I. 

Acı acı çalıyor cep telefonum. Sesini duyuyorum uzaktan. İki yıl oldu, yatak odama sokmadım o şeytanı. Gecenin bu saatinde arayan iyi haber vermez, sabah öğrenirim her ne olduysa. Çalmaya devam ediyor. Merakıma yenik düşüp isteksizce kalkıyorum yataktan. Salonun kapısına geldiğimde artıyor endişem. Görüyorum. Annem arıyor. Eyvah, kötü şey oldu. İçeriye doğru attığım dört adımda kırk dört felaket senaryosu. 

-Anne?  

-Korkma, korkma. İyiyim. Neva kalp krizi geçirdi. Hastanedeyiz.  

-Hangi hastanedesiniz? Geliyorum. Ben gelene kadar sakin kal olur mu? Bir şey lazım mı?   

Ağlıyor annem. Neva için ağlıyor. Babam öldükten sonra birdenbire ortaya çıkan, en yakın arkadaşı oluveren Neva için.  

Başlarda işime gelmişti yalan yok. Babamın boşluğunu benimle dolduracağına bıraktım, vakit geçirsinler. Sandım ki geçici. Elbet bir gün geldiği gibi gidecek bu kadın. Öyle olmadı. Ne zaman hayatımızdan çıkacak diye beklerken annemin yanına taşınıverdi Neva. Neymiş, zaten her günleri birlikte geçiyormuş, neden iki eve ayrı ayrı fatura ödüyorlarmış, Neva evini kiraya veresiymiş, gül gibi geçinip giderlermiş. Yahu benim annem kolay kolay kimseyi sokmaz, ne hayatına ne evine! Bana bile bir haftadan fazla katlanamaz. 

Siz nereden tanışıyorsunuz? Cevap yok. 

Bunca yıldır neredeydi, niye hiç görüşmediniz? Cevap yok. 

Halam babamın cenazesinden niye kovdu Neva’yı? Cevap yok.  

Hayatındaki her ayrıntıyı bana anlatmaktan ölesiye zevk alan annem, konu buraya gelince bir sır küpü. Peşini bıraktım. Sorgulamaktan vaz geçtim. Kardeşi olmayan, ana-babasını genç yaşta kaybeden, kocası öldükten sonra miras peşindeki görümcesi ile ettiği kavgalar yüzünden benden başka tutunacak hiç dalı kalmayan anneme çok iyi gelmişti Neva. Kabullendim varlığını.   

Büyük bir kriz geçirmiş. Yoğun bakımda tutuyorlar. Camsız çerçevesiz hastane holünde, halsiz buluyorum annemi. Maraton koşmuş kadar yorgun görüyor. Birer kahve içmeye zor ikna ediyorum. 

-Her zamanki gibi dizimizi izleyip yatmaya gittik. Odamın önünden geçerken “ Ölüm var, kalım var Ahsen, hakkını helal et, e mi? deyince kızdım “Helal olsun, helal. Gece gece söyleme böyle şeyler! Ölüm mölüm lafları neymiş?” diye çıkıştım. Ah bilmiş Seda, malum olmuş kadına. Zaten çok temiz kalplidir benim arkadaşım. Şıp diye çıkıverir söyledikleri. Annem Neva’yı övdükçe beni afakanlar basıyor. Evet, kırk küsür yaşındayım ve annemi kıskanıyorum. Ne var bunda?   

 -Saat üçtü herhâlde, tam bilmiyorum, bir gümbürtüye uyandım, fırladım koştum. Kalbi sıkışmış, kalkmaya çalışırken düşmüş yataktan. Ah canım, yaralı kuş misali nasıl çırpınıyordu bir görsen. Ambulans çağırdım. Geldik. Sonrası doktorlar, hemşireler. Buradayız. İyileşir değil mi Seda?  

 -İyileşir annem, iyileşir. Korkma, üstesinden gelecektir. O geceyi yoğun bakımın bekleme salonunda geçiriyoruz. Annem Neva’ya, ben anneme bir şey olacak endişesinde. Ah annem, artık anlatsan ya bana?  Kim bu kadın?  

II. 

Uzun uzun çalıyor telefonum. Pazar günü de rahat yok insana. Kitabımın en heyecanlı yerinde keyfimin bölünmesine hayıflanarak, salonumu huzurla dolduran ney sesini kısarak kalkıyorum okuma koltuğumdan. 

– Efendim annecim.  

– Seda, nasılsın? 

– İyiyim annem sen?  

– İyi canım iyi. İşin yoksa bize gelir misin? Biz! Annemin sesinde hiç alışık olmadığım bir soğukluk var. Bu işin sonu pek hayır değil gibi. Gidip görelim.  

