HAKAN AKDOĞAN KİMDİR?
1971 Ankara doğumlu olan Hakan Akdoğan, Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dil Bilimi bölümünden mezun olmuştur. Uludağ Üniversitesi Sosyoloji ve Felsefe Bölümleri ortak programında eğitim aldıktan sonra Anadolu Üniversitesi Medya ve İletişim bölümünü bitirmiştir.
2003 yılından bu yana yazı atölyesi ve derin okuma atölyeleri yürüten Hakan Akdoğan, Yunus Nadi Roman Ödülünü kazanan “Nü Peride“nin ardından, “Gölge Yaşatan“, “İlişmek“, “Kirpi Mesafesi”, “Varlık ve Piçlik”, “Struma-Karanlıkta Bir Ninni” adlı romanlarını yayımlamıştır.
Hakan Akdoğan, aynı zamanda Uluslararası Pen Yazarlar Derneği, Edebiyatçılar Derneği ve Dil Derneği üyesidir.
Merhaba Hakan Hocam, hoş geldiniz. Öncelikle misafirimiz olmayı kabul ederek verdiğiniz destek için teşekkür ederiz. Masa Dergisi’nde aylık yayımlanan Bahattin karakteriniz ile başlayalım. Dizi şeklinde yayınlanan öykü, gasilhanêde başlıyor ve Bahattin’in bir gassal olduğunu okuyoruz. Nasıl bir karakter Bahattin? Ne anlatmak istiyor bize?
Bahattin bir gölge. Ana karakterin gölgesi. Onun kulağına fısıldıyor sürekli aslında kendinden bile kaçtıklarını. Bahattin bizim kaçamadıklarımız. İçimizde sakladıklarımız. Herkesin bir Bahattin’i var. Kimisi erkenden tanıyor onu, kimisi musalla taşında. Kimisi de ölü yıkarken. Bahattin hem ölü, hem ölü yıkayıcı.
‘Nü Peride’ ve ‘Gölge Yaşatan’, birbiriyle örtüşen kitaplarken, sonrasında ‘İlişmek’, ‘Struma’, ‘Varlık ve Piçlik’ ve ‘Kirpi Mesafesi’ ile birbirinden farklı ama oldukça sarsıcı hayatların içinden geçtik. Bugüne kadar yazdığınız kitapların içinde, etkisinden çıkmakta güçlük çektiğiniz, sizi derinden etkileyen bir karakter ya da sahne oldu mu?
Kirpi Mesafesi’ndeki Sorgun karakterinin ruh halini taşıyorum. Hep bir şeyler eksik. Eksikliği bulup tamamlamaya uğraşmak istemiyorum ama bir yerlerde bir eksiklik olduğunu biliyorum. Eksikliğin tamamlanamayacağını da biliyorum. Bence eksiklik zaten bu. Eksikliği bilmenin bilgisi. Onu tamamlamak değil mesele. Onun bilincinde olmak. Eksikliğini bilmek mi yoksa tamamlanmış olmak? Eksikliğini bilerek tamamlanmış oluyorsan tamamlanmak eksik olmak demek değil mi?
Üniversite yıllarında yazıp kendi olanaklarınızla bastığınız, yollarınızın Erdal Öz ile kesişmesiyle Can Yayınları’ndan çıkarak okurla buluşan ‘Mermerden Ev’in özel bir serüveni var mı?
Bir matbaacı olan Orhan Demircioğlu’nun oğlu Boğaçhan en iyi arkadaşımdı. Gizlice matbaada bastık kitapları. Elden sattık Hacettepe Üniversitesi’nde. Sonra birilerinin okuduğunu fark ettim. Derken bir hoca sınavda bu metinden bir parça çevirmemizi istedi. Sonra Can Yayınları kurucusu Erdal Öz’e gönderdim. Bana bir mektup yazdı. Hâlâ duvarımda asılı. O gece Nü Peride’yi yazmaya başladım.
Yazarlık hayatınızın en önemli kitabı olan ‘Nü Peride’ ile erken bir çıkış yakaladınız. Genç yaşta Yunus Nadi Roman ödülünü kazanmak, yazar olmak isteyen veya bu yolda ilerleyen pek çok kişinin hayali. Bunun sizdeki etkisi nasıl oldu?
Ödül erken geldi. Bana zarar verdi. Kaldıramadım. Sonrasında da yazınsal nitelik ve nicelik anlamında bir düşüş yaşadım. Toparlanmam uzun sürdü.

Bir kitaba ya da öyküye başlamadan önce ön hazırlık sürecine giriyor musunuz? Nasıl bir çalışma rutininiz var?
Bir hazırlık sürecim yok. Her şey doğal gelişiyor çünkü yaklaşık kırk yıldır binlerce kitap okuyarak hazırlanıyordum zaten.
Yazarlık, yazabilmek bir yetenek midir yoksa öğrenilebilir mi?
Öğretilebilir tarafları vardır. Anlatım teknikleri gibi. Öğretilemeyen tarafları da öğretilebilir olanlarla geliştirilebilir.
Özellikle son yıllarda Türk dili yoğun bir asimilasyon altında. Türkçeyi korumak için, bir dilbilim uzmanı olarak bu konuda fikriniz nedir, neler yapmak gerekir?
Öncelikle Türk Dil Kurumu hızla dilbilimciler ve yazarlarla yeniden oluşturulmalıdır. Bürokratik yapı dil üzerinde etkisini azaltmalıdır. Türkçeye giren yeni kelimelere hızla karşılık üretilmeli, medya ve resmi kurumlar yoluyla dolaşıma sokulmalı, tutmazsa yenisi üretilmelidir. Basının kullanımı mecburi hale getirilmelidir bu karşılıkları. İnternette de Türkçe uzantıların dünya çapında kullanılması için siyasi girişimler gereklidir. Yoksa asimilasyon kaçınılmazdır.
Sizce bir metni ‘edebi metin’ kılan unsurlar nelerdir?
Edebiyat sadece edebiyat değildir. Psikolojidir, felsefedir, tarihtir ve çok daha fazlasıdır. Anlatım teknikleridir. Kuramlardır. Bunları okur bilmek zorunda değildir ama yazarlar mutlaka bilmelidir. Bir metni edebi kılan, üç beş yazarın; “Buna sen mi karar vereceksin?” yargılarından öte bahsettiğim alanları öğrenerek yazmasıdır.
İstanbul-Bursa arası yaratıcı yazarlık ve derin okuma üzerine verdiğiniz eğitimler, pandemi sürecinin başlamasıyla online’a geçince, neredeyse dünyanın her yerinden insanların katıldığı, çok daha yoğun ve kalabalık bir duruma dönüştü. Bunun sizi olumlu ve olumsuz etkileyen tarafları oldu mu?
Dünyanın en uzak ülkelerinden bile öğrencilerim oldu. En güzel tarafı bu. Olumsuz tarafı ise giderek sıkışmış kişilerin bunu bana yansıtmasıydı. Elimden geldiğince dikkatli davrandım. Herkesi anlamaya çalıştım.
Pandemi, hepimizi psikolojik olarak çok zor zamanlardan geçiriyor olsa da, sanat ve edebiyatla ilgilenen, gündelik koşturmalar yüzünden üretmeye zaman bulamayan insanlar için krizin fırsata dönüştüğü bir süreç oldu diyebilir miyiz? Bu süreçte sanat alanında bir farkındalık yaşandı mı sizce?
Kesinlikle yaşandı. Bu zamanı çok iyi değerlendirerek sanatla farkındalık geliştiren bir kitle var. Şimdi kıymeti pek anlaşılmasa da her şey normale döndüğünde büyük bir kazanç olduğunu görecekler. Bu sıkıntılı zamanlarda kişinin kendi içine bakması zorlu bir süreç. Ama bunu başaranlar çok şey kazandılar bence.
Yaratıcı yazarlık eğitmenliği ve yazarlık alanında kariyer yapmak isteyenlere nasıl bir yol izlemelerini tavsiye edersiniz?
Genel geçer bilgilerle bu işin olmayacağını anlamaları gerekli. Sıkı altyapı şart. İnsanların duygularıyla oynanmamalı.
Size göre bir yazarın eserini yayınevine teslim etmeden önce en çok nelere dikkat etmesi gerekir?
Dilde özen. Üslupta özgünlük.
Sevgili Hakan Akdoğan’a, değerli bilgi ve tecrübelerini bizimle paylaştığı için çok teşekkür ederiz. Kaleminizin hiç susmaması dileğiyle…
Röportaj: Duygu Değirmenci