Evdeki adam beni görünce ne zaman ki böyle seslenmeye başladı, o gün bugündür adım Kâmil. Uzunca bir süredir bu sokağın kargasıyım. Gün ışırken karşı kaldırımdaki ağaçta onu beklemeye başlarım, ancak öğlene doğru açar perdesini.

Bugün de bekledim. Güneş neredeyse batacak ama hâlâ perdeleri kapalı. Merak etmeye başladım. Evden dışarı çıkmadı, çıksa mutlaka görürdüm. Her gün bana bıraktığı ekmek parçaları da yok. Gözümü pencereden ayırmıyorum. ‘Kâmil,’ dedim kendi kendime, ‘iyisi mi sen evin arkasına git, diğer odaya bak. Başına bir iş gelmiş olmasın bu adamın?’

Evin üzerinden uçtum. Benimkinin perdelerini arıyor gözlerim, bulamadım. Sıra sıra eski evlerin dizili olduğu bu sokakta, ağacımın hizasında adamın evini bulmak kolay, en altın bir üstü. Arka tarafta çok daha fazla penceresi var binanın. Tek tek bakmak lazım.

En alttan başladım. Zemin katta iki çocuk salçalı ekmek yiyor. Evin içinden kavrulmuş soğan ile rutubet kokusu geliyor. İki minik, camdan dışarıyı izliyorlar, yüzleri gülmüyor. Bir kadının içli içli ağlama sesi geliyor. Çocuklar sanki annelerinin göz yaşlarına alışmış gibi umursamaz, bahçeyi izliyorlar. Çöp dolu, kedi kokan, bakımsız bir bahçe burası. Beni görünce bağırmaya başladılar, korktum. Bu bahçede konabileceğim bir ağaç yok. Adam burada yaşıyor olsa etrafı temizlerdi, bu kadar pis kokmazdı. Titiz benim adam; her gün penceresinin önünü siler. 

Bir üst kata uçuyorum, müzik sesi dışarıya taşıyor. Odada genç bir kız var. Duvara çiviyle asılmış ufak bir aynanın karşısında şarkı söyleyip dans ediyor. Ne güzel saçları var öyle, araya altın gibi parlayan teller takmış. Kendini beğeniyor, belli, aynaya gülümsüyor. Pencereye yaklaşınca markette iki paraya satılan şekerli parfümün kokusunu alıyorum. Sevmedim kokuyu. Ama ah o saçlarındaki pırıltılı teller yok mu? Gidip onları gagalamak ve telleri almak istiyorum. Bu kız da benden korktu, kaçtı odadan. Her gören benden korkuyor. Üzülüyorum buna, neyse aklım dağılmasın; adamı bulmalıyım. Bir de unutmayayım da şu kızın adamla karşılaşmasını sağlayayım. Birbirlerine gülümserler, mutlu olurlar. Belki kız o zaman saçındaki parlak telleri bana verir.

Üçüncü katta, doğru yerde olduğumu anlıyorum. Yatakta uzanmış tavana bakıyor benim adam. Beni görmüyor, aslında hiçbir şeyi görmüyor gözleri. Bilirim bu bakışları. Sokakta uyuyan, tiner kokan çocukların da gözleri böyle. Bakarlar ama görmezler. Ne gördüklerini çok merak edip, gözlerini diktikleri şeye bakarım ben de. Anlayamam. İşte öyle bakıyor. Canım sıkılıyor. Hem beni aç bıraktı bu saate kadar, hem de sokaktaki çocuklar gibi olacak diye sinirleniyorum. Ötmeye başlıyorum, “Gak, gak!” Cevap yok. Hâlâ tavana bakıyor. Cama gagamla vuruyorum son çare. Kaldırıp başını bakıyor bana. Gördü beni!

“Kâmil, sen mi geldin oğlum?” 

“Gak! Geldim sonunda. Her yerde seni arıyorum adam. Ne oldu sana yahu?”