– Tabi ki gelirim. İsterseniz hazırlanın, sizi boğaza götüreyim. Balık yeriz hem.  

– Yok canım. Eve gel sen. Hayda! Benim annem boğazda balık teklifini reddetsin, olacak iş değil bu.  

-Tamam. Bir saate sende olurum. Sizde değil anne, sende!  

Kapıyı Neva acıyor. Krizin tüm etkilerini atmış üstünden, iki ay önceki sağlıklı haline geri dönmüş. Pür neşe.  

-Canııımm, hoş geldin. Geç, geç. Annen mutfakta. Ahseeeennn, Seda geldiii. Hem bu evde alışkın olmadığım coşkusu, hem rahat tavırları sinirlerimi bozuyor. 

Annem çıkıyor mutfaktan. Her zamanki gibi şık ve özenli giyinmiş. Sarılıp öpüyorum. Mis gibi kokuyor, çocukluğum kokuyor, huzur kokuyor annem.  Salona yürüyoruz birlikte. Duvardaki çini tabakların ve aile fotoğraflarının yerleri değişmiş. Kadife kaplı berjerler camın önüne yanaşmış iyice, sımsıkı kapalı duran perdeler sonuna kadar açılmış. Bunlar kesin Neva’nın işi.  

-Söyleyin bakalım, niye çağırdınız beni? Siz! Alışmayacağım bu dile. Annecim, neden çağırdın beni?  

-Neva’nın seninle konuşmak istediği çok önemli bir mesele var. Sesinin tonundan belli, korkuyor. Belli ki hoşlanmayacağım bir konu. Kızacağımdan endişeli.  

-Sedacım biliyorsun ağır bir kriz geçirdim.  Tamam, benim göçüp gitmeye hiç niyetim yok ama belli de olmaz. Çok geç olmadan dünya işlerini bitirmek istiyorum.  Eee, bana ne bundan?  

-Ben nasıl yardım edebilirim size?  

-Ortaköy’de bir evim, bankada da biraz birikmiş param var. Bunları sana devretmek istiyorum. Bu hafta bana bir gününü ayırır mısın? Delirdi mi bu kadın?  

– Teşekkür ederim ama ben böyle bir şey kabul edemem, diyorum gülümsemeye çalışarak. 

-Seda önce Neva’yı dinle kızım, diyor annem. Çıldırmış bunlar. Üniversitedeki erkek arkadaşımın aldığı pırlanta kolyeyi kabul ettim diye küplere binen Ahsen Hanım’a bak sen. Neva’yı dinleyecekmişim. 

-Dinleyemem! Seni üzmemek için kafamdaki bir sürü soru işaretine rağmen sesimi çıkarmadım ama bu kadarı çok fazla. Kimsenin ne evini ne de parasını istemiyorum.  

– Sedacım, dinle beni. Kırk yıldır görüşmediğim bir kız kardeşim var, çok kalbimi kırdı. Öldüğümde mirasım ona ya da çocuklarına kalsın istemiyorum. Hem zaten o ev de para da senin hakkın.  

– Bu ne demek şimdi? 

-İnan bana her şeyin bir açıklaması var ama şimdilik bilmesen daha iyi. Belki biz de öldükten sonra.. 

-YETER! Bu gizemli konuşmalar, sırlar… Sen gelmeden önce böyle şeyler yoktu bizim hayatımızda. Ya her şeyi doğru dürüst anlatırsınız ya da ben şimdi kalkıp gidiyorum! Karanını ver anne!  Gidersem geri gelmem, haberin olsun!  

Annem önce ağlama başlıyor sonra da anlatmaya.   

-Dedenin yanında çalışmaya başladığında hukuk fakültesinden yeni mezun olmuştu baban. Uzun boylu, mavi gözlü, yakışıklı bu genç avukata ilk görüşte vurulmuştum. Her gün türlü bahanelerle babamın yanına uğruyor, onu görmenin bir yolunu mutlaka buluyordum. O kafasını kaldırıp bana bir kez bile bakmıyordu. Deden uyanık adam, bende bir haller olduğunu sezmiş, anneme söylemiş. Çok hızlı gelişti her şey. Önce eve akşam yemeklerine davet edilen stajyer Hikmet, sonra hafta sonu gezilerimize katılmaya başladı ve biz birden parmaklarımıza takılan altın halkalarla evliliğe ilk adımımızı atmış olduk. Ayaklarım yerden kesilmişti. Hikmet’in aramıza koyduğu mesafeyi ciddiyetine ve babama olan saygısına bağlıyor, gözlerindeki hüznü göremiyordum. Onunla evlenip mutlu bir yuva kurmaktan başka bir dileğim yoktu o aralar. Öyle de oldu. 78 ‘de evlendik. 79’da sen doğdun. Yakışıklı, meslek sahibi bir kocam, dünyalar güzeli bir bebeğim vardı. Neva’dan haberim yoktu o sıralar. Hikmet her geçen gün daha çok uzaklaştı evden. Geç gelmeye, bazı geceler hiç gelmemeye başladı. Boşanmaktan söz ediyordu ara ara. Çok sonradan öğrendim, babam girmiş yine devreye. Emekliye ayrılmayı düşündüğünü, iyi bir aile babası olması koşuluyla büroyu ona devredeceğini söyleyip üstü kapalı tehdit etmiş. Aradan yıllar geçti, evliliğimiz bitmedi ama bizim aramızdaki mesafe hiç kapanmadı. Tam otuz beş yıl, âşık olduğum, başkasına âşık olduğundan şüphelendiğim bir yabancıyla evli kaldım ben.  O kadar yalnızdım ki.  

Hepimiz ağlıyoruz artık.  Neva alıyor sözü.  

-Biz birlikte mezun olduk Hikmetle. Birbirimizi çok sevdiğimizden de evleneceğimizden de emindim. Ben, çok iyi bir avukatın yanında iş buldu, diye onun için sevinirken o parmağında bir yüzükle geldi bir gün. ‘Patronun kızıyla nişanlandım, evlenmeye mecburum’ dedi. İnsan evlenmeye neden mecbur kalır, ikimiz de biliyoruz. ‘Benimle de evlenmeye mecbursun’ dedim. Ağladım, dövündüm. Sakinleştirdi beni. ‘O bir heyecandı sadece, seni seviyorum ben, söz veriyorum, bir yıl içinde hallolacak her şey, yalvarırım bekle beni’ dedi. Ortaköy’deki evi aldı bana. Tam otuz beş yıl, bana âşık, başkasıyla evli bir adamın peşinde sürüklendim ben.  O kadar yalnızdım ki.  

III.  

Derin derin çekiyorum içime dumanı. Sanki hiç bırakmamışım, aramıza on yıllık ayrılık girmemiş, bir daha ağzıma sürmeyeceğime söz vermemişim gibi çekiyorum. Çocukluğum geçtiği evin balkonundayım. Ne zamandır buradayım bilmiyorum. Babamı, Neva’yı, annemi, çocukluğumu, annemin hüznünü, babamın dalıp gitmelerini düşünüyorum saatlerdir.  

Neva ikinci kadın olmayı içine hiçbir zaman sindirememiş ama sevgilisine git diyememiş, hayatına başka kimseyi alamamış. Annem evliliği üzerindeki gölgeyi hep sezmiş ama kocasına sormaya cesaret edememiş.  

Babama veda etmek istemiş Neva, dayanamamış gelmiş cenazeye. Başından beri her şeyi bilen tek kişi, halam, bu yüzden kovmuş Neva’yı. Annem o an anlamış babamın kalbinin gerçek sahibinin kim olduğunu.  

Sonra gitmiş bulmuş Neva’yı. Saatlerce konuşmuşlar. Ağlamışlar Susmuşlar. Birbirlerine bağırıp çağırmışlar. Susmuşlar tekrar. Ağlamışlar tekrar. Ve sarılmışlar sonunda. Biri bilerek biri bilmeden dahil oldukları bu üç kişilik oyunda, aynı adama aşık iki gölge, aynı ömrü, aynı şehirde yaşayan iki kayıp ruh bağışlamışlar birbirlerini.  Bir olmuşlar.  

Kime kızayım şimdi ben? Kim için üzüleyim? Ah babam, ah! Demek seninle aramızda benim sandığım gibi kocaman bir boşluk yokmuş, Neva varmış, ben bilememiş, anlayamamışım. Üzgün ya da kızgın değilim ama kırgınım. Niye bana anlatmadın? On beşimde değil belki ama otuzumda anlardım seni. Bana niye anlatmadın?  

İçin rahat olsun Hikmet Bey, huzurla uyu. Ahsen ve Neva yalnız değiller artık. İkisi de bana emanet.  

Bu öykü, Erbulak Yaratıcı Yazarlık Evi önderliğinde, Dağhan Külegeç Yayınları’nın “Affet Beni” adlı öykü kitabında yayınlanmıştır. Storytell’de sesli dinlemek için: https://www.storytel.com/tr/tr/books/1846028-Affet-Beni-Affa-Dair

Shares:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir