On altıncı doğum gününe bir gün kala, babasının av tüfeğini boğazına dayadı Hasan. Mavi gözlerini kırpmadan bastı tetiğe. Duvar deliklerinden süzülen güneşle ışıldayan samanların üzerine yığıldı, öylesine uzanıvermiş gibi. Boynunda kana bulanmış sarı bir yemeni, avucunun içinde beyaz bir kâğıt parçası.  

Gözünü açtığında küçük loş bir odada buldu kendini. Dirseğini yatağa dayadı, hafifçe doğruldu, etrafa göz gezdirdi, nerede olduğunu anlamaya çalıştı. İki kapılı beyaz bir dolap, küçük bir masa, bir sandalye dışında bir şey göremedi. O anda kırlaşmış saçları, siyaha dönmüş çökük göz altları ile yorgun ve yaşlı görünen bir adam kapıdan başını uzattı. “Hoş geldin,” dedi donuk bir ifadeyle. “Gel hadi. Kahvaltı et.”  

“Kim ki lan bu adam. Nerdeyim?” 

Birden kendini vurduğu geldi aklına, elini boynuna attı, yokladı yara var mı diye. Sonra çekti elini, çevirdi avucuna baktı, kan var mı diye. Yoktu. 

“Ulan Hasan. Püh sana. Ölmeyi de beceremedin.”  

Kalktı hemen, bir hışımla dışarı çıktı, küçük tahta bir masada oturmuş çayını yudumlayan adamla göz göze geldi. Bıkkın bir ifadeyle Hasan’ı inceliyordu.  

“Gel bakalım, otur. Kaç yaşındasın oğlum sen? Bu yaşta neye kederlenir de intihar eder insan anlamıyorum ki.”  

Hasan, yıllarca gözünün önünden gitmeyen o görüntüden, geceleri affet beni diye bağırarak ter içinde uyandığından, sonunda dayanamayıp tetiği çektiğinden bahsetmedi. Başı önünde, ağzını açmadan bekledi. Beriki tecrübeliydi. “Buraya yeni geldiğinde herkes böyle bir afallıyor zaten. Öbür dünya diye bir şeyin olmadığına inananlar hele şoka giriyor. İntihar edince cehenneme gideceğini sanan tipler de burada zebaniler, kaynayan kazanlar göremeyince hem şaşırıyor hem de seviniyor. Neyse canım, alışırsın sen de herkes gibi, elbet alışırsın.”  

Sekiz yaşından beri yaşadığı kabusa bir son verip öbür dünyayı boylamaktı Hasan’ın niyeti. Ölmüştü ölmesine de boyladığı dünya hiç de onun daha önce duyduğu, bildiği, hayal ettiği gibi bir yer çıkmamıştı.   

Çok yardımcı oldu adam, bir süre beraber aynı evde yaşadılar, geldiği bu dünyaya dair her şeyi öğretti. Fazla da zor değildi aslında. Basit bir yaşam vardı burada. Kısa sürede alıştı gitti Hasan. 

İnsanlar biraz tuhaftı bu dünyada. Tüm hisleri yok edilmişti. Hasan da ne sevinç duyuyordu artık ne üzüntü. Ete kemiğe bürünmüş bir makine gibi yaşayıp gidiyordu.  

Hepsinin bir hikayesi vardı da kimse kimseye dünyada neden ve nasıl intihar edip buraya geldiğini sormuyordu. 

Yan yana dizili, birbirinin aynı, üç dört katlı bloklarda, küçük, birbirinin aynı dairelerde, ikişer kişi yaşıyorlardı. Hasan’ın yeni ev arkadaşı da onun gibi sessiz biriydi. Hiç iletişim kurmuyorlar, eve girip çıkarken arada bir karşılaşıyorlardı.  

Çocuk doğmuyordu bu dünyada. İnsandan başka hiçbir canlı da yaşamıyordu. Doğum olmadığı gibi ölüm de yoktu. Bazen ortadan kaybolanlar oluyordu, kimse bilmiyordu nereye gittiklerini. Merak da etmiyordu.  

Zaman kavramı da değişikti. Buraya geldiklerinde kaç yaşındalarsa, hep aynı yaşta kalıyorlardı. Üç aydır burada olduğunun farkındaydı Hasan. Zaman geçiyordu. Gel gelelim saçı da tırnakları da uzamıyordu.  

Hava hep aynı sıcaklıktaydı. Ne sıcak ne soğuk. Kadın erkek herkes, beli lastikli, bej rengi bir pantolon, aynı renk bol rahat bir gömlek giyiyordu. Ayaklarında da varla yok arası bir ayakkabı.  

Para da yoktu burada, paraya ihtiyaç da. Kimsenin kendine ait bir malı mülkü de yoktu. Bu durum hoşuna gitmişti Hasan’ın. Hemen herkes becerisine uygun bir işte çalışıyordu. Çalışmayanlar da vardı tabii de, bütün gün aylaklık yapmak Hasan’a göre değildi. Tamirhaneyi seçmişti, yoğun değildi işi. En güzeli de ağzının laf yapması gerekmiyordu.  

Öğle yemeği saati geldi mi işlerini bırakıp karıncalar gibi sıra sıra en yakındaki yemekhaneye doğru yürürler, yemekten sonra da döner işlerine kaldığı yerden devam ederlerdi.  

O gün daha önce hiç gitmediği bir yemekhanede yemeye karar verdi Hasan. İşten çıktı. Ağır adımlarla yürüdü. Kuyruğa girdi. Sıra ona geldiğinde taze fasulye istedi, biraz da pilav ve cacık. Yemek servisini yapan genç kız işine odaklanmış, başı önünde hızlı hızlı tabaklara yemek dolduruyordu. Bir an başını kaldırdı. Gözleri Hasan’ın gözleriyle karşılaştı. Hasan olduğu yerde donup kaldı. Elindeki yemek tepsisi büyük bir şangırtıyla yere indi. Genç kız ne olup bittiğini, Hasan’ın tiz sesi ortalıkta yankılandığında anladı.  

Hacer Abla!   

*** 

Çiviye asılı kırık aynada yüzünü inceledi Hacer. Uzun uzun baktı. Baktıkça güzelleşecekmiş gibi, bir sağa çevirdi başını, bir sola. Hiçbir kusur bulamadı. Tarlada çalışmaktan yanan, büsbütün koyulaşan buğday tenine baktı. “Valla güzelim be. Yaaa bok güzelsin. Beğense seni alırdı. Saf salak. Kandın işte”  

Daha on üç yaşında bile değildi Ömer’e uzaktan uzağa sevdalandığında. Köyde ona sevdalanmayan mı vardı? Ömer yirmisindeydi o zaman. Okuyordu.  

Hacer on beşine basar basmaz etrafında dolanır olmuştu Ömer. Bir yıldır gizli saklı buluşup konuşuyorlardı. Hacer’e “Köyün en güzel kızı sensin, geceleri düşüme giriyorsun,” demişti Ömer. Hacer’in içi eriyordu bunları duyunca. O da böyle güzel sözler söylemek istiyor, evde prova ediyor, karşısında Ömer olunca tutulup kalıyordu.  

Ömer o yaz mezun olacak, kasaba belediyesinde işe girecekti. Evlenince kasabada oturacaklarını, düğünlerinin salonda olacağını, düğünde dans edeceklerini detaylarıyla uzun uzun anlatıyordu Hacer’e.  

Çok değil daha kırk gün önce, Hacer yalnızdı, evdekiler tarlaya gitmişti yine. “Eve girelim mi?” dedi Ömer. “Ortalık yerde bi gören olmasın. Bugün annemle konuşacağım,” dedi sonra, “Haftaya hazırlan istemeye gelecekler seni.” Sarıldı Hacer’e.  Dudaklarından öptü. Elini memelerinin üzerinde gezdirdi. Kalbi yerinden fırlayacak gibi oldu Hacer’in. Mutluluktan, heyecandan sarhoş olunur ya, işte öyle sarhoş oldu. Kendini onun kollarına bıraktı. 

Bir hafta geçti, sonra bir hafta daha. Ömer de yoktu annesi de. Sonra duydu Ömer’in sözlendiğini. O sümsük, tahta göğüslü Ayşe’yi tercih etmesine mi yansaydı Hacer, yoksa Ömer’e kanmasına mı? Evlenip kasabada yaşama hayaliyle katlandığı bu hayattan kurtulamayacaktı demek. İçi acıyordu.   

“Anası yapmıştır bu işi. Pis mendebur Emine. Karşı koyamadı demek Ömer. Sever o beni.” 

Bohçasını hazır etti, yattığı somyanın altına gizledi. Ömer bir yolunu bulup onu kaçırmaya gelecekti. Mutlaka gelecekti. Emindi Hacer. Hiç umutsuzluğa kapılmadan bekledi heyecanla. Günlerce, gecelerce bekledi. Kendisi gelmedi de Ömer’in, nişan davetiyesi geldi.  

O sıralar evde yapılacak o kadar çok iş vardı ki, Hacer’i tarlaya götürmüyorlardı. Bütün gün ağladığının da, sabahları kustuğunun da, giderek zayıfladığının da farkına varan olmadı.  

Tekrar baktı aynaya. Usul usul saçının örgüsünü açtı. Başından omuzuna, omuzundan beline doğru dalgalandı simsiyah saçları. Tüm sırtını kapladı. Geçen yaz çeyizine koyduğu sarı yemeniyi taktı, uçlarını arkadan çapraz yapıp başının üzerinde birleştirdi. Sarılı beyazlı oyası papatyalardan yapılmış bir taç gibi durdu başında. Gözlerinden süzülen yaşları sildi elinin tersiyle.  

Bir leğen dolusu taze fasulyeyi aldı. Avluya çıktı. Komşunun sekiz yaşındaki oğlu Hasan, burnundan akıp ağzına kadar inen sümüğe aldırmadan, samanlığın gölgesinde oturmuş tornetiyle oynuyordu.   

“Hasan napıyon? Anangil yok mu?”  

“Yook. Tarlaya gettiler. “ 

“Ekmek isten mi? Garnın aç mı?”  

“Yok. Yidim ben.” 

“Bak ne decem sana. Kovboyculuk oynayam mı senle? Hani geçen öşerde öşerde anlatıyodun ya kavedeki televizyonda seyretmişsin.” 

“Sen biliyon mu ki kovboyculuk?” 

“Hee biliyom tabii. Biz küçükken abimle, babamın tüfeği var ya işte onla oynuyoduk. “ 

“Önce ben soyguncu olcam. Sonra sen. Sırayla. Tamam mı?” 

Önce kovalayan olma fikri hoşuna gitti Hasan’ın. “Tamam.” dedi.  

Hacer içeri girdi hemen. Çiviye asılı tüfeği aldı, çıplak ayaklarını taşa basmak istemezmiş gibi parmakları üzerinde süzülerek bir çırpıda geri döndü. “Hadi gel,” dedi Hasan’a. Tüfeği eline verdi. 

Hacer odanın içinde bir o yana bir bu yana kaçıyor, Hasan elinde tüfek, atıyla koşuyor peşinden. Dıgıdık dıgıdık! 

Dans edecek Ömer. Şehla gözlüyle. 

Hacer kaçıyor, Hasan kovalıyor.  

Bebeleri de olur. Peş peşe. 

Hasan kovalıyor, Hacer kaçıyor.  

Babamgil duysa garnımdakini. Sağ gomazlar Ömer’i. 

Hacer durdu birden, sırtını duvara yasladı, hızlı hızlı soluk alıp verdi.  

Hasan elindeki tüfeği doğrulttu, “Teslim ol! Yoksa vururum,” diye bağırdı. Tükürükler saçıldı ağzından. “Dışın dışın!”  

Barut kokusu bastırdı tezek ve süt kokusunu. Kan, et, kemik fışkırdı Hacer’in göğsünden, Hasan’ın yüzüne. Sendeledi Hacer duvara tutundu önce, bir süre asılı kaldı havada kukla gibi. İki adım attı, yavaşça yığıldı olduğu yere. “Vay anaaam,” döküldü ağzından aynı yavaşlıkla, sadece kendisi duydu son sözlerini. O yere düşünce, kan, et, kemikten yapılma harita gibi bir şekil çıktı ortaya badanalı beyaz duvarın ortasında. Saçlarından kopan parçalar seçiliyordu, kara kara.    

Hasan, gözleri kocaman açık öylece dondu kaldı. Çığlığı düğüm oldu tıkandı boğazına. Sonra bacakları yerlerinden çıkartılmış gibi, bedeni koyverdi kendini olduğu yere. O bir yana yığıldı, tüfek bir yana. Pantolonunun paçasından süzülen sidik yürüdü gitti, oluk oluk akan kanla buluştu. Koca kanatlı yeşil göbekli iki kara sinek kalktı avludaki dut dalından, daldı içeriye. İki tur attılar havada. Vızıltıları sessizliği çizdi geçti. Sonra kondular. Biri Hacer’in göğsüne, diğeri Hasan’ın yüzüne.   

Bu öykü, Erbulak Yaratıcı Yazarlık Evi önderliğinde, Dağhan Külegeç Yayınları’nın “Affet Beni” adlı öykü kitabında yayınlanmıştır. Storytell’de sesli dinlemek için: https://www.storytel.com/tr/tr/books/1846028-Affet-Beni-Affa-Dair

Shares:
3 Yorum
  • Işık Ersin
    Işık Ersin
    6 Şubat 2021 at 08:25

    Aynurcum ne yaparsa iyi yapar! Okuduklarımızın bize bir şekilde bir katkısı olur… Benim için de, öbür aleme inanmayan biri olarak, 64 yaşında kaybettiğim babacığımı, aynı yaşında belki karşımda bulma sıcak duygusunu içime attı ❤️

    Reply
  • Doğan
    Doğan
    7 Şubat 2021 at 11:34

    Sürükleyici ve keyifli bir hikaye. Kaleminize sağlık.

    Reply
  • Filiz Bayraktar
    Filiz Bayraktar
    5 Kasım 2024 at 18:49

    Çok güzel sürükleyici ve yalın

    Reply

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir