– Şimdi olay şöyle oldu hakime hanım, anlatayım. Sen de kadınsın, beni anlarsın. “Kocamdır,”dedim ben. “Erimdir,” dedim. “Vardır bir bildiği,” dedim. “Her şeyi bizim için yapıyor, kötülük değil niyeti, ne yapsın adam? Taş mı yiyelim?” dedim. Dedim de dedim…
Evde var beş çocuk, ben desen, zamanında elalemin yerini silmek, donunu ütülemekten avuç içlerim zaten Arizona çöllerinden beter… Arizona çöllerini de bir belgeselde izlediydim. Öyle, yok kadın programı, yok magazin izlemem ben, nihayetinde insan kendini geliştirmeli değil mi? Belgesel izlerim.
Neyse, ne diyordum…
“Ben de tam onu soracaktım Ayfer!” dedi hakime hanım. “Sahi, ne anlatıyorsun sen?”
Ayfer bu sorunun karşılığını nasıl vereceğini bilemedi. Mahkeme salonunun ortasında, onlarca bakışın içinde, kaşlarını havaya kaldırmış, kızgın mı, meraklı mı olduğunu anlayamadığı gözlerle onu süzen hakime hanımın, ne demek istediğini kavramaya çalışırken utançla parmaklarını sıka sıka salona göz gezdirdi. Sanık olarak arkasında oturan kocasına ilişti gözü. Turgay, başını önüne eğmiş ayakkabılarının ucuna bakıyor, birbirine kenetlediği parmaklarını bir gevşetip bir açarak Ayfer’i dinliyordu. Kafasını kaldırıp ona baksın, istedi Ayfer. Göz göze gelmek istedi. İyi bir takım arkadaşı ya da suç ortağı olduklarını bilmek istedi. Bakmadı Turgay.
– Ne bakınıyorsun kızım etrafına? Akşama kadar seni mi bekleyeceğiz burada?! Cevap versene soruma.
Hakime hanımın sert çıkışı, Turgay’a dalıp gitmiş Ayfer’i yerinden hoplattı. Üzerindeki bol taşlı, lacivert bluzun kollarını yukarıya çekti. Dirseklerine kadar taktığı burma bilezikleri şıngırdayarak bluzun üstünden koluna indi. Terden ıslanmış alnını avucunun içiyle silip bileziklerini şıngırdatmaya devam ederken hakime hanım ile göz gözeydi.
Karşısındaki kadın, elindeki kalemi önünde yayılmış dosyaların üzerine hızlıca vurarak ortamı gittikçe geren senkronize bir ses çıkarıyordu. Sinirleri bozuldu. Çarpık çarpık gülümseyip başını önüne eğdi Ayfer.
– Son kez soruyorum bak Ayfer. Şu işin doğrusunu anlat artık. Evin içine kumarhane kurmuşsunuz öyle mi?
Ayfer, tam anlatmak için ağzını açmıştı ki hakime sert bir ses tonuyla lafı ağzına tıkadı.
– Bana masal anlatma sakın! Sadece soruma cevap ver. Doğru mu? Değil mi?
– Doğrudur hanımım.
– Sen neden müsaade ettin böyle bir şeye?
– Ben müsaade etmedim ki…
“Nasıl etmedin!”,diye hiddetle bağırdı Turgay. “Sen değil miydin lan, ‘şöyle bilezikler isterim’, ‘böyle ev isterim’, ‘hizmetçi isterim’ diyip duran!?”
“Bendim evet. Bendim de, istediğimi al derken, evi kumarhaneye çevir, üzerine de beni başka heriflere peşkeş çek mi dedim!”
Buz gibi bir hava dolaştı mahkeme salonunun içinde. Turgay ile Ayfer göz göze kaldılar. Salonda yükselen uğultu, hakime hanımın “Sessizlik!”, uyarısıyla kesildi.
– 15 mayıs 2019 gecesi, Beykoz sahilinde bir çiftin cesedine rastlandı. Araştırmalar ve kamera kayıtları, bu çiftin en son 12 mayıs akşamı sizin oturduğunuz eve geldiğini gösteriyor. Şimdi sen burada tane tane anlatacaksın bize, o akşam ne oldu Ayfer?
