Bu hafta köşemizde, Müjdat Gezen Sanat Merkezi Yaratıcı Yazarlık Bölüm Başkanı ve Yazar Ferhat Uludere’yi ağırlıyoruz.
Ferhat Uludere, 1977 yılında, Lüleburgaz’da doğdu. Edebiyat hayatına Rock Reaction adlı fanzinle başlayıp, çeşitli fanzinlerde yazdı. Müjdat Gezen Sanat Merkezi Yaratıcı Yazarlık Bölümü’nü kazandıktan sonra, önce öğrenci sonra akademisyen olarak, Msm Gazetesi’nin yayın kurulunda bulundu. Beyoğlu Gazetesi’yle birlikte gazetecilik yapmaya başladı.
İlk kitabı ‘Sayıklamalar’ 2002 yılında yayımlanırken, ‘Sayıklamalar’ı, 2005 yılında ‘İşlenmiş Aşka Mektuplar’, 2006 yılında ‘1001 Fıçı Bira’, ‘Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba’, ‘Don Quijote’nin Üçüncü Cildi’ ve ‘Son 11’ adlı kitapları takip etmiştir. Şu sıralar, bir yandan üretmeye devam ederken, bir yandan da yaratıcı yazarlık üzerine ders vermeye devam etmektedir. Evlere kapandığımız bu süreçte kendisiyle hem öğretici, hem de güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. Keyifli okumalar.
Merhaba Ferhat Hocam, öncelikle misafirimiz olmayı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Bize yazım hayatınızdan ve yaratıcı yazarlık üzerine eğitim vermeye nasıl başladığınızdan bahseder misiniz?
Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde Yaratıcı Yazarlık Bölümü’ndeki ilk derslerimizden itibaren bir yazarlık okulunun nasıl olması gerektiğine dair fikir yürütüyor ve bu konuda kaynak arıyordum. 2002 yılında Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nden mezun olduktan sonra okulda kalmam söz konusu olmuştu. O yıllarda ders verebilmek için mezuniyetten sonra belirli bir dönem asistanlık yapmam gerekiyordu, sanırım beş yıl sürüyordu. Sevin Okyay’ın asistanı olarak derslere girmeye başlamıştım. Sevin Okyay bir gün Antalya Film Festivali’ne gitmiş ve dersleri bana bırakmıştı. Ben de o zaman yaptığım araştırmalar sonrasında kendimce bir atölye müfredatı hazırlamıştım. Sevin Okyay’ın yokluğunda o dönemki öğrenci arkadaşlarla o çalışmayı yapmıştık. Daha sonra Sevin Okyay geri döndü ama öğrencilerin yönetime verdiği dilekçeyle birlikte asistanlığımı tamamlamadan okulun hocalarından biri oldum. Ve o dönemden bu zamana kadar bu alanda okumalar ve çalışmalar yapıyorum.
Müjdat Gezen Sanat Merkezi çok köklü bir kurum. Siz de önce bu kurumun öğrencisiydiniz, şu an ise yaratıcı yazarlık bölüm başkanısınız. Yaratıcı yazarlık eğitmenliği ve yazarlık hayali olanlara, bu alanda kariyer yapmak isteyenlere nasıl bir yol izlemelerini tavsiye edersiniz?
Türkiye’de oldukça sıkıntılı bir alan ‘Yaratıcı Yazarlık’. Romancılarımızdan bazıları karşı çıksa da bu ‘Yaratıcı Yazarlık’ okullarından mezun olan ya da atölyelerinde kurs alan arkadaşlar edebiyat alanında boy göstermeye başladılar. Eskiden bu alanda ciddi bir kaynak sıkıntısı vardı, ama artık o da yavaş yavaş aşılmaya başlandı. Eğitim vermek isteyenler ve bu alanda kariyer yapmak isteyen arkadaşların yazmak kadar yazarlığın nasıl öğretilebileceği üzerine de kafa yorması gerekecek. Öncelikli olarak insanın kendisinin nasıl yazdığını çözmesi ve bu alanda çalışması gerekiyor. Buldukları kaynakları araştırarak ve özellikle bu alanda dünyada çalışmalar yapan üniversitelerin müfredatlarını da inceleyebilirler… Bu da çok faydalı olabilir.
2018’de yayınlanan SON 11 adlı kitabınız, 1990’larda Lüleburgaz’da geçiyor. Lüleburgaz aynı zamanda doğup, büyüdüğünüz yer. Bu kitapta sizin hayatınızdan da bize ip ucu verecek biyografik öğelere ne kadar yer verdiniz?
Biyografik öğelerden çok tanıklıklarım ön plana çıkıyor kitapta. Birçok bölümde var olduğumu söylemek mümkün. Hikâyenin birebir benimle ilgisi olmasa da yaşadıklarımı karakterlere paylaştırarak anlattım ve bu yüzden de tek bir karakterden ziyade pek çok hikâyeye serpiştirilmiş bir ben varım. Roman yazmanın güzel tarafı da bu aslında, tüm karakterler siz oluyorsunuz.
Bunun yanı sıra romanın neredeyse tüm mekanları gerçektir ve bazı kişiler de öyle. Börekçi Mustafa benim kuşağım için kasabanın en tanınan kişilerden biridir. Kitapta yok ama Lüleburgaz’a hamburger onunla birlikte gelmiştir. Kasabalılara tanıdık gelecek pek çok isim ve mekân kitabın içinde yer alıyor.
1001 Fıçı Bira, Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba, Don Quijote’nin Üçüncü Cildi, Son 11 bugüne kadar yayımlanmış olan kitaplarınız. Bu kitapların içinde etkisinden çıkmakta güçlük çektiğiniz bir karakter ya da bölüm oldu mu?
Sayıklamalar ve İşlenmiş Aşka Mektuplar’ı da sayabiliriz tabii kitapların arasında… Son 11’de Perişan isimli mekânda geçen bölümleri yazmak çok keyifli ve etkileyiciydi. Şarapçıların ve ispirtocuların gittiği bir mekândı, o hazin ve karanlık hikâyenin içinde olmak güzeldi. Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba’da Feymece’nin hikayesini yazarken de benzer bir duygu hissediyordum. Güzelliğini çarmıh gibi sırtında taşıyan bir kadının felakete dönen hikâyesini kurgulamak da etkileyiciydi.
Bekleyen ya da yaratım sürecinde olduğunuz bir çalışma var mı?
Önümüzdeki günlerde seneler önce yazdığım “Çanakkale Gezisi” adını taşıyan bir çocuk kitabım yayımlanacak. Kitap bir öğrenci grubunun okul gezisi ile Çanakkale’ye gitmesi ve orada Çanakkale Savaşı’na tanık olmalarıyla alakalı. Çocuklar için yardımcı bir ders kitabı niteliği de taşıyor. Bunun yanı sıra Mart ya da Nisan ayında “Nikâh Sarhoşluğu” isimli yeni bir romanım yayımlanacak. Evlere kapandığımız ilk dönemde yazdığım bir roman oldu “Nikâh Sarhoşluğu”, aslında o zaman başka bir metin üzerinde çalışıyordum. Çok karanlık bir atmosferde geçen bir hikayesi vardı onun, Nikâh Sarhoşluğu biraz soluklanmak oldu. Bir gencin kız isteme macerası ve babasıyla yüzleşme hikayesini anlatıyor Nikâh Sarhoşluğu….
Size göre, bir yazarın, eserini yayınevine teslim etmeden önce en çok nelere dikkat etmesi gerekir? Yazarlığın püf noktaları nelerdir?
Yayınevi ve yazar arasındaki ilişki belki de edebiyatın en sıkıntılı süreci. Kimse kimseden memnun olmuyor genelde.
En çok dikkat etmemiz gereken yayınevini doğru seçmek. Yayımlanacak kitapları yayınevi seçiyor gibi olabilir, ama bence yazar da yayınevini seçerken daha dikkatli olmak zorunda. Yayınevinin politikasına bakarak bir seçim yapmalı. Örneğin korku romanı yazıyorsanız onu yollayacağınız yayınevi bu türde bir dizi hazırlamış olmalı.
Yayınevlerinde kitabınız editörden geçecek ve hatalar düzeltilecek bile olsa bence yazar dosyasını teslim etmeden önce kitabı minimum hataya indirmek durumunda. Hatalar editörün gözünden kaçınca mağdur olan yazar oluyor. Yayınevi ayıplı bir ürün üretmiş olsa da yazarın yıllarca süren emeği zayi oluyor.
Yazmanın en önemli püf noktası ise yazmaktan başka bir şey değil bence. Yazdıkça hatalarınızı görür ve yazdıkça onları düzeltirsiniz.
Yazar Ferhat Uludere’ye kıymetli bilgi ve tecrübelerini bizimle paylaştığı için çok teşekkür ederiz. Kaleminizin hiç susmaması dileğiyle…
Röportaj: Duygu Değirmenci