak için geldiğime inanıyorum.

Yazar olmak isteyenlere neler tavsiye edersiniz?
Estağfurullah ben bir idol veya ders verecek biri değilim. Sadece öneriler sunabilir, edebiyat seven insanlara tavsiyelerde bulunabilirim. Mesela çok ama çok okumalarını, çok araştırmalarını tavsiye edebilirim. Çünkü kendimden biliyorum, yazmaya gönül veren birini hiçbir şey durduramaz, bunu bilsinler ve kalplerinde en derinde bunu hissetsinler. Yazmak gönül işi ama bir o kadar disiplin ve çok okuma, çok araştırma işi olduğunu unutmasınlar. Sonrası yetenek önemli elbette. Kitap yazma kursları var, üniversite bölümleri var, o bölümleri deneyebilirler ve asla vazgeçmemeliler. Çünkü çağımız edebiyat için son çağ olabilir, korkmadan aşkla yazsınlar.

Türk yazarlar içinde bu kişinin eserleri beni yazar olmak için çok motive etti diyebileceğiniz bir yazar var mı?
Yaşar Kemal, Oğuz Atay ve Orhan Pamuk, yazar olmamda en büyük üç etken. Onların hakkını yazdıklarımla vermeye çalışıyorum. Bir gün o klasmanda bir yazar olarak onları yad etmeyi hedefliyorum çünkü onlar dönemin en iyileri. Onları edebiyatla veya kelimelerle anlatmak bile zor. İyi ki varlar.

En son hangi kitapları okudunuz?
Son dönem okuduğum romanları soruyorsanız, aynı yayınevinde olmaktan gurur duyduğum Hakan Günday’ın Zamir romanını okudum ve okuyuculara tavsiye ederim. Bir de İletişim Yayınları’nın değerli yazarlarından Kemal Varol’un Aşıklar Bayramı romanını okudum, o da güzel bir yolculuk romanı, keza onu da tavsiye ederim. Son olarak sevgili dostum Yavuz Ekinci’nin Everest Yayınlarından çıkan Belki de Dünyanın Sonundayım romanını keyifle tavsiye ederim.

Sevgili Seyfettin Araç’a, değerli bilgi ve tecrübelerini bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz. Kaleminizin hiç susmaması dileğiyle…

Röportaj: Deniz Çağlar

Shares:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir