Ufak, ürkek adımlarıyla yıkık mahallelerin arasından bir kuğu gibi salınarak evine ulaşabilmişti. Rüzgâr, tiz sesiyle ara sokaklarda dolaşıyordu. Yorgun argın ulaştığı kapısını nihayet açabildiğinde Nazlı koca kuyruğuyla bacaklarına sürtündü.
“Nazlı kızım, güzel bebişim, anne mi geldi?”
Eksik ayağıyla üzerine zıplamaya çalışan kediyi kollarına aldı,
“Ah biçarem, gel sana tavuk getirdim düğünden… Hem de ciğerli.”
Kucağında Nazlı’yla mutfağaa yürüdü. Sarı Osman’ın mutfağı da dolabı da tertemiz, tertipliydi. Eve varınca önce çaydanlığını ocağa koyardı. Buhar pencerelere geçtiğinde demliğin üzerine el işi öörtülerinden atıverirdi ki çay rengini iyicene versin.
Gece çok yorulmuştu divana yavaşça çöküverdi. Çantasından etekliğini ağır ağır çıkardı. Boncuklarını, düğmelerini kontrol etti. İki-üç tane boncuğu düşmüştü. Nasılsa cumaya varmaz onarırım, diye düşündü sermayesini. Değme okullu kızlardan daha iyi becerirdi nakışı dikişi. Kırmızı işli yeleğini, iç gömleğini serdi divana. Terden koltuk altlarının koktuğunu fark etti, bir an iğrendi kendinden. Aynanın karşısında ıslanmış pantolonunu, fanilasını da attı üzerinden. Tahta gibiydi memeleri. Bembeyaz göğsündeki sarı kıllarına gitti eli. Aa daha yeni ağda yaptım, yine mi çıktınız kör olasıcalar. Pamuğa gül suyu döktü, koltuk altlarını, terli boynunu, vücudunu silmeye başladı. Çıkan kirlere baktıkça ovası geliyordu vücudunu. Tenini iyice kızartana kadar sürttü pamuğu. Bitkin düşmüştü. Yeşil, mor ejderha desenli kimonosunu giydi. Onu geçen sene kumpanya için gelen artizlerden biri hediye etmişti. Aslında kumpanyaya dahil edebilirdi onu yönetmen. “Bizimki aile sanatıdır. Babam da köçekmiş, dedem de. Bu sanatı artık pek bilen de yapan da kalmadı,” diye anlatmıştı. Ay bütün parlaklığıyla amfi tiyatrodaki sahnedeydi. En kalitelisinden viski içiyordu yönetmen. Etkilenmişti anlattıklarından. Oyun da esaslı bir şeydi. Yazarı da fırfırlı biriydi; Şekspir miydi neydi? Arada köçek dansından öyle bir oynamıştı ki hepsinin ağzı kulaklarına varmıştı. Hele bir de dans bitip de herkesi yerlere kadar eğilip selamlayınca, bayılmışlardı, özellikle de yönetmen…

“Tiyatroda sana da bir rol verelim Osman,” dememiş miydi yanına kadar sokulup?
“Ay abi ben cahil adamım. Sizin gibi okumuş artiz miyim?” deyip mahcup mahcup gülümsemişti.

Harbi adamdı, belki de hoşlanmıştı Sarı Osman’dan. “Bak izle beni,” diyerek sahneye bir adımda zıplayıvermişti. Güçlü sesiyle “Deliler, aşıklar bir de şairlerin hayal gücüne akıl sır ermez,” diye başlamıştı. Yüzündeki çizgiler derinleşmiş karşısındaki boş tiyatro adeta canlanmıştı.” Niteliği değil, emeği değerlendirir soylu düşünce.” Sonra Osman’a bakarak gülümsemiş, eğilerek selam bile vermişti. “Elim ayağım nasıl da birbirine girmişti, titremiştim. O küçücük adamın sahnedeki dev görüntüsü aklımdan çıkmaz gari,” diye anlatıyordu köydekilere. Bir de sevinçle ekliyordu, “Önümüzdeki ay geliriz dediler…Önümüzdeki ay.”
Gidip tavşan kırmızısı çayını doldurdu bardağına. Ayaklarını altına topladı, televizyonu açtı. Başladı çekirdeğini çitlemeye. Ekrandaki siyah beyaz çizgilerden aniden bir kovboy çıktı. “Bum” diye gözünü kırpmadan vurdu kaşının ortasından diğerini. Gözlerini kapadı, sanki ekran kızarmış kanamıştı evin içi. Aklına düğündeki yavşaklar geldi. Acaba onları da böyle vursa nasıl olur diye geçirdi aklından. Biri parayı kıvırıp tam orasına sokmuştu. Oyun oynarken adamın terli, yağlı burnu yüzüne değmişti. Çakmak çaksan yanacaktı be. Sonra çelmeyi takınca kapaklanmıştı pezevenk yere.
“Ulan yaşlı bunak, sana iş verecek göz var mı ayol bende? Bak yakında görürsünüz Sarı Osman’ı, Şekspirlerde oynamazsam ne olayım.” diye vermişti ağızlarının payını.
Penceresi mi tıklıyordu ne? Lekeli Zehra’ydı gelen. Ağzındaki sakızı arsız arsız patlatıyor, bir yandan da sokağı kolluyordu. Beş altı kere çalınca koştu kilidi açtı.

“N’oldu kız gece gece? Geç oldu, kuzum. Olmaz bu saatte.”
“Yapma be Osman abi! Bak sana ne getirdim. Kek, hemi de çikolatalı, en sevdiğinden.”

Kızın elindeki fırından yeni çıkmış dumanları tüten keke baktı, etrafını kolaçan etti, yakasından tutup içeri çekti.

“Tamam tamam, gir kız içeri. Kimse gördü mü?”
“Yok be abi bizimkiler horul horul uyuyorlar. Senin istediğin dergi vardı ya onu da istemiştim bakkaldan, getirmiş. Bak senin artizlerin hepsinin havadisleri de burada.” Elindeki renkli buruşmuş mecmuayı Osman’a gururla uzattı.
“Ay tamam, hadi çıkar pabuçlarını. Çamurlu çamurlu gezme evimde. Ver bakayım şu dergiyi. Aferin gözüme girdin. Ama fazla vaktim yok ha. Sadece bir iki figür o kadar…”
Boynuna sarıldı Osman’ın. Mis gibi gül kokuyordu. Göğsünün içine sakladığı sidiyi aldı, bir koşu müzik çalara koydu. Derme çatma, ahşap evin göbeğinde yan yana aynı figürle durdular ve nefeslerini tutarak müziği beklediler.
… ‘Led bir vele diştiri, vela di seau diftiri, Dil esvuayyini murraaaaa.’
Osman kimonosunu sıyırdı, ince bedeni yılan gibi kıvrılmaya başladı. Bir yandan eliyle gösteriyordu, Bak bu kadar getirip hop çekivereceksin kalçanı içeri, bir ki çek, bir ki çek.”
…’Ya el yalil’
Aynadan kalın belini kıvırmaya çalışan Zehra’yı izledi. Kız yüzündeki lekeyi pudrayla örtmüş, var gücüyle çeviriyordu geniş kalçalarını.
“Osman abi bak şu gerdan kırma figürünü kapmış mıyım, gösteriyorum, bir iki üç?”

Kızın tüy gibi memeleri müziğin tınısıyla top gibi titriyordu. Birden Nazlı dolabın tepesinden Zehra’nın sallanan memelerine atladı. Zehra’nın oldum olası Nazlı’dan ödü kopardı. Kızın tiz çığlığı sokakta yankılandı.
Bir süre nefeslerini tutarak karanlıkta beklediler, Zehra’nın anası ışığı yakıp açık pencereden kafasını çıkardı, “Kız gece gece yine o godoşun evine gittiysen kırarım bacaklarını.”