Turgay’ın az önceki tepkisi Ayfer için büyük hayal kırıklığıydı. İki aydır haftada üç kez karakola çağırılmalar, sorgular derken, her defasında değiştirdiği ifadesi ve söylediği yalanlardan yorulmuş, köşeye sıkışmıştı. Bayılacak gibi hissediyordu. Önünde duran sanık kürsüsüne tutundu önce, derin derin nefes almaya çalıştı beceremedi. Kapıdaki polise seslendi hakime hanım,
“Söyle mübaşire, su getirsinler buraya.” Ayfer’e döndü. “Evet. Seni dinliyorum Ayfer.”
Ayfer kesik kesik aldığı nefeslerle, önündeki kürsüye dirseklerini dayanıp başladı anlatmaya.
– Biz çok fakirdik hanımım. Ben temizliğe giderdim. Bazen günde iki eve giderdim de, kendi evime dönmeye takatim kalmazdı. Turgay işsizdi. Çalışmaya da pek gönlü yoktu ama gözü yüksekteydi. Sabahtan akşama kadar benden aldığı paralarla kahvede, o masa senin, bu masa benim kumar oynardı. Bir gün geldi dedi ki; “Çok borcum var, iki gün içinde ödemezsem beni vuracaklar.”
Şaştım kaldım. Ne yapacağımı bilemedim. Döndüm durdum sabaha kadar. Sabah da kalktım, temizliğe, yeni bir eve çağırmışlardı, ona gittim. Bir de ne göreyim, ev ev değil, saray.
Biz, ayda bir, o da çocukların boğazından iki gram et geçsin diye anca üç beş parça tavuk alabilirken, onlar bizim altı ayda yediğimiz etin iki katını bahçedeki köpeklere günlük veriyorlardı. Ne yalan söyleyeyim, kimsenin parasında pulunda gözüm yoktu fakat gücüme gitti.
Neredeyse her temizlediğim odada, mücevher, altın takılar dolu kutular gördüm. Şeytan yokladı. “Tövbe tövbe” dedim çevirdim başımı. Gerçi “Bana hepsi lazım değil, üç çift küpeye kocamın canı kurtulacak. Bunlar için ne ki? Farketmezler bile,”diye geçti içimden ama dedim ya, elimi sürmedim.
O gün işim bitmiş, eve gelmiştim, tam anahtarı kapının deliğine sokmuşken bir araba yanaştı evin önüne, yaka paça, kan revan içinde attılar Turgayımı ayağımın dibine. Atarken de, “Yarın akşam altmış bini getirdin getirdin. Getirmedin, leşini atarız buraya,” diyerek basıp gittiler. İçeri taşıdım, yüzüne gözüne pansuman yaptım, “Keşke alaydım,” dedim içimden. “Altı üstü üç çift küpe. Fark etmezlerdi. Turgayım kurtulsun da, fark etseler bile bana fark etmezdi artık.” Akşam telefonum çaldı, gittiğim saray yavrusundan aradılar, yaptığım işi beğenmişler, “yarın yine gel,” dediler. Sevindim. Ertesi sabah koşa koşa gittim. Temizliğe başladım ve bu sefer üç ayrı odadaki, üç ayrı takı kutusundan, birer çift küpe attım cebime. Çok korktum. İşim bitip de evden çıkana kadar içim içimi yedi. Mecburdum anlıyon mu hanımım? Çaresizlik insana neler yaptırır bir bilsen, kendini tanıyamazsın. Ya da, belki de kendinle tanışırsın öyle demiş büyük büyük adamlar bir kitapta okuduydum… Her neyse, işim bitince koşa koşa Kapalıçarşı’ya gittim, küpelerin bir çiftini benim olduğunu düşünsünler diye kulağıma takmıştım, diğerleri de cüzdanımda, çıkardım verdim kuyumcuya. Seksen bin tele saydılar elime.
Ben ömrüm billah elime öyle bir para geçeceğine inanmazdım. Bir şey oluyor insana, adını diyemiyom şimdi. Güç mü desem, özgürlük mü? Tuhaf bir şey. Parayı çantama koyup eve gelene kadar, içimde korku, midemde ağrı, yüzümde gülümseme, gerine gerine, sanki bütün dünya benimmiş gibi geçtim o sokaklardan. Tam beş kilo bonfile aldım. On parça da pirzola. Her evladıma bir kilo et aldım, kusana kadar yesinler diye. Geldiğimde Turgay evde hala baygın gibi yatıyordu. Etleri pişirdim, yanına bir güzel pilav ve salata yaptım. Bizimkiler etin kokusunu alınca mutfak kapısına üşüştülerdi zaten. İlk defa mutfakta yemek yaparken yaşadığım hayata lanet etmek yerine gülümsedim çocuklarıma. Verdim ellerine bir parça pirzola, öptüm saçlarından, yolladım içeri.
Çocukların elinde et görünce Turgay geldi mutfak kapısına, “Öldürüleceğim akşamı mı buldun kutlama yapacak? Ben borcu nasıl öderim diyorum, sen aldığın üç kuruşu ete mi yatırıyorsun?” dedi. Çantadan parayı çıkartıp eline tutuşturdum. Anlattım. Dedim, “Böyleyken böyle. Borcunu öde, yirmi bin lirada bize kalıyor, düşün ne yaparız bu parayla?” Şaşırdı. Sevindi. Ellerimi öptü. Alnımı öptü. Ay çok utanıyom, denmez böyle şeyler ama dudaklarımdan öptü. Sarıldı. İlk defa. Hani çocuk yapmak için değil, içinden geldiği için ilk defa. Kocam iyidir iyi olmasına da, ben hiç sevgi görmemişim. Dövmez, sövmez, hır gür çıkarmaz diye sevilirim bilmişim. Bunu da o gün gördüm. Para demek ki böyle bir şeydi. Para olunca o filmlerde gördüğümüz aşklar da vardı. Karın da toktu. Çocuklar da mutluydu. İstediğini alabilmekten, rahat rahat gezip tozabilmekten öte bir şeydi demek… Fakirliğe alışmışız, başka görmemişiz ki. Bilmezdim ben.
O akşam yine aynı evden aradılar, yüreğim ağzıma geldi ama açtım. Diğer işlerimi iptal etmemi, haftanın beş günü gelmemi istediler. Fark etmemişlerdi. Sevindim. Turgay dedi ki; “Bu bizim için fırsat. Allah bize bir kapı açtı ama oradan buraya habire bir şey taşıyamazsın fark ederler,” “Taşımam zaten,”dedim. “Tövbe bir daha, seni kurtardık ya tamam,” “Yok”, dedi. “Bugün fark etmezlerse yarın fark ederler takıları, ben bir yolunu biliyorum sabah hallederiz.” O sabah beni bir imitasyoncu dükkanına götürdü. İnanır mısın? O üç çift küpenin de birebir aynısını buldum. Gittim yerine koydum. Her şey böyle başladı hanımım. Önce takılar, sonra kasalardaki paralar, hepsinin gerçeği bize gelirken, sahtesi yerine kondu. Bu böyle iki sene kadar devam etti. Turgay’a bir kafe açtık. Orada da başlamış oyun oynatmaya. Çok para kazandı. Ben işi bıraktım. Rahata erdik derken, bir telefon konuşmasına kulak misafiri oldum. Uyuşturucu satışına, mazot kaçakçılığına bulaşmış meğer. Beynimden vurulmuşa döndüm. Kendi kocamı polise şikayet ettim. Oyun oynattığı kafeyi bastılar. Kapattılar.
Dedim ki “Oh kurtulduk bu iblis ordusundan.” Nereden bileyim o iblis ordusunun baş komutanının kocam olduğunu. Tabii nasıl bir tezgah varsa ortada, benim ihbar ettiğimi öğrenmiş Turgay. İlk dayağımı, on sene sonra ilk defa bu yüzden yedim.
Ertesi hafta apar topar Ömerli’ye taşındık. Turgay, ikiz villa kiralamış. O temizliğe gittiğim evler falan yanında, devede kulak. “Yeni evimiz bundan sonra burası,” dedi. İnsanın hoşuna gidiyor tabii. “Yediğim dayağın diyeti, gönül alma hediyesi herhalde,” diye düşündüm . Affettim. Bilmiyordum villanın bir kısmını kumarhaneye çevireceğini.
İlk zamanlar iyiydik. Kabullenmiştim. Yapacak bir şeyim yoktu. Diğer bitişik villa dolup taşıyor, gittikçe daha da zengin oluyorduk. Fakat sonra kumar dışında garip garip tipler gelip gitmeye başladı eve. Oyun oynanan eve değil, bizim oturduğumuz eve. Turgay devamlı onlarla arkadaşlık kurmam için beni iteliyor, evin içinde iki hizmetçi olduğu halde, adamların içki servislerini özellikle bana yaptırtıyordu. Adamlar da, nasıl desem… Çok afedersiniz pezevenk. Kocamın yanında bana tuhaf tuhaf bakışlar, süzmeler, içkilerini alırken elime dokunmalar, yanımdan geçerken kasıtlı sürtünmeler. Cahilim ben kabul de, salak değilim çok şükür. Turgay’a bakardım hemen görüyor mu olan biteni diye.
O gece anladım. Görüyormuş. Hatta bunu kendisi yaptırtıyormuş.
Olayın olduğu akşam da geldi o iki adam. Bu sefer yanlarında karılarıda var. Sevindim. Karılarıyla arkadaş oluruz sandım. Zaten bu çevrede hiç arkadaşım yok. Eski mahalledeki varoş takımını villamda ağırlayacak değilim elbet ama buradakiler de bir tuhaf. Burunları havada, beni beğenmiyor haspamlar. Neyse, öyle ihtimam gösterdim, öyle dört döndüm ki etraflarında hanımım. Allah seni inandırsın, bir an utandım kendimden. Dedim “Ayfer, senin ruhun hizmetçi kızım. Hanım olmak, koca koca evler, hizmetçiler falan hikaye. Sen millete köpek olmak için doğmuşsun. İki sohbet edecek insan edineyim diye girdiğin hallere bak,”
Mahkeme salonu sus pus, hakime hanım pür dikkat Ayfer’i dinliyordu. On dakika önce Ayfer’e su getirmiş olan mübaşir bile, bir eli mahkeme salonunun kapısında, bir eli pantolonunun cebinde, hayalarını kaşıyarak dalgın dalgın davayı izlerken Ayfer’in gözü mübaşire takıldı. Bir, pos bıyıklı, kel, kaşları alnına sanki kalın bir bant yapıştırmışlar gibi duran, ağzı yarı açık mübaşire baktı. Bir aşağıdaki hareketlenmeye. Bir mübaşire. Bir aşağıya. Birkaç saniye sonra yargı kürsüsündeki savcı, bir katip ve iki hakimin hanımın kafaları da Ayfer’in baktığı yöne dönünce, şaşkınlıkla irkildi adam ve utançla, hızlıca çıktı salondan. Davayı izleyenler arasında yayılan kıkırdamalar, hakime hanımın ciddiyetini koruyabilmek için önündeki dosyaya bakıp dudaklarını ısırarak “Evet Ayfer, devam et lütfen,” demesiyle kesildi ama Ayfer konuşmadı.
– Devam et Ayfer. Eşleriyle gelmişlerdi. Hizmet ediyordun onlara.
– Anlatamam hanımım bundan sonrasını.
– Ne demek “anlatamam,” yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Delirdin mi kızım sen? Ömür boyu hapis yatmak mı istiyorsun? Kocan seni suçluyor. “Namus,” diyor, “Başka adamlarla olmak istedi,” diyor. “Bana öldürttü,” diyor. Evet, hadi dinliyorum. Devam et.
Ayfer kızardı. Titremeye başladı. Turgay’ın söyledikleri ciğerini dağladı. Gözlerinden akan yaşlara engel olamayarak devam etti anlatmaya.
– Meğerse o gece eve gelmelerinin bir sebebi varmış hanımım. Bunlar aralarında anlaşmışlar. Eş mi değiştireceklermiş? Sivenger mi? sivıngır mı? dilim de dönmüyor benim. Öyle bir şey yapacaklarmış. Yani biz yapacakmışız. Ben bilmiyordum. “Gelin size evi gezdireyim,” diye hepsini peşini takıp yukarı kata çıkmak için ayağa kalkınca Turgay, bana da kaş göz etti tabii. Takıldım peşlerine. Direkt yatak odasına gittik. Şaşırdım, kızdım, gözünün içine bakıyorum “Ne yapıyorsun?” diye. Mahremdir ya yatak odası. Ondan. E misafirler de bir tuhaf, daldılar odaya, kadınlar başladı soyunmaya. Ben “abbovv” diyivermişim. Güldüler bana. Turgay’ın yakasına yapıştım.
Sakin olmamı, biraz eğleneceğimizi, evliliğimizin heyecana ihtiyacı olduğunu söyledi.
Kabul etmedim. Ağladım. Yalvardım. O ölen kadın geldi yanıma, kendilerinin senelerdir zaman zaman böyle yaşadığını, bunun aldatmak olmadığını, çok eğleneceğimizi söyledi. Turgay, kabul etmezsem boşanmakla tehdit etti. Mecbur kaldım. O adamlar sardı etrafımı sonra, soydular beni. Her biri ayrı ayrı her yerime dokundular. Utançtan, korkudan, titremekten yoruldum. “Ölsem de kurtulsam,” dedim. “Bayılsam da duymasam, görmesem,” dedim. Beceremedim.
Bir ara benim üzerimdeki adam kalktı ve Turgay’a yöneldi. Turgay onun karısının üstündeyken, Turgay’ı kalçalarından yakaladı. İşte ne olduysa o anda oldu hanımım, karısını başka adamların altına atmakta hiçbir beis görmeyen kocam, konu kendi mabadı olunca birden erkek kesildi. Aynanın önünden kaptığı makası önce adama, sonra da araya girmeye çalışan o kadına defalarca sapladı. Diğer çiftin kaçtığını ben çok sonra farkettim. Turgay, bitişik evin deposunda bulunan alkol dolu fıçılardan iki tanesini boşaltıp getirdi, birine kadını, diğerine adamı koydu. İkisini de arabaya atıp gitti. Denize mi attı, gömdü mü, ne yaptı bilemedim ben. Sormadım da. Üç gün sonra haberlerde resimlerini görünce öğrendim cesetlerinin Beykoz sahiline vurduğunu. Bu kadar hanımım. Ne olacaksa olsun, ben razıyım.
Hakime hanım derin bir iç çekti. Dosyaların üzerinde duran çerçevesiz gözlüğünü takıp kaşlarını havaya kaldırarak son bir kez dikkatle Ayfer’e baktı. Kafasını salladı. Kararını açıkladı.
Turgay, polisler eşliğinde Ayfer’in yanında geçerken “Yaktın beni orospu,” diye fısıldadı. Ayfer, Turgay’ın yüzüne tükürdü ama isabet ettiremedi, yanından geçen polisin üzerine yapıştı tükürüğü. Polis “ya sabır,” çekerek cebinden çıkardığı peçeteyle üzerini silerken, öfkeli bakışlarla geçti Ayfer’in yanından. Başka bir polis yaklaştı Ayfer’in yanına o sıra. Ayfer ellerini uzattı, bileklerine geçirilen kelepçenin kilit sesi çınladı kulaklarında. Mahkeme salonundan çıktıklarında haber kanallarının kameraları sardı etrafını. Ürktü. Kollarıyla yüzünü kapattı. İki kolundan onu tutmuş olan polislere sığınıp, anlatılanları dinleyerek aralarından geçti.
“Evet sayın seyirciler, Beykoz sahilinde bulunan iki cesedin faillerinin yargılandığı davada bu gün nihayet karara varıldı. Vahşi hislerle, kasten adam öldürmekle yargılanan iş adamı T.Ö ağırlaştırılmış müebbet ile cezalandırılırken, eşi A.Ö ise yeniden değiştirdiği ifadesi ve anlattıklarıyla ilginç gelişmelere sebep oldu. Daha önce işlediği hırsızlık suçundan altı ay, dört gün, cinayete yardım ve yataklıktan ise beş sene on gün ceza aldı. O gece o evde ne olduğu ve sahile vuran cesetlerin neden çıplak oldukları ise hala gizli tutuluyor. Gelişmeler şimdilik bu kadar. ”
Duygu Değirmenci
Tebrikler… sonuna kadar heyecanla okudum kaleminize sağlık👏👏
Oldukça sürükleyiciydi. Eline sağlık👏🏻👏🏻
Hic uzatmadan ama detay siz da birakmadan, bu kadar surukleyici yazmak gercekten ayri bir meziyet 👏👏👏