“Biz hafızasız bir toplumuz bence.

Öyle acıyı tazelememek, yüzleşememek falan değil; unutuyoruz düpedüz.

Yaşarken coşkuyla yaşıyoruz, sonrası yok.”

 

Mahir Ünsal Eriş kimdir?

Mahir Ünsal Eriş 20 Ekim 1980 yılında Çanakkale’de dünyaya geldi. Trakya üniversitesi Grafik Bölümü ve Ankara Üniversitesi Arkeoloji bölümünde lisans eğitimini tamamladı. Genç yaşlarından beri çevirmenlik yapan Eriş, çeşitli dillerden çok sayıda kitap, makale ve öyküyü dilimize kazandırdı. Öykülerini bir araya getirdiği Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde isimli kitabı 2012 yılında çıktı. 2013 yılında Olduğu Kadar Güzeldik isimli öykü kitabı 60. Sait Faik Hikaye Armağanı’na layık görüldü. Yazarın 2015 yılında Dünya Bu Kadar, 2016’da Benim Adım Feridun, 2017’de Öbürküler, 2019’da Sarıyaz ve Kara Yarısı, 2020’de Diğerleri adlı kitapları yayınlanmıştır. Eriş aynı zamanda Gazete ve dergilerde futbol alanında da yazılar yazmaktadır.  

Merhaba Mahir Hocam, hoşgeldiniz. Misafirimiz olmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Hakkınızda araştırma yaparken, dil öğrenmeye çok meraklı olduğunuzu ve on civarında dil bildiğinizi okudum. Dil ile olan bu ilişkinin, yazıda avantajları ve dezavantajları var mıdır?

Muhakkak vardır ama hayat bu türden kar-zarar hesaplarına girmek için çok kısa. Ben dil öğrenmeyi çok severim, dille düşünmeyi çok severim. Edebiyatı okumayı ve yazmayı da çok severim. Sevdiğim şeylerin peşinden koşmaktan başka bir şey değil benim için ikisi de nihayetinde.  

Pandemi süreci hepimizi maddi, manevi çok zor zamanlardan geçiriyor olsa da, sanat ve edebiyatla ilgilenen, gündelik koşturmalar yüzünden üretmeye zaman bulamayan insanlar için krizin fırsata dönüştüğü bir süreç oldu diyebilir miyiz? Bu süreçte edebiyat alanında bir farkındalık yaşandı mı sizce?

Benim farkındalığım şu oldu: Ben zaten karantinada yaşıyormuşum. Zaten mecbur olmadıkça evden çıkmayan, pek insan içine karışmayan biriydim pandemiden önce de. O yüzden pandemiyle birlikte evde ekmek yapmaya başladım dersem yalan olur. Ama maddi manevi zorluk çektin mi derseniz, evet, hayatımı sıfırdan yeniden kurdum denebilir belki.  

Bir hikayeyi anlatmaya başlarken, öncesinde onunla ilgili bir hazırlık aşamasına giriyor musunuz? Plan, proje yaparak mı masanın başına oturuyorsunuz, yoksa öykü kafanızda hazır hale geldikten sonra insiyatifi kaleme mi bırakıyorsunuz?

Evet, söylediğiniz gibidir. Ben hiç plan yapmam. Hikayeyi kafamda ete kemiğe bürünene kadar oturup yazmam. Kafamın içinde gezdiririm onu. Yazmaya başladığım andaysa inisiyatif hikayenin kendisine geçer. O nasıl isterse öyle yazdırır kendini, ben pek müdahil olmam.  

Öykü mü? Roman mı?

Roman.  

Bir yazarın çocukluğu ile kurduğu bağ öykülerimizin temelini mi oluşturuyor? Çocukluk ile kalem arasında nasıl bir köprü var?

Çocukluğun, dünyayla ilk karşılaştığımı yer olduğu için hayatımızın tümünde çok derin izler bıraktığını düşünürüm. Anlattığımız şeyler bir hayatın suretleri olduğundan onun içinde çocukluğun gölgesine böylesine derinlikle rastlanması bana gayet doğal geliyor.  

“Sarı Yaz” kitabınızda, “Bu dünya neden?” sorusu, insanın yutkunmasına sebep olan bir soru. Sonuna isyan ettiğimiz, derdimiz olan her şeyi ekleyebildiğimiz ve can acıtan bir soru. Bu sorunun kaynağı varoluşsal sancılara mı dayanıyor?  

Evet, derdim tam da o sorunun bizzat kendisinde gizlidir: Bu dünya neden?  

Okurla, yazarın ya da okurla, anlatıcının aynı yerde buluşabilmesinin en kıymetli yolu, gerçek bir mekan yaratmaktan, o mekanı çok iyi betimlemekten geçiyor. “Sarı Yaz” da da şahane bir mekan betimlemesi var. Bu mekanlarda bizi gezdirirken, yola nereden çıkıyorsunuz? Bu kadar detay nasıl aklınızda kalıyor?

Aslında aklımda kalıyor demek doğru olmaz. Çünkü sanılanın aksine zaten mevcudu bulunan yerleri anlatmıyorum. Onları sıfırdan kuruyorum. Elbette gerçek mekanlarla paralellikleri, benzerlikleri, ortaklıkları var. Bunlar kasti yapılan şeyler. Ama anlattığım mekanları hep kendim kuruyorum. Dolayısıyla da daha çok ayrıntısına hakim olmam mümkün olabiliyor. Onları önce pırıl pırıl görüyorum zihnimde. Sonra da anlatıyorum.  

Toplumu travmaya uğratan afetler, ayaklanmalar, isyanlar, terör saldırıları v.b durumlar neden edebiyatımızda gerekli yeri kaplamıyor? Politik mi? Korku mu? Zaten yaşanmış ve bir şekilde geçirilmiş bir acıyı tazelememek için mi? Neden yazmıyoruz?

Olanların çoğu da bir şeye benzemiyor zaten. Gezi’yi konu edinen edebiyat eserlerinin hemen hepsi karikatürden öteye geçemedi. Biz hafızasız bir toplumuz bence. Öyle acıyı tazelememek, yüzleşememek falan değil; unutuyoruz düpedüz. Yaşarken coşkuyla yaşıyoruz, sonrası yok. Bitti. Bizde her şey geçicidir çünkü. Kimse doğduğu evi bulamaz mesela. Yerine AVM yapılmıştır, otopark açılmıştır en iyi ihtimalle müteahhide verilmiştir bambaşka bir apartman olmuştur. Zaman, mekan, kişi, anı; hiçbir şey dayanmaz bize.  

Öyküleriniz zaman zaman çok karanlık ve depresif. Fakat atölyelerinizde tanıdığımız kadarıyla aslında mizahtan beslenen ve kendini esprili bir dille ifade eden, ironik bir tavrınız var. Hangisi daha çok Mahir?

Bana ikisi de aynı insan gibi geliyor, bilemedim ne desem.    

Yazı yazmak, yazarlık bir yetenek midir yoksa öğrenilebilir mi?

Bütün sanat dalları gibi yazmak da yetenekle olur. Çalışmayla bir noktaya kadar yeteneksizlik gizlenebilir. Ama hakikatten kaçış yoktur. Yazamıyorsanız yazamıyorsunuzdur. Sanat seçici ve acımasızdır.  

Yaratıcı Yazarlık Eğitmenliği ve Yazarlık alanlarında kariyer yapmak isteyenlere nasıl bir yol izlemelerini tavsiye edersiniz?

Verilen tavsiyelere kulak asmamalarını tavsiye ederim. Bu dahil.  

Size göre, bir yazarın eserini yayınevine teslim etmeden önce en çok nelere  dikkat etmesi  gerekir?

Öncelikle “Yazdığımdan emin miyim?” diye sormalıdır kendisine. Çok eminseniz belki de göndermemek en iyisidir. Çok şüphedeyseniz zaten gerek yoktur. Tedirgin bir heyecanı diri tutmakta her zaman fayda görüyorum. Bir de hep söylüyorum, yazmanın yüzde yetmişi okumak, yüzde otuzu yazmaktır. Buna dikkat etmeli belki.

 

Sevgili Mahir Ünsal Eriş’e, değerli bilgi ve tecrübelerini bizimle paylaştığı için çok teşekkür ederiz. Kaleminizin hiç susmaması dileğiyle…

Röportaj: Duygu Değirmenci

 

Shares:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir