Kız kardeşi kutuları itekleyerek salona girdiğinde, Lena ve ben pencerenin kenarına yaslanmış dışarıyı izliyorduk. Her odanın ortasında buz dağlarını andıran kutu adacıkları yükseliyordu. Neredeyse bitmişti, taşınıyorduk. Yerini kaybeden her eşyanın altından sağa sola yuvarlanan toz topları kendilerine birer duvar kenarı bulup sıralanmışlardı. Böyle durumlarda evin en temiz yeri tuvalet gibi görünmeye başlar hep. Galiba dışarıya en yakın yeri olma halinden kaynaklanıyor. Farklı farklı odalarda kutuları doldurmakla meşgul insanların hepsi ne yapacağımızı merak ediyor. Camdan dışarı bakma seansımızı bölen kız kardeşin kafasındaki soru da farklı değil.
“Burada bekle”, deyip Lena’nın yanından ayrıldım. Arkamdan dudağının kenarının yukarıya kıvrıldığını, başının iki yana sallandığını görmeme gerek yok. Bu tür hareketler evin tüm duvarlarından yankılanıp bizi bulurdu. Koridordan hızla geçerken duvar kenarına sıralanmış birkaç öbeğin rahatını fena halde bozup tuvalet kapısının iki yanına kadar sürüklenmelerine sebep oldum. Biz üzerlerine yaslanmaktan ve yasladıklarımızı almaya başladığımızdan beri duvarlarındaki çizikleri ve lekeleri de göstermeye başlamıştı bize ev. Çalışma odasına doğru kıvrılan koridoru takip ederken parmaklarım derin bir çizginin üzerinden geçti, başka yüzler kutulardan kalkıp bana döndü.
Evi görmeye ilk gelişimizde Lena, banyonun tam önünde durup yüzünü buruşturarak, “İki kişi ve bu ev arasında yapılan bir evlilik bu” demişti. Kimse yaşamıyordu ve tek bir eşya bile yoktu ama içerisi o kadar dolu ve ferah görünmüştü ki gözümüze, ikinci bir yere bakma ihtiyacı hissetmedik. Başka insanlardan kalan, sancıları ve izleri farklı renklerle boyayıp kapayabileceğimizi zannettik. Kapattık da, çürümeyi o zamanlar için düşünmemiştik. İkimiz de bazı organlarımızı kesip attık taşınmadan önce. Çocuksuz bir aile olmaya karar vermiştik, o yüzden içimizdeki çocuklar da dışarıda kaldı. Lena banyo ve tuvaleti iki gün aralıksız ovalamıştı. Evlere taşınırken en kirli yeri tuvaletlermiş gibi gelir hep. İçeri girmek isteriz ve orası garip bir şekilde dışarıya en yakın yermiş gibi görünür gözümüze, ondan. Bizden önceki hayatları ovalayarak evden atmaya çalışırken öğürmekten bitkin düşmüştü.
Çalışma odasındaki eski köşe koltuğu kaldırıp içinde kalan tek koliyi kucakladım. Neyse ki kimse el atmamıştı daha. İçinde 60’lardan başlayıp 80’lere kadar gelen tam yüz yirmi beş orijinal plak vardı. Öyle son zamanlarda eskiye hevesle yeniden basılmaya başlananlardan da değil hem, tam da o yıllarda kaydedilmiş olanlar. Geçen altı senede farklı farklı yerlerden bulup getirmiştik. Bunları dinlemeyi tütsü yakmaya benzetiyordum o yüzden de evin tam orta noktasına kurmuştum gramofonu. Buradan yayılan ne varsa her köşeye ulaşmalıydı. Müziğin bir kokusu varsa bu Lena’nın astımını azdırmayan tek koku olmalıydı. Hemen her şey nefesini daraltıp kırılgan ruhunun yer yüzüne yayılışını azaltıveriyordu.
Salona dönerken, koridorda evi görmeye gelen çiftle karşılaştım, kadın banyonun önünden geçerken yüzünü buruşturdu, gülümseyerek uzanıp kapıyı çektim. Utandığım için değil, içerideki ayna kapının tam karşısında duruyor ve kapının önünden her geçişimde birinin beni izlediği hissine kapılıyorum. Çözümü bu kapıyı hep kapalı tutmakta bulmuştum. Evlerin en tekinsiz yerleri buralar bana göre. Küçükken başımdan geçen bir şey yok. Zaten öyle bile olsa, çocukluğun bu eve giremediğini söylemiştim. Bence yerin altı ile ilgili. Her evin yer altıyla bağlantısı değil mi tuvaletler. Gökyüzüne ne kadar yakın yaşıyor olursak olalım buraların hep yer altına doğrudan açılan bağlantıları vardır. Ama benim buradan hoşlanmama sebebim sadece bu tekinsizlik değil, koku. İnsanın bütün yaşama isteğini vücudunun en ücra noktalarından emip yerini katı varlığıyla dolduran, katman katman birikmiş bir koku. Hatta altta kalan kokuların bozulmaya başlayıp yaydıkları çürüme kokusu. Kat kat boyayla altlara itip kurtulabileceğimizi düşündüğümüz tüm lekelerin kokusu burada toplanmıştı sanki.
Salona döndüğümde Lena bıraktığım yerde yüzünün yarısını cama dayamış dışarıyı dinliyor gibiydi.
“Tuvaletteki kokuyu aldın mı hiç?” sesimle daldığı yerden yüzeye doğru yaklaştı.
“Ne dedin anlamadım”
“Tuvalet”, dedim. “Son zamanlarda sürekli kokuyor.”
“Ben almıyorum artık, hem tuvalet bu ne bekliyordun ki Ömür?”
“Öyle değil, neyse boş ver” dedim kutudan ilk plağı çekerken, yeterince konuşmuştuk. Lena pencereyi açtı, İlk plağı o fırlattı arkadaki boş arsaya. Plak tel örgünün üstünden geçip yumuşak bir iniş yaptı çimenlere. Sıra bendeydi, ikinci de benim elimden çıktı, tellere bile ulaşamadan yere çakılıp parçalara ayrıldı. Kıkırdadı Lena. Prag’da bir merdiven altı eskicisinde bulduğumuz Nirvana’nın Never Mind’ı hafifleye hafifleye yükseldi elinden, bir şeye erdiği yok tabi sert bir dönüşle toprağa gömüldü o da.
“Yalnızlığın kokusu var mı sence?” diye sordum yeni cephane alırken kutudan. Susuyordu, cevabı ben beklemekten umudu kestiğim sırada geldi.
“Eve taşınırken iki gün boyunca neyle uğraştım sanıyorsun Ömür?” dedi.
Yorgunluktan tükenmiş hali geri gelmişti sanki.
“Gitti mi peki?”
Güldü. Elindeki plağı boşluğa gönderirken “Yeni evinde dikkat et bunlara”, diye mırıldandı. Plak gözden uzaklaşıp, tel örgüye doğru süzüldü, dikine kalan bir tel parçasını teğet geçti, sessizlik derinleşti, gücenmiş akşamlardan kalan kırık bir şarap şişesinin sivri ucuna sürttü yanaklarından, Edith Piaf’ın Tu Es Partout şarkısının ilk notaları sessizliğin sırtından kayıp bir anlığına yayıldı bahçeye.
“Tuvalete gitmem lazım” dedi Lena arkasını dönerken. Edith Piaf’ı duydu mu duymadı mı bilmiyorum.
Günay Avcı
Günay Avcı kimsiniz bilmiyorum ama artık sizi takip edeceğim, yazıyla kalın lütfen
Beğenmenize sevindim Gökay Bey teşekkürler.
Eskiden radyolarımızda Fransızca şarkılar çok çalınırdı. Ne dediğini anlamasak da zevkle dinlerdik. ‘Minik Serçe’ en sevilen seslerden biriydi. Öyküyü okuduktan sonra şarkıyı dinledim. Türkçe sözlerini buldum. İçim sızladı.
Bence Lena boş arsaya fırlattığı plaktan çıkan ilk notaları duymakla kalmadı, şarkının tamamını duydu çünkü yalnızlığın yoğun kokusunu almıştı ve hazmedemediği şeyler vardı. ‘SEN HER TARAFTASIN’
Günay, yine kendine özgü cümlelerle harika bir öykü yaratmışsın. Kutluyorum.
Yazınızı, anlatımınızı çok sevdim Günay Avcı
Teşekkürler