“Seni ihmal ettim kusura bakma be oğlum. Gel ön tarafa da ekmeğini vereyim.”

“Gak! Bu saat olmuş, sen hala ekmek diyorsun. Neyse hiç yoktan iyidir. Tamam ben diğer tarafa geçiyorum.”

Binanın ön tarafında pencereyi bulmak kolay. Her zamanki yerimi alıyorum. Açıyor perdeleri. 

“Ekmeği duyunca hemen gelmişsin Kâmil efendi. Al bakalım ufaladım sana. Evde son bir ekmek kaldı, her gün sana bir dilim versem…”

Sigarasını yaktı adam. Sandalyeyi pencerenin yanına çekip beni izliyor.

“Kâmil be, geceler de senin kara tüylerin gibi. Hadi olsun, zifiri olsun, sessiz olsun, ıssız olsun bir şey demem ama ben uyuyamıyorum Kâmil. Normalde gece çalışıp gündüz uyurdum. Hatırlarsın, sen uyandığında ben daha eve yeni geliyor olurdum. Şu daldan bana geldiğin ilk günü hatırlıyor musun?”

“Gak! Hatırlamam mı be adam. Ne soğuk geceydi. Sabaha kadar titremekten uyuyamamıştım. Seni camı açmış elinde ekmekle görünce geldim sana. Başta, aç olduğumu anlamadın, elinden düşürmediğin telefonunla fotoğraf çektin devamlı. Neyse zaman geçtikçe sen beni anladın, ben de seni.”

“Zaten iş güç de kalmadı. Pandemi illetinden evdeyiz, bizim müzik işleri yalan oldu. Sahne yok, para yok, yemek yok, uyku yok. Bazen sadece tavanı izliyorum. Düşünüyorum Kâmilama çare bulamıyorum. Para lâzım yaşamak için. Keşke diyorum ben de senin gibi olsaydım, uçup siktirip gitseydim buralardan.”

Derin bir nefes aldı, eline baktı. Yaktığı sigarayı unutmuş gibi şaşırdı. Dudaklarının arasına sıkıştırıp dumandan son nefesini çekti, söndürecek yer aradı. Eğildi alt kattaki pencereler açık mı diye baktı. ‘Hah’ dedim ‘şimdi altın saçlı kızı görecek.’ Yok, izmariti sokağa attı. İçeri gitti. Bir bardak suyla döndü yanıma.

“Bak Kâmil, alt kata yeni müşteri geldi. Kızın yaşı daha çok ufak be oğlum. Anası olacak kadın bu yaştaki kızını satıyor. Of içim daralıyor Kâmil. Dünya niye bu kadar boktan amına koyayım? Dünya değil de biz sıçtık be oğlum. Güzelim dünyada boka batmış yaşayıp gidiyoruz. Yaşıyor muyuz sence? Baksana güneş batıyor. Şimdi deniz kenarında olsak, pembe gökyüzünü izlerdik beraber. Bulutların arkasından batardı gün yavaşça. Ulan hadi ben evden çıkamıyorum da sen niye uçmuyorsun hin oğlu hin! Bu kargacık burgacık evlere niye dadandın? Bizim sefil hayatımızı izleyip keyif mi alıyon lan pezevenk?”

“Gak!”

Sol elini bana doğru uzattı. Ufak adımlarla yaklaştım adama. Yavaş yavaş elini gagaladım, çekmedi. Zıplayarak kolundan tırmandım ve omzunda durdum. O da benim kadar tedirgin. Alt kattan gelen müzik sesi daha da yükseldi. Olduğum yerden yüzündeki kılları ve gözlerini gagalayabilirim. Sırf o korkmasın diye tutuyorum kendimi. 

Gülümsedi bana. İyiye işaret. “Gak!” Sesimden ürktü sanırım, irkildi. O yerinde kıpırdanınca, ben de uçup pervazdaki yerimi aldım. Müzik de sustu, sokak tamamen sessiz. Hava kararmaya başlarken böyle olur hep. İnsanlar evlerine girer telaşla, ışıklar yanınca da sadece televizyon sesi gelir sokaklara. 

“Müşterinin işi bitti Kâmil, bu seferki kısa sürdü. Birazdan kız banyoya girer, sonra da ağlar uzun uzun. Yatak odamdan onun ağlamalarını duyuyorum her gece. Bazen gideyim alıp kızı çıkarayım oradan diyorum. Sonra? İşte, bir sonrasını bulamıyorum,” deyip bardağından bir yudum aldı. “En alt kattaki abla yine kapuska yapıyor. Tüm apartman lahana koktu. Gerçi kime ne diyelim. Bu evde pişirecek bir şey de kalmadı. Kalsa n’olcak sanki, doğalgazı kestiler. Lahanayı bulsam çiğ çiğ yerim anca. Seninle kuru ekmeğimizi paylaşıyoruz işte Kara Oğlan.”

Üzüldüm, kanatlarımı çırptım olduğum yerde. Aklıma arka taraftaki çocukların salçalı ekmeğini almak geldi. Yine oraya uçsam, kapsam ellerinden ekmeği, getirsem adama. Peki ya çocuklar? Kocaman ve korkmuş gözleriyle bana bakışları, yerlerinden hiç kıpırdamayışları. İnsan yavrusu dediğin park, bahçe demez, evin içinde bile koşar. Alttakiler o çirkin bahçeyi izliyorlar sadece, vazgeçtim bu fikirden. Salçalı ekmekleri onların olsun. 

“Gak!”

“Efendim Kâmil, ne içli içli bakıyon?” Yine gözlerini daracık sokaktan görünen gökyüzüne çevirdi. Karanlık bastırana kadar öyle durduk pencerede. Ben kuru ekmeğin kırıntılarını bitirdim. O da bir paket sigarayı. Yüzü karardı adamın ama karanlıktan değil. Uzun uzun baktı bana, eli uzandı. Sonra vazgeçti, sokak lambaları yanınca kalktı yerinden. ‘Oh be’dedim, ‘adam kendine geldi.’ Belki dışarı bile çıkar. Sokaklarda beraber gezeriz. Deniz kıyısına bile gideriz, pembe bulutlar kalmadı ama yıldızlar çıktı. Ben yine onun omzuna çıkarım. Belki o zaman korkmaz benden.

Adam yeniden salona girdi. Elinde kalın bir ip var. Oturduğu sandalyeyi çekti odanın ortasına. Üzerine çıktı. Elindeki ipi tavanda bir yere bağladı. Tam göremiyorum ne yaptığını, odanın içi çok karanlık. Diğer evlerin ışıkları pırıl pırıl, onlara gözüm takılıyor. Alt kattaki kızın şekerli parfüm kokusunu duyuyorum yine. Adam sandalyenin üzerinden seslendi bana. 

“Hoşça kal oğlum!”

Adamdan garip sesler gelmeye başladı. Benim sesimi taklit ediyor sanki. Ne dediğini anlamak için odaya zıplaya zıplaya girdim. Aaaa adam uçmayı öğreniyor! Kollarını ve bacaklarını çırpıyor. “Hadi adam! Hadi biraz daha çabala, bacaklarını hareket ettirme, kollarını salla. Hah,oldu işte, havada kaldın bak! Birazdan kanatlanıp çıkacaksın pencereden, hadi be adam! Gak!”

Deniz ÇAĞLAR

Bu öykü, Erbulak Yazarlık Evi işbirliği ile Dağhan Külegeç Yayınları’ndan çıkan,

“Uykudan Önce-Pandemiden Sonra” kolektif kitabında yayınlanmıştır

Shares:
1 Comment
  • Şeyda
    Şeyda
    16 Ağustos 2021 at 21:37

    👏👏👏 kalemine sağlık

    Reply

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir