Benim adım Cihan, otuz sekiz yaşındayım. İyi bilinen bir şirkette uzun yıllardır yönetici olarak çalışıyorum. Anlayacağınız ne uzuyor, ne kısalıyorum, hep aynı durumdayım. Benden sonra işe girenler hızlıca müdür, direktör koltuklarına yerleştiler bile. Kesin bende bir eksik var. Allahtan aileden varlıklıyım. O yüzden bu meseleye çok takılmıyorum. En azından adresim belli, 45 katlı bir plazanın 42.nci katında çalışıyorum. Sabahları koşu bantında 40 dakika, ardından duş, üstüme bir şeyler geçirip, işe gidiyorum. Her akşam votka, rakı ve şarap. Sabah yine sekiz gibi alarmla kalk. Bir rutinim var ve aklımı korumam için bu gerekli. Bir süre önce bu döngüyü bozan bir şey oldu. Ben size onu anlatacağım. O sabah birkaç kilometre koşmuştum ki bir şeyin eksikliğini fark ettim, kalbim çarpmıyordu. Bantı durdurdum, elimi üstüne koydum, tık yok. Lütfen benim için endişelenmeyin. Size belki de en baştan bu bilgiyi vermeliyim. Yaşadığımız çağda oluyor böyle olaylar, sorun değil. Daha görünür bir yerim kaybolmadı en azından. Ya kaşım, gözüm ortadan yok olsaydı. Herhangi birinin eksikliğini gizleyemezdim. Kalbimin yerinde olmadığını ben bile az önce fark ettim. Sağlık sorunu oluşturmadığı sürece bir problem yok. Zaten bugünlerde pek de rağbet edilen bir organ değil kendisi.

Kahve koydum fincana, nasıl oldu bu iş diye başladım düşünmeye. Allahtan beynim yerinde. Kalbimin daha dün küt küt attığına yemin edebilirim. Yoksa o evvelki gün müydü? Kesin temizlik yaparken Ayşe’nin eline geçti, bir yerlere kaldırdı. Bul bulabilirsen artık. Yoksa iş yerinden Aylin mi? O bulduysa eğer şimdiye değin internette satmıştır bile. Geçen gün bir toplantıda ikinci ellere ilgi çok diye anlatıyordu. Sinem’den de şüphelenmiyor değilim. İlişkimize kafayı taktı. Geçen gece “Issız adam mı kesileceksin başımıza?” dedi. Sırıttım. “Çekemem seni, kalpsiz” dedi, çekti gitti. El çabukluğuyla kalbimi de beraberinde götürmüş olabilir mi? Neden olmasın? Bir şekilde gönlünü alsam, koyar mı benimkini yerine? Şu beğendiği tavşan kürküyle kapısını çalsam mesela? Bana kalpsiz diyene bak.

Saate göz attım, neredeyse sekiz buçuk. Duş alıp, işe gitmem gerek. Soyundum. Çok şükür her şey olması gerektiği yerde. İşte orada bir eksik olsa öl daha iyi. Kime ne anlatırım sonra?

Duşta şarkılar söyledim. Keyfimi hiçbir şey kaçıramaz. Üzerime bir şeyler geçirip, atladım arabaya. Trafik. Sol yanda şişman bir adam, elindeki sandviçe gömülmüş, burnunun ucunda mayonez. Sağ yandaki kadın kırmızı rujunu sürüyor dudaklarına, bastıra bastıra. Baktığımı fark etmiş olmalı ki dönüp gözlerini dikti bana. Dudaklarıyla göz çıkarmaya niyetli, aşırı estetikli, belli. Başımı çevirdim, adam hunharca yemeye devam ediyor. Sağlı sollu midemi kaldırıyorlar, anlıyorum ki o yerinde.

Trafik açıldı, ilerledik. İş yerinin otoparkında bana ait yere bıraktım arabamı. Her şeyin yeri belli. Güvenlikten geçtim. Ofise çıkmadan sert bir kahve almak üzere sıraya girdim. Filtre kahvenin kalbe olumsuz etkilerinden bahseden bir paylaşım gördüm internette. Yaşasın dilediğim kadar içebilirim. Böyle anlamsız haberleri parmağınla geç, neyseki o yerinde. Önümde konuşan iki kadından biri dar saten gömlekli, düğmeler fora, memeler yapılmış besbelli. Diğerinin burnu hokka, kirpikler ok ok. Her şey plastik.

Ofise çıktım. Buradan aşağıya bakınca her şey ne kadar küçük. Buradakilerse olduğundan büyük. Kısacık patron, dev mesela. Varlığımız ona bağlı. Bir dudağı yerde bir dudağı gökte, bir gün yok olsalar keşke. Tam yerime oturdum asistanlardan biri geldi aceleci adımlarla yanıma, ayakları olmasa.

“Toplantı başladı. Sizi bekliyorlar” dedi.

Apar topar girdim içeriye. Patronun da patronu gelmiş, içeride oturuyor pis pis. Sakince bir yere iliştim. Kimsenin gözüne batmadan toplantı bitti. Aylin’in yanında aldım soluğu.

“Sen de mi o?” dedim.

Anlamamış gibi boş boş baktı.

Açık açık anlatınca “ah yok” dedi. “Hem ne yapayım ben senin beş para etmez kalbini?”

Kırılmadım. Ne rahatmış böyle hayat, keyfe bak.

Aylin işi gücü bırakmış tüm ofise beni anlatmış. Sabahtan beri yanıma gelenin gidenin haddi hesabı yok. Fotoğraf çektirmek isteyenler bile oldu. O zaman anladım ki bu tür kayıp düşündüğüm kadar fazla insanın başına gelmiyormuş.

Finans’tan Hasan dedi ki “sen bir doktora git abi, bir de savcılığa. Kalbimi kaybettim hükümsüzdür de. Geçenlerde birisi kaybolan bir organını bildirmemiş, şimdi hapislerde çürüyor.”

“Hangisini?”

“Beynini abi. Düşünce suçundan içerde şimdi.”

Çok akıllı adam şu Hasan. Önce savcılık ardından ünlü kardiyoloğa muayene.

Savcılıktakiler olaya hiç şaşırmadı. “Buradan çıkınca semtinizin polis karakoluna gidin bazen oradan bir şeyler çıkabiliyor“ dediler. Ne çıkıyor acaba? Çıkma kalp!

Soluğu semt karakolunda aldım. Durumumu anlattım, önüme bir kutu getirdi polislerden biri, “Bakın bakalım bunlardan biri sizinki olabilir mi?” dedi. Bir kutu dolusu başıbozuk, serseri kalp. Ne kadar da birbirine benziyor hepsi. Benimki olduğunu nasıl anlayacağım? Başka birininkini almaktansa “Yok bunlardan hiçbiri değil, benimki bir başka türlüydü, bunlara benzemiyor” dedim.

Sonra ünlü kardiyoloğa gittim. Doktor dedi ki “Cihan bey kalbiniz zaten güçlü bir organınız değilmiş. Yokluğu da sizi pek etkilemeyecek.”

“İyi, ne güzel.”

“Yalnız aşık olamayacaksınız.”

“Sorun değil.”

“Bir şeye sevinemeyecek, üzülemeyecek, heyecan duyamayacaksınız.”

“Tamam. Başka?”

Başka bir etkisinin olmayacağını anlatınca doktor, hem ruhen hem de cüzdan olarak hafifleyip çıktım muayehaneden.

İş yerime döndüm. Patronların beni beklediğini haber verdi asistan. Bir ıslık kondurdum dudaklarıma, bir elim cebimde, umurumda değil dünya, yanlarına gittim. Beni ayakta karşıladılar. İş dünyasının acımasızlığından, benim tam aradıkları üst düzey yönetici profiline uyduğumdan bahsettiler. Azıcık deneyimli olduğumda beni CEO yapacaklarmış. Ellerini sıkıp, teşekkür ettim. Bugüne değin eksik bir şeyim yokmuş benim, meğer fazlam varmış. O da gidince önüm açıldı. Herkesin imrenerek baktığı bir hayatım var.

Şimdi bir toplantıya girmem gerekiyor. Ama önce sizinle bir bilgiyi paylaşmalıyım. Geçenlerde kalbimi yatağın altında buldum. Ayşe hiç süpürmemiş orasını bugüne değin. Toz içindeydi. Yıkayıp, bir kavanozun içine koydum. Gün ışığı görmeyen bir yere kaldırdım. Şimdilik ihtiyaç yok kendisine. Ne anlattı bu Cihan bize diyorsanız, heyecanlanmıyorsanız, hikayem sizde bir karşılık bulmuyorsa hemen şu an kalbinizi kontrol etmenizi öneririm, belki de bir süredir yerinde yoktur.

Esra Çakır

Shares:
3 Yorum
  • Şemsa Yığman
    Şemsa Yığman
    21 Mayıs 2022 at 12:07

    Farklı ve enteresan ..merakla okudum
    Tebrikler

    Reply
  • Manolya Döğüşcü
    Manolya Döğüşcü
    22 Mayıs 2022 at 19:38

    Ömrüm, en güzel yaşlarım kalpsizlerin elinde oyuncak oldu ….. Sadece sevilen adamlar değildi kalpsiz olanlar… O kadar çoktular ki…. O kadar azaldım…

    Reply
  • Esma Güler
    Esma Güler
    6 Aralık 2022 at 06:56

    Esra hanımın kalemine sağlık, bize beyaz yakalı çalışanlar üzerinden günümüz insanının genel halini yumuşak, espirili bir dille anlatmış; aslında hatırlatmış. Sonuçta da bence Huxley’i haklı çıkaracak biçimde bile isteye bu hale girdiğimizi vurgulamış. Çok çok teşekkürler bu belirtme/ hatırlatma için

    Reply

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir