Ayşegül, sol elini arabanın camından aşağı sarkıtmış sigarasını içiyor, sağ eliyle de sımsıkı direksiyonu tutuyordu. Radyoda Ahmet Kaya, “Siz benim nasıl yandığımı nereden bileceksiniz!” diye sitem ederken, her bir nakarat göğüs kafesine iğneler saplamaktaydı. 

Sigarasını tutan eli havaya kalktı. Kederli, ağır bir salıncak gibi bir sağa bir sola sallandı. 

Siz benim kime küstüğümü nerden bileceksiniz!” 

Şarkı bittiğinde sırtını sürücü koltuğuna iyice yasladı. Rahatlamıştı. Bir seneden fazladır devam eden pandemi ve karantina karmaşası sonlanmış, maskeler çıkmış, mekânlar açılmış, insanların tekrar normal hayatlarına adapte olmaya çalıştığı bir süreç başlamıştı. Aylardır nefes almadan çalışarak kaçabildiği bütün düşünceler, tam da bu gece kafasının içine üşüşmüş halay çekiyor, mendili de ona uzatıyorlardı.

“Bok vardı o kadar içecek!” diye söylendi kendi kendine. Bir taraftan sırıtarak aptal yerine konuluşunu düşünüp kafasını bir o yana bir bu yana sallarken, diğer taraftan akan gözyaşlarını omzuna siliyordu ki, aracına tutulan fenerin ışığıyla irkildi. Yirmi metre kadar ötede duran polis memuru, onu, aracını sağa çekmesi için el kol hareketleriyle uyarıyordu. “Hassiktir ya!” diye söylenerek toparlandı. Sağa doğru yanaşıp, aracı park konumuna getirdi ve cama gelen polis memuruna döndü. 

“İyi geceler hanımefendi,”

“İyi geceler memur bey,”

“Araçta sigara içmek yasak biliyorsunuz değil mi?”

Ayşegül, alkollü halde çevirmeye yakalanmış olmanın tedirginliğini yaşarken, parmaklarının arasında tuttuğu sigarayı çoktan unutmuştu. Aklı bulandı. 

“Ben araçta sigara içmiyorum ki memur bey,”

“Nasıl yani hanımefendi? Bu elinizdeki ne?”

“O yaktığım sigara değil memur bey, kendimim. Kendim yanınca devletin çok da umurunda değil, hatta cezaya da tabii değil diye biliyorum, yanlış mı?”

‘Çattık’ der gibi derin bir iç çekti polis memuru. 

“Alkol var mı hanımefendi?”

“Yok. Sizde var mı?”

Ayşegül ile genç polis memuru birkaç̧ saniye göz göze kaldılar. Ayşegül, eliyle ağzına tokat atmak, ağzından çıkan her kelimeyi havada yakalayıp tekrar geri tıkıştırmak istiyordu. “Pardon,” dedi gülümsemeye çalışarak. 

“Tamam hanımefendi, ehliyet ve ruhsatınızı alayım. Motoru durdurup aşağı inin lütfen.” 

“Niye iniyorum? Ne yaptım ben?” 

“Bir şey yapmadınız. Problem yok. Genel bir denetleme sadece. Ehliyet, ruhsat alabilir miyim?”

Ayşegül, yolcu koltuğunda duran çantasını tersine çevirip, içindeki her şeyi sabırsızca koltuğa boca ettikten sonra ehliyeti bulup polis memuruna uzatırken emniyet kemerini çözdü. Motoru durdurdu. Kapıyı açarak, parmaklarıyla sürücü koltuğundan sendelememek için destek alıp araçtan indi. Polis memuru, elinde Ayşegül’ün ehliyetiyle gittiği ekip aracından, kolunun altına sıkıştırdığı küçük bir çantayla geri döndü. Alkol metreye takacağı ağızlığı Ayşegül’ün gözü önünde paketinden çıkarıp yerine yerleştirdi ve birkaç düğmeye bastıktan sonra ona uzattı. 

“Üfleyelim şunu.” 

“Hüff…”

“Daha güçlü üfleyelim lütfen.” 

“Hüfff…”

“Hanımefendi bizi uğraştıracak mısınız? Derin bir nefes alıp tüm gücünüzle nefesinizi cihaza verir misiniz lütfen?”

“Bende o kadar ciğer yok memur bey.” 

“Anlayamadım?”

“Ciğerimi diyorum, ciğerimi yaktılar benim. Beni tükettiler beni. Anlıyor musun?” 

“Anlıyorum hanımefendi, bir daha derin nefes alıp üfleyin lütfen.”

“Ben şimdi burada deriiin bir of çeksem neler olur senin haberin yok tabii…”

“Ablacım… Anladık dertlisin ama biz de görevimizi yapmaya çalışıyoruz. Bak hava buz gibi. Çok rica ediyorum uğraştırma.”

“Hanımefendi’den, ablacığıma mı terfi ettim? Haklısın kardeşim, senin de işin zor.” 

“İyi bak. Madem anladın, hadi daha da zorlaştırma işimi. Üfle ablacım şunu.” 

Ayşegül derin, ciğerlerinden gelen ıslık sesini duyacak kadar derin bir nefes aldı ve içindeki tüm havayı öfkeyle alkol metreye üfledi. Cihazın ekranında sayılar birbirini kovalarken, bir an için, hızlıca araca binip kaçmayı düşündüyse de cesaret edemedi. Arkasındaki kapıya yaslanıp, kollarını kavuşturarak işlemin sonlanmasını bekledi.

“Alkolü biraz fazla kaçırmışız?” 

“Az bile içtim.”

Genç polis memuru kafasını kaldırıp yine birkaç saniye dikkatle Ayşegül’e baktı. Ayşegül kahkahasını tutmak isterken istemsizce püskürüp dudaklarını ısırarak başını öne eğdi.

“0.98 promil gösteriyor. Ruhsatı alayım hanımefendi, işlem yapacağız mecbur,”

“Arayacağınız, sizi alabilecek biri var mı?” 

“Benim arayacak kimsem yok. Hiiiiiç kimsem yok. Vardı aslında. Vardı da… Ah, bir kazık attı ki bana…”

“Ruhsatı alabilir miyim?” 

“Dur bir dinle ya!”

“Hanımefendi!”

“Beni en yakın arkadaşımla aldatmış ya. Hem de aylarca. Aylarca salak yerine koymuş beni. Hazmedemiyorum anlıyor musun? Bittim. Bitirdiler beni!”

“Anlıyorum hanımefendi. Allah belasını versin onun. Ruhsat verecek misiniz artık?”

“Versin tabii… Allah belasını versin onun. Ama anladım ben! Bir ara feci huylandım da konduramadım. Bir de ne diyor? “Kusura bakma âşık oldum.” Bak, lafa bak! Başka kadın mı kalmadı hayvanın evladı? Niye benim arkadaşım? Hem “Kusura bakma” ne demek? Bakarım. Bakılmaz mı? İnsanı kazığa oturtup bir de içinde çeviriyorlar, sonra “Ay, pardon!” 

“Ablacım…”

“Bak yine ‘Ablacım’ oldum.”

“Hanımefendi!”

“Ablacım daha samimi. Söyle ablacım.”

Polis memuru gelen gülme isteğini bastırmak için elini sertçe burnunda gezdirirken, ruhsat talebini tekrarladı. Ayşegül’de ise ipler tamamen kopmuştu. Arkadaşlarının yanından ayrılıp aracına ilk bindiğinde bu kadar sarhoş hissetmese de şimdi damarlarında kan yerine alkol akıyordu sanki. Sıcak basmıştı. Üzerindeki deri montu çıkarıp aracının camından içeri attıktan sonra polis memuruna döndü. 

“Taktın sen de ‘Ruhsat, ruhsat, ruhsat!’ anladık tamam. Ben sana içimi açıyorum, içimi. Ama yook… Hepiniz aynısınız. İnanılmaz gerçekten! Dinlemek yok, anlamak yok. Bir tek sizin istedikleriniz olacak, biz de itaat edeceğiz. Çok güzel. Bravo. Alkış. Harika.” 

“Hanımefendi, bizim de işimiz var ama! Ruhsatınızı çıkartır mısınız derhal!”

Genç polis memuru öfkelenmiş, kullandığı emir kipi ve sert ses tonu Ayşegül’ün kalp atışlarını hızlandırarak elini ayağına karıştırmıştı. “Ruhsaaat… Ruhsaaat… Şurada olacaktı, dur bakayım…” diyerek aracın kapısını açtı. İçeri doğru eğilip, yukarıdaki aynalı bölüme baktı. Yoktu. Bulamayınca, torpidoya bakmak için sürücü koltuğuna oturmasıyla aklına daha önce de gelmiş olan kaçma düşüncesi, alkolün verdiği cesaretle şuursuzca bir eyleme dönüşmek üzereydi. Genç polis memuruna baktı. Arkası dönük, elinde tuttuğu forma bir şeyler yazıyordu. Aklının bir tarafı, “Yapma. Sakın yapma!” diyerek tepinse de Ayşegül, hızla kapıyı çekip motoru çalıştırdı. Camını kapattı. Vitesi ileri konuma getirdiğinde; onunla ilgilenen genç polis memuru ve o ana kadar kendi araçlarının önünde bekleyen diğer polis memurları, Ayşegül’ün aracının etrafını kuşatmış, kapıları açmaya çalışıyor, cama vuruyor ve inmesini söylüyorlardı. 

Ayşegül, vücudunda yükselen adrenalinle, direksiyonu çevirmek yerine gazı kökleyince, önce önünde duran polis aracına arkadan vurdu. Panikledi. Oradan çıkmak için aracı geri vitese alıp tekrar gaza bastı ve arkasında duran, çevirmeye girmiş diğer araca vurdu. Kafasını, çarptığı direksiyondan kaldırdığında, onunla ilgilenen genç polis memuruyla göz göze geldi. Polis memuru, aracın önünde, silahını ona doğrultmuş, aracı durdurması ve inmesi için bağırıyordu. Gözlerindeki korkuyu gördü delikanlının. Ürktü. Keyiflendi. Hatta tahrik oldu bile sayılabilir. “Ateş edemezler bana,” diye geçirdi içinden. Genç polis memuru, onu durdurup, “İyi geceler hanımefendi,” dediği andan beri beğenmişti onu. Bir gülümseme yayıldı suratına. Vitesi tekrar ileri almak için kafasını aşağı çevirdiğinde bir el silah sesi duyuldu, sonra arkasından bir daha, bir daha ve bir daha. Ayşegül kafasını ellerinin arasına alıp, gözlerini sıkı sıkı yummuştu. “Tamam!” diye bağırdı, “TAMAM!” 

Silah sesleri kesildi. Başka bir polis memuru aracın kapısına yanaştı, “Aç kapıları!” dedi sertçe. Titreyen elleriyle düğmeye bastı Ayşegül, kapılar açıldı. İçeriye bir kol uzandı. Ayşegül’ü omzundan yakaladığı gibi dışarıya çekti. Arkasını döndürüp araca yasladı ve ellerini arkada kavuşturarak öfkeyle kelepçeledi.

“Niye yaptınız böyle bir şey? İyi mi oldu şimdi?”

Ses yok. 

Başını öne eğmiş, elleri arkadan kelepçeli. Ağlıyordu Ayşegül. Onunla ilgilenen genç polis memuru yaklaştı yanına. “Yok yere başını derde soktun ablacım, oldu mu hiç bu yaptığın?” 

Ses yok.

Küsmüş çocuklar gibi, omuzlarını indirip kaldırdı Ayşegül. 

“Asıl sizin yaptığınız oldu mu? Katil miyim ben? Terörist miyim? Ne yaptım ki ben size? Yok ehliyet, yok ruhsat, yok üfle… İki duble içmişim, evime gidip sabaha kadar ağlayacağım, düştüğüm hale bak!”

“Alıyoruz hanımefendiyi. Haber verin, aracı çeksinler,” diye bir ses duyuldu arkadan. Ayşegül hırsla topuğunu iki kere yere vurdu. 

“Birini arayabilir miyim?”

“Hani arayacak kimsen yoktu?”

“Şimdi var. Arayabilir miyim?”

“Merkeze gidelim ararsın,”

“Şimdi. Ne olur şimdi olsa? Lütfen?”

Ayşegül’ün çaresizliğine, yalvarışına ve güzelliğine dayanamadı genç polis memuru, cebinden telefonunu çıkardı. “Numarayı söyleyin.” Söyledi Ayşegül. Hoparlöre aldı. 

Telefon çaldı… Çaldı… Tam kapatacakken açıldı. 

“Alo?”

“Alo Kerem, benim Ayşegül,”

Ses yok.

“Kerem, bir şey söyleyecektim,”

“Evet, söyle Ayşegül,”

“Senin Allah belanı versin. Duydun mu? Senin Allah bin türlü belanı versin!”

Genç polis memuru şaşkınlıkla bir Ayşegül’e, bir telefona baktıktan sonra, telefonu kapatarak sinirle Ayşegül’e döndü. 

“Bunun için miydi yani?”

“Evet,”

“Ya sabır ya selamet… Rahatladın mı bari?”

“Çok rahatladım. Bıraksaydın biraz da küfür edecektim ama olsun oh. Ben arayınca açmıyordu. Oooh! Çok rahatladım. Artık nereye istiyorsanız gidebiliriz.” 

“Çocuklar, hadi sofraya,” diye bir ses yükseldi mutfaktan. Ayşegül gözlüğünün üzerinden, kocaman açtıkları gözleri ve aşağı düşmüş çeneleriyle onu dinleyen iki küçük çocuğa baktı. Gülümsedi. 

“E hadi, anneniz sofrayı hazırlamış, kalkın bakalım, bu akşamlık bu kadar.”

“Anneanne ya, en heyecanlı yeriydi ama…” diye söylendi kızıl saçları iki yandan örülmüş kız. “Ben dedemin Kerem’i dövmesini dinlemek istiyorum!” diyerek elinin altındaki oyuncak polis arabasını halıda çevirdi sarı saçlı oğlan. 

“Haydi bakalım,” dedi Fırat, elleriyle dizlerinden destek alarak kalkmaya çalışırken. 

“Önce anneannenizi bir güzel nezarete attım, e azıcık burnu sürtsün değil mi? Haketti. Sonra aldım ama gönlünü. O Kerem’i de, karakola anneannenizi görmeye geldiğinde bir temiz dövdüm. Sonra horolop şorolop derken, siz oldunuz. Haydi bakalım, şimdi doğru elleri yıkamaya…” 

“Üf dede ya…”

“Haydii…”

Duygu Değirmenci

Bu öykü, Erbulak Yazarlık Evi işbirliği ile Dağhan Külegeç Yayınları’ndan çıkan,

“Uykudan Önce-Pandemiden Sonra” kolektif kitabında yayınlanmıştır.

Shares:
3 Comments
  • Derya
    Derya
    8 Eylül 2021 at 16:37

    Aaaahhhh duyguuu! 👏👏👏👏👏

    Reply
  • Semin
    Semin
    9 Eylül 2021 at 12:39

    Çok güzel 💜 Duygu geçişleri kalbimi çaldı !

    Reply
  • Hamza
    Hamza
    14 Mart 2023 at 20:06

    Bravo👏🏻

    Reply

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir