Melek Gençoğlu kimdir?
Melek Gençoğlu, 1959 tarihinde İstanbul’da Nişantaşı’nda doğmuştur. 1980 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji ve Etnoloji Bölümü’nden mezun olmuştur. Sosyal psikoloji, umumi ve tecrübi psikoloji alanlarında ek dersler ve pedagoji eğitimi alan Gençoğlu, psikoloji öğretmeni olarak çalışmak istemiş fakat 1980 döneminin karışık ortamında tayinini isteyemediğinden bu hayalinden vazgeçmek zorunda kalmıştır. Boş vakitlerinde şiir ve hikaye kaleme almakta iken bir arkadaşının vasıtasıyla Kandemir Konduk ile tanışan Melek Gençoğlu. Kandemir Konduk’un hikayelerini beğenmesiyle “Mahallenin Muhtarları” dizisinin senaryo ekibine katılmış ve senaristlik hayatına atılmıştır.
Bugüne kadar senaryo ekibinde bulunduğu diziler;
Mahallenin Muhtarları (1992), Koçum Benim (2002), 24 Saat (2004), Tatil (2004), Çalınan Ceset (2004), Zeynep (2005), Yaprak Dökümü (2006-2010), Aşk Yeniden (2007), Dudaktan Kalbe (2007-2008), Menekşe ile Halil (2007), Aşk-ı Memnu (2008-2009), Fatmagül’ün Suçu Ne? (2010-2011), Kuzey Güney (2011-2012), Medcezir (2013-2014), Kurt Seyit ve Şura (2014), Bu Şehir Arkadan Gelecek (2017)
Merhaba Melek Hanım, hoş geldiniz. Öncelikle misafirimiz olmayı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Bugüne kadar hem Türk edebiyatının kıymetli eserlerini televizyona uyarlayarak, hem de orjinal öykülerden oluşan senaryolarla elde ettiğiniz başarıları büyük gururla takip ettik. Özellikle edebi eserleri günümüze uyarlarken, bir yandan orjinaline sadık kalmak, esere ve yazarına karşı hassas olmaya çalışmak, diğer yandan popüler kültürün içinde dikkat çeken bir iş çıkarmak oldukça yorucu olmalı. Sizin için uyarlama yapmanın en dikkat edilmesi gereken yönleri nelerdir?
Merhaba. Öncelikle beni misafir ettiğiniz çok teşekkür ederim. Değerli övgüleriz de beni ayrıca gururlandırdı. Çok teşekkür ediyorum. Sizin de belirtiğiniz gibi edebi eserleri televizyon dizisi olarak uyarlamak bir hayli yorucu. Aslında hem zor hem de kolay yanları var. Elinizde başı sonu belli olan karakterleri net çizilmiş, sağlam bir hikaye oluyor. Bu işin kolay tarafı. Zor kısmı bu hikayeye sadık kalmaya çalışarak günümüz şartlarına uyarlamak. Bunu yaparken de esere ve yazarına saygıda kusur etmemek. En önemlisi bu.
Eserin geçtiği dönemin bugünkü karşılıklarını iyi seçmek önemli. Bugünkü karşılıklar eseri bambaşka yönlere çekebilir. Çok net bir örnek vermek gerekirse hayatımıza giren cep telefonları. Eski dönemde mektuplaşarak haberleşmeye çalışan sevgililer mesela. Ulaşmayan ya da başkaları tarafından saklanan mektuplar yüzünden acı çeken sevgililer. Bu çok basit bir örnek olabilir ama günümüzde böyle bir şey yok, ulaşma sorunu diye bir şey yok. Bu da hikayeye başka çatışmalar koyma zorunluluğunu oluşturuyor.
Teknoloji, sosyal medya, ulaşım araçları, her şey, hikayenin zamanlamasını değiştiriyor. Belki yeni karakterler ekleme ihtiyacını doğuruyor. Önemli olan, hikayeyi günümüz şartlarına uyarlarken duygusunu kaybetmemek.

‘Aşk-ı Memnu’, ‘Kuzey Güney’, ‘Fatmagül’ün Suçu Ne?’, ‘Medcezir’ gibi dizilerde yazarlığınızı ve başarılarınızı Ece Yörenç ile paylaştınız. Senaryo yazarlığı bir ekip işi midir? Yazarken aynı metni paylaşmanın avantajları ve dezavantajları nelerdir?
Ece Yörenç ile Mahallenin Muhtarları ekibinde tanıştık ve çok uzun seneler birlikte çalıştık. Daha sonra Birlikte 24 Saat ve Zeynep dizilerini yaptıktan sonra Yaprak Dökümü, Dudaktan Kalbe, Menekşe ve Halil, Aşk Yeniden, Samanyolu dizilerini yaptık. Sonrasında Aşk-ı Memnu, Fatmagül’ün Suçu Ne, ve Kuzey Güney geldi. Bu çok uzun ve yoğun bir süreçti tabii ki. Uzun yıllar birlikte çalışmanın kazandırdığı alışkanlık ve anlayışın sonucuydu bütün bu işleri çıkarabilmek.
Senaryo ekip işi olabilir de olmayabilir de. Ekip işi daha çok fikir üretmek, beyin fırtınası yapmak, iş bölümüyle zaman kazanmak açısından avantaj olabilir. Ama ekiptekilerin anlaşabilmeleri ve gerçekten işe katkıları olması şartıyla. Aksi takdirde sizi ve dolayısıyla işi aşağı çekebilirler. Çok seslilik ancak bir uyum varsa ve bir amaca hizmet ediyorsa iyidir. Tek başına yazan çok başarılı senaristler de var. Bu bir tercih meselesi bence.
Yaratıcı kurgu ve diyalog oluşturmak için iyi bir gözlemci olmanın yanında ne gibi yöntemlere başvurulmalı?
İyi bir gözlemci olmak kadar iyi bir dinleyici de olmak lazım. Hayal gücü en büyük faktörlerden biri ama gerçeklerden de kopmamak gerekir. Gerçek hayatın içinde olmalı. Diyalog yazarken karakterlerin sosyal durumları göz ardı edilmemeli. Örneğin varoşta yaşayan eğitimsiz bir gençle, ekonomik durumu çok iyi bir ailenin çok iyi eğitim almış çocuğu, her durumda aynı kelimelerle konuşmazlar. En öfkeli anlarında bile. Çevrelerinde duydukları ve öğrendikleri farklıdır çünkü. Bunun için de senaristin gözü ve kulağı hep açık olmalıdır ki, herkesi kendi karakterine uygun konuşturabilsin. Bir yerde hayatın içinde olmamız lazım. Her yerde her coğrafyada bulunmamız imkansız ama okuduğumuz kitaplar izlediğimiz filmler bu bakımdan en büyük yardımcılarımız.
Bir de karakterler hangi sosyal durumda, hangi kültürde, hangi ekonomik durumda olursa olsun, kitap cümleleriyle konuşmamalıdır. Günlük konuşma dilinden kopmamak lazım.
Disiplinli çalışmanın üretim sürecinin en önemli parçasından biri olduğu aşikâr, siz günlük çalışma rutininizi nasıl düzenlersiniz?
Ah o rutini bir sağlayabilsem. Benim dikkatim çok çabuk dağılır, çünkü çok meraklı bir yapım var. Evde çalışırken ister istemez gözüm kulağım dışarıya kayar. Sokakta bir ses olsa ben camdayım. Eğer bir olay varsa bitene kadar kalırım. Dağılırım, zor konsantre olurum. Geceleri çalışmayı o yüzden severim. Evde hareket ve ses olmadığında kaptırırım kendimi, sabaha kadar yazarım saatlerin nasıl geçtiğinin farkına bile varmam. Bir de son ana bırakma durumum vardır ki bu hiç güzel bir şey değil. İşi teslim vakti yaklaşırken hızlanırım. Bu güne kadar vaktinde teslim etmediğim bir bölüm bile olmadı. Ne yapar eder mutlaka yetiştiririm. Uzun yıllar uyumadan çalıştığım için şu anda uyku problemi yaşıyorum ve uyuyabilmek için tedavi görüyorum.
Diziler ve filmlerde genel olarak benzer arketipler, benzer karakterlere oturtuluyor. Yaratıcılıktan ziyade, belli başlı konular üzerinden gidiliyor. Bu arz-talep meselesi mi? Reyting kaygısı yaratıcılığın önüne mi geçiyor sizce?
Tutan dizilerin arkasından benzerleri yapılıyor evet. Bu bir arz- talep meselesi mi bilmiyorum ama seyircinin bundan pek hoşlanmadığını düşünüyorum. Bu benim kendi fikrim.
Reyting kaygısı yaratıcılığın önüne geçiyor bu doğru. Farklı ve deneysel dizilerin bu yüzden kanallar tarafından tercih edilmediğini düşünüyorum.
Bir de televizyon büyük çoğunluğun tek eğlence aracı. Ailece izleniyor. Çocuklar izliyor. Kontrollü olmak durumundayız, izleyenleri düşünmek, incitici diyaloglardan kaçınmak zorundayız. Mesela ‘geri zekalı’ sözünü hakaret olarak kullanmak evinde zeka özürlü bir çocuğu olan anneyi incitir. Çok yapılıyor bu tür hatalar. Hayvan isimleri de hakaret olarak kullanıyorlar bazen. Doğru değil. Bunlar diyaloglar üzerinden düşündüklerim.
Yorgun argın eve gelip televizyonun karşına geçen seyirci bir de kafa yormak istemiyor. Kolay anlayabileceği, kendiyle ve çevresiyle özdeşleştirebileceği, kendinden bir şeyler bulabileceği şeyleri izlemek istiyor. Böyle diziler haliyle daha çok reyting alıyor, bu da yaratıcılığın önüne geçebiliyor.
Yaratıcı Yazarlık ve Senaryo yazarlığı üzerine eğitim alan, kariyerini bu alanda şekillendirmek isteyen gençlere nasıl çalışmalarını önerirsiniz? Senaryo yazımının püf noktaları nelerdir?
Gençlere tavsiyem sabırlı olmaları. Senaryo yazmak çok zevkli ama çok zor bir iştir ve gerçekten büyük sorumluluk ve disiplin gerektirir. Nasıl çalışmaları konusunda bir önerim yok, çünkü herkesin çalışma tarzı farklıdır. Benim söyleyebileceğim şey, eğer gerçekten bu işi yapmak istiyorlarsa vazgeçmemeleridir. Çok kitap okumalarını çok film izlemelerini tavsiye edebilirim ki bu yola baş koyanlar mutlaka yapıyorlardır bunu.
Senaryo yazmanın püf noktasına gelirsek; Hikayenin gerçekçi olması gerekir, çatışmaların sağlam temellere oturması gerekir. Karakterlerin gerçek olması gerekir. Karakterlerin psikolojilerini iyi analiz etmek gerekir.
Bir de şöyle bir şey var, alışkanlık meselesi bir yerde. Çok çok alıştırma yapmak lazım.Yazın bozun, tekrar yazın. Kendinizi o karakterlerin yerine koyun, empati yapın, onların duygularını siz de hissedin ki kağıda dökebilin. Yazdığınız şeye aşık olmayın, gerektiğinde üzerini çizebilin.
Sevgili Melek Gençoğlu’na, değerli bilgi ve tecrübelerini bizimle paylaştığı için çok teşekkür ederiz. Kaleminizin hiç susmaması dileğiyle…
Röportaj: Pelin Oktay