İçeri girdiğinde ilk, başköşede çuval misali yığılmış üvey annesini gördü. Yanında halası ve tanımadığı insanlar sıralanmıştı. Odanın ortasındaki döşekte yatan, kefenlenmiş mevta, üzerine örtülmüş çarşafın altında morarmaya ve şişmeye devam ediyordu. Açık kalmış gözlerini kapatması için beklediği oğlu gelmişti. Fırat ise onun yüzü hatırlamaya çalıştı. Yaklaşık on beş yıl önce evi terk ederkenki hali geldi gözünün önüne. Şakakları beyaz. Göz çevresinde derin birkaç çizgi vardı. Kararlı yüz ifadesi ile küçümser şekilde bükülmüş ağızdan annesine şu cümleler dökülmüştü. Şimdi ağlayacağına karı olup sahip çıksaydın ya bana. Yemeyenin malını yerler Nermin. Hep hastasın hep hasta. Kıymetimi onca zaman bilmedin de şimdi mi kapanıyorsun ayaklarıma. Ne haliniz varsa görün. Tamam, çocuk benim. Ama sana bırakıyorum işte. Anasın ya saçını süpürge eder bakarsın artık. Düş yakamdan. Şırfıntı mırfıntı. Karı gibi karı. Bir masalar bir mezeler hazırlıyor. Akıllara zarar. Bir defa güler yüzle karşılıyor. Kaç yıldır şu kapıda hiç öyle karşıladın mı beni? Senleyken erkeklik gururum kalmamış zaten. İnsan yerine konulmamışım. Maymun gözünü açtı. Kapıdan çıkmadan babasına sarılmış “Baba çok korkuyorum. Ne olacak şimdi bize? Ne yapacağız sensiz? Baba gitme. Baba gitme, baba gitme” demişti.

Baştan ayağa siyahlara bürünmüş öne arkaya sallanan kadınla göz göze gelmek istediyse de iki çukurla karşılaştı sadece. İç çekişlerini inlemesi bölüyordu. Evet, bu acıyı yaşamak en çok onun hakkıydı. Kazandığını sanan ahmağın tekiydi işte. Bir daha buraya gelmeyin Nermin Hanım. Görüyorsunuz Rıfatçığım tercihini benden yana kullandı. Çocuğu alıp alıp kapıma dayanamazsınız her aklınıza estiğinde. Haneye tecavüzden şikayet edeceğim en sonunda. Ben yokken daha bitmiş karı kocalığınız öyle diyor adamcağız. Açıkçası kimsenin vebalini aldığımı da düşünmüyorum.

“Ah Rıfat, yaktın içimi. Şimdi sensiz ne yapacağım ben?” diyen kadına biri ellerini tutarak Ayla yenge az dirayetli ol salma kendini böyle,” diye destek oldu. Ayla mıydı adı bunun? Unutmuşum ismini. Ailemizi parçalayan kadının adını ne diye aklımda tutacaktım ki. Adı batsın. Annemin deyimiyle şırfıntı iyiydi işte. Ama şırfıntı da yakışmaz artık. Canlı cenaze demek daha doğru. Mevtayla birlikte onu da gömseler ya. Az da olsaiçi soğurdu. Yaşattıklarını yaşamadan ölmediğini görmeye gelmemiş miydi zaten?

“Başın sağ olsun dayıoğlu. Çok oldu görüşmeyeli… Sabah karısı kahvaltı için uyandırmaya gittiğinde kalkmamış. Nefes almadığını fark edince ambulans çağırmış. Kalp krizi dediler. Başucunda o şey haplarından varmış. Hani mavi olanlar var ya işte. Bize haber ettiler. İnsanlık adına ulaştım sana. Allah sabır versin. Ne diye bunu da söylerler ki? Şimdi sabırlık bir şeyimiz yok. Allah o sabrı yıllar önce verdi zaten. Geldiğine göre defnedelim artık. Bir nevi son görevini yerine getirmek istersin diye düşündüm.” Ne diye bekledilerse beni. Gömselerdi bari. Şimdi bir de bu çıktı başımıza. Son kez vedalaşmayacağım. Yine sanki hiç yokmuş, bizi hiç terk etmemiş gibi devam edeceğim hayatıma.

Cenaze namazını kıldırmıyor Hoca Efendi. Canına kıyanın Allah katında affı olmazmış. Onun katında da affı olmamıştı ya. Mevta öylece kabre konuldu. İnsanlar sırayla küreği alıp toprak attı üzerine. Cemaat on kişi var yok. Annesinin cenazesini düşündü. Kalabalık, kabirden mezarlık kapısına kadar uzun kuyruk olmuştu. Bütün eş dost akraba, konu komşu gelmişlerdi; Nermin ablalarını, kardeşlerini, halalarını, teyzelerini uğurlamaya da bir eski eşi gelmemişti. Ama ben geldim bak. Vedalaşmasam da uğurluyorum. Yavaş yavaş üzerinin örtülmesini seyretti. Uzatılan küreği alıp devam etti. Baba çok korkuyorum. Ne olacak şimdi bize? Ne yapacağız sensiz? Baba gitme. Baba gitme. Baba gitme. Baba git… Git… Git…

Nilüfer ÇEKEN ÖZBAY

Shares:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir