Alkışlar, çığlıklar koparken kırmızı halıda ilerliyordu. İnce topuklarıyla elbisesinin eteklerine basmadan önündeki geniş basamaklara ulaşmaya odaklanmıştı. “Keşke siyah mini elbisemle babetlerimi giyseydim. Hakan televizyonda izliyor mudur şimdi? Belki de çoktan unuttu. Âşık olmuştur başkasına.” İçi burkuldu. Çocukluk aşkının onu terk ettiği günü kafasından çıkartmaya, hayranlarına gülümsemeye çalıştı. Oynadığı kadınlar gibi giyinmişti bu gece. Bu cüretkâr elbisenin içinde salınan kendisi değildi. Beğenmezler, sevmezler tanısalar gerçek beni. Kulağında menajerinin sözleri yankılandı: Onlar ekranda gördükleri vamp kadına aşıklar. İstediklerini vermezsen yeni kontratları unut. Ahh o kontratlara ihtiyacım olmasaydı.
Patlayan flaşları da, beni görünce fotoğraf çektirmek, imza almak için bekleyen hayranları da hiç özlemiyorum, diye düşündü titreyen ellerine bakarken. Özlediğim sahnede yankılanan adımın ardından kopan alkış, gökyüzüne kaldırdığım ödüller.
Köşedeki vitrinin üst iki rafında parlayan metal parçalarına bakarken yutkundu. Karanlık, kasvetli hava, denize düşen yağmur taneleri, martılar… En sevdiği rol arkadaşının ölümünün yıldönümü değil miydi bugün? İçi burkuldu, gözyaşlarına engel olamadı. Yaprak dökümü. Sapır sapır düşüyoruz. Sıra bana da gelecek. Beni umursamayan insanların yaşadığı bu semtte derin bir uykuya dalıvereceğim. Birkaç gün sonra kokudan ve biriken gazetelerden meraklanıp kapımı çalacaklar. “Kimsesi yok ki zavallının haber verseydik,” diyecek birisi. “Arada uğrayan bir kadın vardı. Tanıyan yok mu acaba, çilingir çağırmadan önce onu arasak?” diye ekleyecek karşı komşu. Meraklı gözlerle içeriye girmeye, yaşarken ilgilenmedikleri yaşlı kadının hayatından bir şeyler öğrenmeye çalışacaklar. Eski fotoğraflarıma, filmlerime bakacaklar. “Gençken ne kadar da alımlıymış meğer,” diyecekler. Akşama kalmadan eski bir haber olacağım.
Sehpanın üstündeki kesilmiş gazete kupürlerinin olduğu albüme gitti eli. Sayfayı çevirdi. Yirmi yıl önce katıldığı son törende aldığı Yaşam Boyu Başarı Ödülü ile çekilmiş fotoğrafına, hakkında yayınlanmış son yazıya derin bir sızıyla uzun uzun baktı. Annesinin ölüm haberinin yer aldığı gazeteyi saklamamış olmasına yine hayıflandı. Sayfaların arasında Hakan’ın fotoğrafına takıldı; daha önce görmediği bir ayrıntıyı ararcasına gözlerine, iri göbeğine, elindeki şarap kadehine baktı, bir hüzün kırıntısı bulmaya çalıştı. Sonra yanındaki genç, frapan kadına çevirdi bakışlarını. Ne kadar da ilk filmimde oynadığım karaktere benziyor. Üzerindeki kırmızı elbise, saçları, bakışları, hatta sigarayı tutuşu bile. Bir beni kabul edemedin be Hakan. Yaptığımın iş olduğunu, oynadığım kadınlara dönüşmeyeceğimi nasıl bilemedin? Kurmayı planladığımız hayatı tek kalemde darmadağın ettin.
“Yeni bir film çekecek Hilmi Bey. Farklı bir şey yapmak istiyor, tanınmamış yetenekleri oynatacak başrollerde. Doğallığına, gülümsemene, içtenliğine bayılmış dün gece. ‘Saf bir yetenek, tam bu rol için yaratılmış,’ dedi. Seni kesinlikle istiyor. Çok da iyi ödeyecek tecrübesiz biri için. Garsonlukla imkânsız kazanamazsın bu parayı, şimdiden söyleyeyim. Evet dersen hayatın değişir,” demişti Hilmi Bey’in asistanı. Ne heyecanlanmıştım duyunca. “Anneme sormam lazım önce,” diye cevaplamıştım. Adamın elime sıkıştırdığı kartı cebime koyup mesai bitimini zor etmiştim.
Ahh anne, ısrar etmeseydin. Önce karşı çıkıp, ne kadar vereceklerini duyunca hemen yelkenleri suya indirmeseydin. ”O parayla rahat ederiz. Ben, kardeşin, sen,” demeseydin. Kardeşimin sorumluluğunu, babamdan kalan borçları dayatmasaydın bana. Ben aç gezerim yine size bakarım, hizmetçilik yaparım. Birlikte çıkarız düze, gerek yok bu işe, diyebilseydin o gün. Ben de okumak istediğimi, hayallerimi anlatabilseydim sana.
O akşam Hakan resti çekmişti hiç düşünmeden. Gençtim çok. Benim de başım dönmüştü önüme çıkan fırsattan, annemin anlattıklarından. Hakan’ın tepkisini hatırladı, nasıl da acımasızdı. İlk defa bağırmıştı bana. Saçmalıyormuşum, onunla konuşmadan, anne sözüyle karar mı verilirmiş, orospu mu olacakmışım başına? Karısı artist oldu, onunla bununla el ele göz göze film çekiyor dedirtmezmiş arkasından. Bana iş bulmuş fabrikada. Namusumla çalışsaymışım orada, evimin kadını olsaymışım. ‘Anneme kim bakacaktı Hakan? Kardeşimi okutup borçları sen mi ödeyecektin?’ diye haykırmak istemiştim. Hiçbir şey diyemeden, başımı önüme eğip, masadan kalkmış, eve yalnız dönmüştüm.
Hakan’ın ya ben ya oyunculuk dediği son mektubunu gözyaşlarıyla lime lime olduğunda bile atamamış, çekmecesinin bir köşesinde mendilinin içinde saklamıştı.
Senin düşündüğün gibi, kendimi satmadım hiçbir zaman Hakan. Namusumla çalıştım, alkışlandım onca yıl. Ya sen ne yaptın? Tekstil piyasası senden soruluyor. Namusunla mı kotardın her işi? O gün yüzüme bakmadın. Beni reddettin. Orospu olmakla, kolayı seçmekle suçladın. Peki yanındaki kadınlar? Beni benzettiğin o kadınlarla çevrili etrafın şimdi.
Neyseki en azından sen mutlu oldun anne. Keyfin, konforun yerindeydi son nefesine kadar. Bir iki kez teşekkür bile ettin bana. Tabii esas teşekkür etmesi gerekenin ben olduğumu hiç unutturmadın. ¨Sana kalsa garsonlukla devam edip gece okuluna gidecektin, aslında bana borçlusun her şeyi,¨ derdin her fırsatta. Benim de hayallerim olduğu hiç konuşulmadı aramızda. Ustaca sedir altı ettin, Hakan’ın fabrikatör oluşu gibi işine gelmeyenleri de. Hakan aramadı bir kez olsun. Merak etmedi hiç çocukluk aşkını. Yalanmış demek. Sonunda bir tek ben kaybettim. Hayallerimi, çocuk sevdamı. Güvenebileceğim bir dostum bile olmadı. Ömür boyu sürmez, diye düşünmüştüm. Biraz çalışır, kazandığımla hayallerimi gerçekleştiririm demiştim. Orda yanıldım işte. Şimdi bu odada, hatıralara sığınmış, duvarlarla konuşuyorum bir başıma.
Albümü sehpaya koydu. Kalktı, radyoyu açıp kendine bir kadeh daha cin koydu. Rengi solmuş, yıpranmış koltuğuna yerleşti yine. Denize döndü. İçkisi bittiğinde uzun zamandır oturduğunun farkına vardı. Gözyaşlarını sildi. Bir içki daha almak için kalkarken spikerin anonsu odada yankılandı: Ünlü iş adamlarından Hakan Aşık geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Kendini koltuğa bırakırken sımsıkı tuttuğu kadeh parçalandı. Elinin sızısıyla kendine geldiğinde yağmur camları dövüyordu.
Seçil Erginler
Sürekleyici bir anlatım, dibe vurmuş ölümü bekleyen yalnız bir kadının kısa bir kesiti, elinize sağlık.