Ilık bir Mayıs Kadıköy’de seninle yıllar sonra karşılaşmamız… İnce bir tesadüf belki. Yıllar geçmiş, zaman geçmiş de takvim hangi yönün kurbanı olmuştu da beni heyecanlandıran bu buluşma boğazıma ekşi tatlı bir tat bırakmıştı. Sade bir gündü. Kadınlar bez ayakkabılarını giymeye başlamış erkekler çizgili t-shirtlerinin içinden fanilalarını çıkarmışlardı. Ağaçlara çiçekler sığmıyor, daha sağlam karşımızdaydı hiç yıkılmayacak gibi. Çocukların telaşlı yürüyüşleri ellerindeki şekerlerden daha renkli, daha ıslak. Kadıköy’ün kalabalığında otobüs duraklarının tam önünde yokuşun başında seni de görüşüm öyle telaşlı, öyle içten bir o kadar içimi soğutan
“Geç kaldın kızım,” dedin, beni görünce ilk yarım cümlen yine umursamaz, yine çok dikkatli, ama yine benden vazgeçmeyecek kadar yakın.
“Dersim uzadı biraz, öğrenciler soru yağmuruna tuttu.”
“Nasıl alıştın mı artık?”
Bu soruyla birlikte yürümeye başladık, herkesin hızına yetişmek ister gibi, ama sanki acelemiz yok gibi. Kalabalık sürükledi. Biz hiç buraya ait değilmişiz gibi, belki de çocukluğumda yine aynı yerde elimi sımsıkı tutup bırakmaman gibi…Kıpır kıpır rüzgârda uçuşan lacivert kravatın gibi… Omuzlarımız birbirine değdiğinde, “Özlemişim burayı,” dedin derin bir nefesle ve hemen uzaklaştın içindeki bütün sıkıntıyı yüzüme savurarak. “Ben alıştım bu kalabalığa, korkmuyorum artık,” dedim konuşmaya fırsat bulmamın mutluluğuyla ve anlatacaklarımın hiçbirinin anlamlı olmasına gerek olmadan.
“Öğle arasında dışarı çıkıyor musun böyle?”
“Evet, iyi geliyor. Hem bir sürü seçenek var, ama bugün seni en sevdiğim lokantaya götüreceğim. Müthiş yemekleri. Bayılacaksın.1935’ ten beri varmış biliyor musun? Bir paşa kebabı var, sonsuz porsiyon yiyebilirim. Ama aslında…”
Konuşmayı yeni öğrenmiş gibi heyecanlanıyorum. Kornalar, egzoz dumanı, balıkçılar, seyyar satıcılar bölüyor cümlelerimi.
“Ee gidelim bakalım, maaşını aldın değil mi bu ay?”
“Evet evet dün zarfla verdiler yine.”
Gülüyoruz beraber, ama gülüşün acıklı geliyor. Ağlamaktan yorulmuş sesin, direnemeyen gözlerin acıklı geliyor. Susuyoruz. Kadıköy susmuyor ama biz susunca da duymuyorum sesleri. Boğa’dan aşağı indiğimizde senelerdir kısıtlı olan zamanımızda kırmızı ışıkta bekliyoruz karşıya geçmek için. Yandan yandan sana bakıyorum. Hiç beyazlamaz sandığım saçların şakaklarına ince aklar düşürmüş. Şaşırıyorum. Ceketin ve pantolonun yine gıcır gıcır. Elindeki evrak çantasında seni hayata bağlayan tüm evraklar, kamburun, hayranlık duyduklarım ee dolaylı yoldan bizim de hep merak ettiklerimiz.
“Saçların güzel olmuş, kızıl yakışmış.” Meğer sen de inceliyormuşsun beni, gizliden çok sevdiğini belli ederek. Arabalar duruyor, yürüyoruz. Sevdiğim sokağın kokusu geliyor burnuma. Balık. Sen de seversin bilmez miyim? Balıkların kasalarda çırpınışı engelleyemiyor hızımızı, çok büyük adımlarla yürürken Aslında burada oturacaktık, diyorum. Since 1935 yazan köhne tabelanın altında duraklıyoruz. Köşede. Balıkçıların kalabalığında tereddüt ediyorsun, güvenmek istiyorsun bir kerecik ama “Yolun sonuna kadar yürüyelim, bu çarşıya gelmeyeli uzun zaman oldu. Balık alacağım hem. Sonra döner geliriz buraya.”
Devam ediyoruz. Biraz buruluyorum gençliğimin alınganlığıyla. Hemen olsun istiyorum her şey. Sen hiç oralı olmadan yine bütün heyecanını balık tezgahlarına saklıyorsun, balıkçıların yanındaki manavlara gösteriyorsun sevgini.
“Bir alt sokağa da geçelim,” diyorsun, “Bakayım iş yerine.”
Ben pek istemiyorum önce, sonra hoşuma gidiyor en yakınımın en uzağımda da olsa benim olana bakmasına. “Burası işte,” kapıdaki güvenlik kostümü giymiş CIA ajanımız Talip Abi bu kim der gibi profesyonelce göz kırpıyor ağzını yana kıvırarak. “Babam,” diye sesleniyorum hiç duraksamadan. Sen de gülümsüyorsun gerçekten hiç tanımadığın adama.
Dönüyoruz bizim köşeye, içeriye girdiğinde bitiyor tereddütlerin. Hele ki duvarda asılı çerçeveler, Osmanlı yemeklerinin tarihçeleri, gazete haberlerini görünce hoşuna gidiyor. Arka bahçeye geçiyoruz. Dünkü yemeği önümüze koymayacaklarına emin oluyorsun. Paşa kebabı yiyoruz ikimiz de. Ben bitiremeyince ziyan olmasın diye değil gerçekten beğendiğin için benimkini de yiyorsun.
“Tatlı ister misin?”
“Ben yemem biliyorsun.”
“Ama çok iyi yapıyorlar ayva tatlısını.”
“Hesap sendense olur,” diyorsun alaycı olmaya çalışarak.
Sessizlik oluyor karınlarımız doyduğunda ve sen bu arayı çok iyi hatırladığım, defalarca unutturamadığınız bir cümleyle dolduruyorsun “Annenle ayrılıyoruz biliyorsun.”
“… Biliyorum.”
“Bursa’da bir ev tuttum oradaki şirketten teklif gelince. Bursa’ya taşınıyorum.”
“Bunu da biliyorum baba, annem söyledi.”
Sen sadece haber veriyorsun işte, iş arkadaşına söyler gibi göz kırpıyorsun parçalanmış hayatımıza.
“Çok çabaladık kızım, yapamıyoruz artık.”
Bir bağlılığım da olmadığına göre artık size yapamazsınız tabii.
“Davayı annen açacak konuşmuştur seninle.”
Konuşmak mı isyan etmek mi?
“Ben ilgilenmiyorum. Geçen gün aradığında bir şeyler söyledi, daha doğrusu istemiyorum, konuşmak istemiyorum baba.” Susuyorsun yine, cümlendeki üç noktaları ben tamamlıyorum.
“Eşyalarını topladın mı?”
Annemin “Pijamalarını bile almış,” çığlıkları kulaklarımda çınlıyor. Biliyorum baba topladın.
“Topladım. Birkaç eşyam kaldı, onları da bir ara alırım.”
Ve ekliyorsun ardından “Anneni yalnız bırakma!”
Hem çocuk ol, hem de bir eş ol diyorsun anneme. Ben yine de “Merak etme,” demekle yetiniyorum belki pişman olur diye. Yalnız kalınca gelir diye veya suçluymuş gibi çabalar diye.
Konuşulanların bittiğini fark ediyorum. Hesabı ödüyorum. Lokantanın kapısında gözlerine hiç bitmesin diyorum. Üstünü silkiyorsun. Tozlanmışsın baba. Göz göze gelmeye çekiniyorsun. Rüzgâr esiyor. Kravatın uçuşuyor. Saçlarım dudaklarıma değiyor. Hala gözlerime bakmıyorsun, başın önünde. Biraz mesafe var aramızda. Hep böyle değil miydi zaten? Vedalaşmak için bir adım atıyorsun. İnsanlar geçiyor ortamızdan.
“Hemen dönecek misin Bursa’ya?”
“Ankara’ya gidiyorum şimdi iş için.”
“Gelecek misin bir daha?” Kaygım rahatsız ediyor bu sorudan sonra.
“Geç kalıyorum kızım, gitmem lazım.”
Konuşmak olsun diye gelsen de yıllar sonra görmüş oldum seni. Bir veda değilmiş gibi, sade bir günde öylesine bir öğle yemeği gibi…
Pelin OKTAY
Çok beğendim.Kutluyorum.
Gerçekten çok etkileyici … keşke bitmeyen paşa kebabı yapsalardı😊 Tebrik ediyorum, duygusal anlar yaşattınız, sevgilerrr❤️
Çok teşekkür ediyorum😊Sevgiler