Zehra, Osman’a utanarak baktı, kafasını öne eğdi. Nefeslerini tutup beklediler. Sonra ahşap kapının hızla çalışını duydular. Osman yemenisi kafasına bağladı, aşağı uçarak indi. Zehra’nın babası, nasırlı elleri, soluk yüzüyle karşısına dikilmiş elleri belinde öylece bekliyordu.
Osman’ın yüzü dışarıdan yansıyan sokak lambasının ışığında iyice sertleşti, mavi çipil gözleri kızardı, deli gibi bağırmaya başladı: “Hem sen bilin mi? Deliler, aşıklar bir de şairlerin hayal gücüne akıl sır ermez. Nitelik değil, emektir seni soylu yapan düşünce.”
Ne olduğunu anlamadığı sözlerle kendine gelen babası kaba elleriyle Osman’ı iteledi.

“Deli deli konuşma bakem. Kendini artiz sanan köçek bozuntusu. Zehra’nın hatırı var diye ses çıkarmıyoruz deliliklerine, ama bütün köy konuşuyor benden söylemesi.”
“Baba sus artık ya”
“Ne susçam be, herkes onun artık kendini bir bok sandığını konuşuyor. Ama şunu bil ki kumpanya yarın gidiyor, hasılatı da beğenmemişler, bir daha gelmecelermiş.”
“Baba ne diyon! Elini ayağını öpem sus.”
“Kız sen de, hadi yürü gel eve.”
“N’olur baba, birkaç dakika daha kalayım. Osman abi biraz daha kalabilim mi?”

Beti benzi atmış, sandalyeye ilişmiş Osman’a sarıldı. Babası acımayla karışık lekeli kızına baktı, “Tamam ama anan uyku da uyutmuyor çabuk gel ha,” diyerek çekip gitti.
Bir süre sonra konuşmaları işitmiş olan Zehra’nın anası da ışığını usulca söndürdü, penceresini de örttü.
Sokakta sert bir rüzgâr esti. Zehra, sandalyede bir ileri bir geri sallanan Osman’ın bacaklarına sarılıp, yere çömeldi:

“Osman abi bakma babama, deli anamın uydurmasıdır bunlar, yüzün gülsün biraz. Sen köçek zadelerin torunu değil misin be ya? Onlar gelmezse biz gideriz o kumpanyanın yanına.” Kızın son sözleri ile Osman’ın yüzü bir anda aydınlandı.
“Gideriz di mi kız, bu boktan kasabaya kalmadık evelallah. Koş bir çay koy bize, geçelim şöyle balkona.”
Bacaklarını demirlerden sallandırarak açık havada öylece oturup uzaktaki tiyatronun taşlarını izlemeye başladılar. Deniz oturdukları yerden sakin görünüyordu.
“Biliyor musun Osman Abi, sen bu kumpanyadakilerden daha esaslı bir artizsin bence.”
“Bilmez olur muyum? Bu köyün en birincil artizi vallahi de billahi de benim. Bak sana ne göstercem.”
Yerinden kalktı, kırık karyolasının altına sıkıştırdığı yönetmenin hediye ettiği eski sarı kitabı Zehra’ya doğru gururla uzattı.
“Bak bana rol teklif ettikleri oyun bu. Düşünüyorum ama kabul edeceğim galiba.”
Kız eline kitabı aldı, hecelemeye başladı: “ŞHA KES PİR”
Terli başını Osman’ın parfüm kokulu ipek kimonosuna dayadı, uykusu gelmişti.
“Osman Abi sen okuma öğrendi miydin?”
“Ben Köçek zadelerin torunu Osman’ım kızım. Okuyamasam da okurum hayatı.
Okuyam gari.”
Osman kafasını kitabın üzerindeki harflere gömdü, yavaş yavaş heceledi:
“Biir Yaaz Ge ce si Rü ya sı.”
Nazlı’yı kucağına alıp başını okşarken Zehra’ya dönüp, “Hadi ananı dellendirme iyice,
yarın ola hayrola,” dedi.

İdil Himmetoğlu

 

 

 

 

Shares:
2 Yorum
  • Şebnem
    Şebnem
    13 Haziran 2022 at 14:53

    Sevgili İdil, daha önce de okumuştum zevkle tekrar okudum, nefis bir öykü, Sevgiler.

    Reply
  • Serpil Başpınar
    Serpil Başpınar
    13 Haziran 2022 at 18:55

    “…Nitelik değil,emektir seni soylu yapan düşünce” Kaleminize sağlık.

    Reply

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir