Coşku ve umut asla edebiyatın önünde engel değil. Edebiyatın bir meselesinin olmasıyla edebiyatın dertli, kasvetli olması birbirinden çok ayrı şeyler.”

 Merhaba Fuat bey, hoşgeldiniz. Misafirimiz olmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Öncelikle sizden başlayalım. Marmara Üniversitesi İngilizce İşletme bölümü mezunusunuz. Yazmak, çevirmek, fikir ve eylem olarak Fuat Sevimay için nasıl başladı?

 Yazmak can sıkıntısıyla başladı. Eğlenecek bir şeyler arıyordum ve ufak tefek bir şeyler karalamaya başladım. Sonra hikayeler uydurmak, karakterler yaratmak çok hoşuma gitti. İşin yazma kısmı iyi kötü oturunca çeviriyi denemek istedim. Beceremeyeceğimi düşünsem bırakırdım ama hem ilk çeviri hem de ardından gelenlerde işin içinden çıkabileceğimi görünce, her ikisi atbaşı ilerlemeyi sürdürdü.

Çevirmen olmanızın yanı sıra yazarlık da yapıyorsunuz, ilk yöneldiğiniz alan hangisiydi ve bu iki alandaki çalışmalarınız birbirini nasıl etkiledi?

 Önce yazmakla başladım, sonra çeviri geldi. Dolayısıyla yazarlığın yanısıra çevirmenlik yaptığımı söylemek belki daha doğru olur. Genel kanaat çeviri yapmanın yazdıklarımı da beslediği yönünde ama ben yıllardır bunun aslında tam tersi olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Çünkü birebir yaşadığım deneyim bu yönde. Kaleminiz kuvvetliyse ve dille yazmak üzerinden bir ilişkiniz varsa, bu çevirinizin kalitesini de olumlu yönde etkiliyor.

Öte yandan birbirine benzemekle birlikte esasen birbirinin vaktinden çalan iki uğraş. O nedenle benim için önceliği olan kendi metinlerimi yazma uğraşına daha fazla ağırlık vermeye çalışıyorum.

Yazanlar arasında pesimist olmadığı kanaatine vardığım yazarlardan birisiniz. Bir metni oluştururken ya da bunlara dair söylemlerde bulunurken günün bütün sıkıntılı meselelerine rağmen umut dolu bir yaklaşımınız var. Dili kullanma biçiminizi ise tanımlayacak olursam “coşkulu” bir üslubunuz olduğunu söyleyebilirim. Bu tamamen okur olarak benim dışarıdan görüşüm. Sorum ise bu umut ve coşku kavramlarını kurguya geçirirken kontrolü nasıl sağladığınız? Yazmaya katkıları ve yazmaktan alıp götürdükleri var mı?

 “Coşkulu” ifadesi için ayrıca teşekkür ederim çünkü ben de yazma hallerimi sanırım böyle tanımlardım. Coşku ve umut asla edebiyatın önünde engel değil. Ne yazık ki edebiyat söz konusu olduğunda genelin aklına kasvetli bir ortam geliyor hep. Ben de yıllardır, edebiyatın derdinin (bir meselesinin) olmasıyla edebiyatın dertli, kasvetli olmasının birbirinden çok ayrı şeyler olduğunu söylüyorum.

Yazarken ben de elbette topluma veya bireye dair bir sorunu ele alıyorum. Ama bunu neden illaki kasvetli, arabesk bir tavırla yapmak zorunda olayım ki? Tam aksine, bana bu tür metinler çok popülist, acıyı kanırtan ve ajite eden eserler gibi görünüyor. Edebiyat pekâlâ ironiyle de coşkuyla da elbette hüzünle de yani hayatın içinde hangi duygular var ise hepsini kullanarak yapılabilir. Edebiyatı bu ağlak tavırdan kurtarmak gerekir bence. Hiçbir şey umudun önünde engel olmamalı. Sorunların fakrındayız ama bu sorunların karşısında umudumuz da her daim diri.

 Bu sene hem Sait Faik Hikaye Armağanında kısa listeye kaldınız hem de Fakir Baykurt Öykü Kitabı Ödülünü, son kitabınız Gör Bağır ile kazandınız. Öncelikle tebrik ederim. Ben de okuduğumda en çok Dolap Beygiri’nden etkilenmiştim. Sıcağı sıcağına sorayım, bu ödüller nasıl hissettiriyor? Bir sonraki kitap da ya da yolun bundan sonrasında aynı ivmeyi yakalamak isteyeceğiniz bir strese sebep oluyor mu?

 Çok teşekkürler. Ödül elbette mutlu ediyor. Bir nevi teşvik ve zaten en önemli yönü de bu. Öte yandan muhtelif türlerde (roman, öykü, çeviri, çocuk edebiyatı) daha önce de ödüller aldığım için, son ödülün stres yarattığını veya ayrı bir sorumluluk yüklediğini söyleyemem. İşin en güzel tarafı, çok takdir ettiğiniz bir isimle birlikte anılmak. Bunun için elbette müteşekkirim.

Edebiyat ödülleri; jürisi, seçim yöntemi, seçtiği kişiler ve yarışma olgusu nedeniyle hep tartışmalara açık oldu. Ödül-yapıt ilişkisini siz nereye koyuyorsunuz? 

 Aslolan yapıttır. Ödül işin çeşnisidir. Bunu böyle görmek gerek. Farklı ödüllerin elbette iyi veya kötü yönleri, takdir edilecek veya eleştirilebilecek tarafları vardır ama bu yorumların önüne metinle veya süreçle ilgili bir değerlendirme koymuyorsanız, yekten iyi veya kötü diye tanımlıyor ve nedenini niçinini açıklamıyorsanız mesele havada kalır. Biz genelde ödül hikayesine siyah veya beyaz diye yaklaşıyoruz. Bu pek sağlıklı bir bakış açısı değil.

Çeviri yaparken yazarının dünyasından bağımsız hareket edebiliyor musunuz? Başkasının hayal dünyasına girdiğiniz bir metni çevirirken nasıl bir Fuat Sevimay var masa başında?

 İyi bir çevirmen yazarın dünyasından asla bağımsız hareket edemez. Onun yarattığı anlam içinde kalmak zorundadır. Ama o anlamı verirken farklı sözcük, deyim seçimleri olabilir. Seçenekler arasında gezinebilir. İşte orası da çevirmenin inisiyatif alanıdır.

Ben kendi çevirilerimde hangi yazardan çeviri yapıyorsam, o yazar Türkçe bilse nasıl hareket ederdi diyerek ilerliyorum. Bu bakış açısından da son derece memnunum çünkü çevirmenin yazara ve Türkçeye eşit oranda saygı duyması gerekir. Andığım bakış açısı bu dengeyi sağlıyor. Yazarı anla ve bunu Türkçede en güzel şekilde ifade et.

 Peki yazmak ve çevirmek üzerine bir hayaliniz var mı? “Keşke bunu ben çevirseydim ya da yazsaydım,” dediğiniz bir metin oldu mu?

 Dünyanın en zor metnini (Finnegan Uyanması) çevirdim ve en sevdiğim yazarlardan çeviriler yaptım. O nedenle çeviriye dair ayrıca bir hayalimin kaldığını söyleyemem. Belki Ezra Pound – Kantolar’ı anabilirim ama o metnin de yakın zamanda çok güzel bir çevirisi yapıldı.

Öte yandan Ulysses’i yazmak isterdim ama Benden’iz James Joyce ile de o hayale yaklaştığımı söyleyebilirim. Çünkü kendisi bir nevi İstanbullu Joyce’un bizim zamanımızda yaşadığı Ulysses’i. Dolayısıyla hayallerime erdiğimi söyleyebilirim.

 Araştırırken anladığım kadarıyla, yazma sırasında bir plan, bir rutin oluşturuyor ve öyle ilerliyorsunuz. Peki öykü ve romanlarınızda karakterinizin bir sonraki adımını bilemediğiniz, şimdi ne olacak diye düşündüğünüz oldu mu? Olduysa bu durumda nasıl bir yol izliyorsunuz?

 Hep anlatmaya çalıştığım bir şey vardır; öykü yazıyorsanız belki plansız kotarabilirsiniz (ki bence öykü için de plan olması iyidir) ama romana plan program taslak yapmadan girerseniz dağılırsınız. “Aklıma çok güzel bir fikir gelmişti, yirmi otuz sayfa da çok güzel gitti ama sonra tıkandı,” şeklindeki ifadelerin sebebi çoğu zaman bu plansızlıktır. İyi öykü yazanlar, romanın da aynı şekilde yazılabileceğini düşünür ve çok zaman da sonlandıramazlar. O nedenle ben önce sağlam bir taslakla işe başlıyor, taslağı tamamlamadan da asla tek bir tuşa bile dokunmuyorum. Ama sonra, romanın akışı ve yazma aşamasında aklıma ilginç bir şey gelirse elbette o taslak ufak tefek değişebiliyor. Fakat konunun nereye gideceğini, karakterlerin hayatını, kullanacağım mekanları baştan iyi kötü biliyor olmam gerek.

 Tüm dünya, iki senedir, pandemi, karantina derken psikolojik olarak çok zorlayıcı bir süreçten geçtik. Aslında sanat ve edebiyatla ilgilenen, gündelik koşuşturmalar yüzünden tam anlamıyla kapanarak bir şey üretmeye fırsat bulamayan kişiler için krizin fırsata dönüştüğü bir zaman oldu diyebilir miyiz? Bu süreç sizi nasıl etkiledi?

 Ben yazmanın zamandan ziyade niyet ve yetenek işi olduğunu düşünürüm. İyi bir konunuz, niyetiniz ve yeteneğiniz varsa her koşulda, dar zamanlarda, kenarda köşede her türlü yazarsınız. Yazmak için zaman aramak, ritüel yaratmak, mekân seçmek işin biraz bahanesi gibi gelir. Kendi adıma pandemiden önce ne kadar ne yazdıysam (veya çevirdiysem) pandemide de ve bugünlerde de aynı üretim içindeyim.

Yazabilmek bir yetenek midir yoksa öğrenilebilir mi?

Çok büyük oranda yetenektir. Var olan yeteneğinizin seviyesini eğitimle veya metinlerin üstüne düşünerek bir miktar artırabilirsiniz ama bu üç ise dört olur, dokuz ise on olur. Üçün ona çıkacağını ummak pek doğru değildir. Kaleminizin gücünü olumlu veya olumsuz yönde fark etmek de işin temeli olabilir.

Size göre bir yazarın eserini yayınevine teslim etmeden önce en çok nelere dikkat etmesi gerekir?

 Önce belki şunu bilmek gerek; yazmak edebiyatın ne kadar keyifli tarafıysa, yayınlatmak da o kadar zor tarafı. Sanat ayrı bir şey, sektör apayrı. Bunu bilmeden hareket etmek hayalkırıklığı yaratır. Sonrasında, dosyamızın hazır olduğunu düşünüyorsak önce, yayınladığı türlere, sektördeki yapısına, metnimize uygunluğuna göre doğru yayınevi tercihlerimiz olmalı. Nereye göndereceğimizi belirledikten sonra da sadece dosyayı göndermekle kalmamalı, dosya ile birlikte kısa bir özet ve o metinde edebi açıdan ne özellik olduğunu vurgulayan bir yazı göndermemiz işimizi (ve editörün işini) kolaylaştırabilir. Ve elbette mümkün olduğunca temiz, akıcı bir metin olmalı.

Sevgili Fuat Sevimay’a, değerli bilgi ve tecrübelerini bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz. Kaleminizin hiç susmaması dileğiyle…

Röportaj: Duygu Değirmenci

Shares:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir