Koridorlardaki kalabalık gittikçe azalmış, odalardaki çiçeklerin sayısı arttıkça artmıştı. Hatta bazı odalara sığmamış, kapı önlerine taşmıştı çiçekler. Bayramlarda akrabalarını, dostlarını ziyarete gelenler çiçek bahçesine çevirmişti hastaneyi. Gün geçtikçe solan çiçekleri atması da gerekecekti. Bayramın sonuna doğru azalırlardı nasıl olsa. Eskiden çiçek mi vardı. Belki sevgiliye kırmızı tek bir gül o kadar. Baklava, tabi ev baklavası olurdu, olmadı güllü lokum, hani biraz daha zenginse gelen ziyaretçi ünlü pastaneden çikolata. Hiç pisliği olmazdı onların. Asık yüzü ile temizlik kovasının gıcırdaması eşliğinde girdi odaya. Islattığı paspası bir ileri bir geri hareket ettirirken ayaklarını kaldırarak sözde yardımcı olan ziyaretçi kadın konuşmasını kesmedi bile. Çöp kovası henüz dolmamıştı, ellemedi. Çiçekleri kenara çekip, pencereyi araladı, geçerken etajerin üzerini sildi. Uzatılan kurabiyeyi bir hamlede attı ağzına, önlük cebine iliştirilen kâğıda göz ucuyla baktı, başını salladı. İkinci kurabiyeyi de ikram eder mi diye oyalandı ama konuşmasını kaldığı yerden devam ettiren kadınla göz göze gelemedi. Omuzunu silkti, o da döndü arkasını. Diğer odalarda da kâh çikolata kâh şeker ikram edildi. Paketli olanları cebine attı, torunlarına vermek üzere. Birkaç kâğıt para daha sıkıştırıldı ceplerine. Gıcırdama takip etti onu bir odadan diğer odaya geçerken. Arkasında hafif lavanta bolca kirli paspas kokusu bırakarak geçti odalardan. 301 numaralı kapının önünde durdu. Derin bir nefes aldı. Yüzü daha bir asıldı sanki. Yer yer sarısı dökülmüş gümüş rengine dönmüş altın kaplama saatine baktı, dört buçuğu gösteriyordu. Başını iki yana salladı memnuniyetsizce. ‘’Mesainin bitmesine yarım saat kala olacak iş mi!’’ dedi. Bir hışımla girdi odaya. Enjektörler, uçları kırılmış ilaç ampulleri, kirli plastik eldivenler yatağın ayak ucundaki tepsinin üzerinde yığın oluşturmuştu. Odanın ufak bir dolap ve refakatçi koltuğundan oluşan mobilyaları duvar diplerine gelişi güzel itilmişti. Yatak bulunduğu köşeden odanın ortasına doğru getirilmişti. Yatağın dört bir yanı beyaz önlüklü, üniformalı kişilerle çevrelenmişti. Yapılanlar her neyse işe yaramadığı belliydi. Dezenfektan kokusu havadaki ağır kokuyu bastıramamıştı. Pencereleri biraz zorlanarak da olsa açtı. Yere düşmüş yastığı alıp koltuğun üzerine koydu. Temizlik kovasından aldığı paspası suya daldırdı, sıktı ve köşeden silmeye başladı. Yatağın kenarına gelince durdu. Paspası temizlik kovasına koydu. Gerisin geri döndüğünde kendisine doğru uzatılan uçlarından jel damlayan aletleri alırken kablosu, adamın boynundaki stetoskopa dolandı. Ayırmaya çalışırken mavi önlüğüne biraz jel bulaştı. Bütün çekmeceleri açık acil arabasının üzerine yerleştirdi aleti. Yan gözündeki peçeteyi aldı, önce önlüğünü sonra aletin parlak yüzüne bulaşmış jeli sildi, sonra koydu tekrar tekerlekli şifonyerin üzerine. Göz göze geldiler. Tamam dedi adam. Diğerleri enjektörleri, ilaçları öylece bıraktı. Ellerindeki lastik eldivenleri çıkarıp attılar. Başları önde çıktılar sessizce. Arkasından baktı gidenlerin. Dolaptan çıkardığı çarşafı şöyle bir açtığı gibi attı yatağın üzerine. Yatakta parmak uçları dışarıda kalmış ayakları, kalçaları, göbeği, memeleri, yüzü örten ince çarşafın kat izleri belirgindi. Hızla dönünce ayağını etajere çarptı, okkalı bir küfür savurdu. Ufak saksıdaki menekşe yana devrildi, not kâğıdı göründü yapraklarının arasından ‘’Affet beni, gelemiyorum’’. Çiçeği aldı, sağa sola atılmış eldivenleri, kağıtları, enjektörleri, ampulleri de toplayıp kırmızı kapaklı çöp kutusuna attı. Şifonyerin çekmecelerini kapattı. Cebinden çıkardığı bez ile şöyle bir tozunu aldı ön yüzünün. Odadan çıkarken kapattı kapıyı arkasından. Dakikalar sonra sedyeyle döndü. Tek hamlede kaldırdı soğumaya başlamış bedeni, sedyenin üzerine koyarken baş sertçe çarptı. Koltuğun üzerindeki dağılmış dosyayı biraz düzeltti sonra koydu üzerine. Korkuluklarını kapatırken sıkışan çarşafı topladı yanına. 302, 303, 304, 305, personel tuvaleti, hemşire odası, asistan doktor odası sırasıyla geçti yanlarından. Hastanenin isminin yazdığı kırmızı kalp desenli beyaz çarşafın altından görünen parmaklar beyazladıkça, beyazladı. Gri yer yer engebeli zeminde yol alırken sedye sarsılarak ses çıkardı. Karşılaşılan kişiler yol verdi, üzgün ve saygılı bir ifadeyle. Duran asansörün içindekiler aceleyle çıktılar bir şey söylemesine fırsat vermeden. Ölü birisiyle küçücük bir odacıkta olmak kolay değildi ne de olsa. Asansörün kapanan kapısı ile kendisiyle burun buruna geldi. Beyazlamış, yanlardan oldukça seyrelmiş saçlarını taradı eliyle aynadaki adam. Mavi önlüğünün içindeki bordo gömleğini düzeltti. Göz kenarları kırışarak göz kırptı. Esmer yüzünün yanağındaki koyu renkli ben yukarı hareketlendi. Kat düğmeleri tek tek yanarak indi aşağıya. Birkaç defa açıldı kapısı ama kocaman olmuş gözleriyle geriye doğru bir adım atarak izlediler onları. Kimse binmeye çalışmadı. Eksi birinci katta açılan kapı sessizliği taşıdı içeriye. Sedye yeniden hareketlendi. Uzun koridor boyunca kapılar açıldı ve kapandı birbiri ardına. Hava gittikçe soğudu. Her kapanan kapıyla metal kollara daha bir hızla çarptı kırmızı ojeli bembeyaz ayaklar. Kırışıklıkları belirgin manikürlü eller gittikçe döndü, avuç içleri yukarı bakıyordu artık. Ustaca kavradı vücudu, bu defa usulca bıraktı soğuk zemine. Metallerin birbirine çarpma sesleri yankılandı. 234 numaralı metal zemin kayarak girdi küçük buzdolabına. Ellerini açtı, dudakları kıpırdandı bir süre. Avuçlarını yüzüne sürüp, döndü arkasını. Saatine baktı, beşi kırk beş geçiyordu. Akşam yemeğinde kesin türlü vardı. Karısı da pek güzel yapardı hani. Çalan telefonunu çıkardı cebinden. ‘’He he geliyom, şimdi çıkıyom. Tamam dört ekmek alırım.’’dedi. Geçerken dolabının içine mavi önlüğünü astı, siyah ceketini giydi. Hızlı hızlı yürürken ‘’Baklava alayım bayram bahşişleriylen.’’ dedi. Kocaman bir gülümseme yayıldı yüzüne. İki koskoca boş günü vardı önünde ne de olsa. Hastanenin bahçesinden çıkıp otobüs durağına doğru yöneldi. O sırada gördü hareketlenen otobüsü. Var gücüyle koşmaya başladı. Olmadı, yetişemedi. Cebinde katlanmış beşlik, onluk, yirmilik kağıtları saydı. O sırada önünden geçen taksiye bakıp cık cıkladı. Geçen dolmuşa el etti, bindi. Biraz yürüse de olurdu. Hava çok soğuk değildi nasıl olsa. Baklava almalıydı. Bugün bayramdı. Hiç baklavasız olur muydu!
Hatice İzmirli
Bu öykü, Erbulak Yaratıcı Yazarlık Evi önderliğinde, Dağhan Külegeç Yayınları’nın “Affet Beni” adlı öykü kitabında yayınlanmıştır. Storytell’de sesli dinlemek için: https://www.storytel.com/tr/tr/books/1846028-Affet-Beni-Affa-Dair
Bayıldım, nefis bir hikaye 👏👏
Gerçeği öyle yalın anlatmışsın ki arkadaşım. Eline sağlık
Çok güzel bir öyküdür bu okumak yarı şeyler hissettiriyor dinlemek ayrı. Hayatın amansız devamlılığını çok güzel anlatmışsın. Tebrikler.